Bölüm 12: Mızmız Hasta

1.6K 46 8
                                    

Bölüm 12:
Mızmız Hasta

Kirpiklerime birinin dokunmasıyla yerimde sıçradım. Zehre karşımda kıkır kıkır gülüyordu. Uykulu gözlerimi ovuşturdum.
 
“Ya Zehre! Sabah sabah beni rüyanda mı gördün?”
 
“Telefonlarımı açmayınca seni basmaya geldim.”
 
Deli gibi uykum vardı. Tekrar kafamı yastığa gömdüm. Kıçımı ona dönüp, pikemi omuzuma kadar çektim. “Rahat bırak beni. Uykum var benim.”
 
Kıçımı dürttü. “Kalksana be. Kahvaltıya gidiyoruz.”
 
“Tamam siz gidin. Ben gelmiyorum. Şimdi git ve beni uykumla yalnız bırak. Hafta sonu uyumak istiyorum ben!”
 
“İyi o zaman. Abimi o Esra hemşireyle kahvaltıda yalnız bırakırsın. Artık ne konuştuklarını...”
 
Cümlesini tamamlamasına izin vermeden hızlıca yatağın içinde doğruldum. “Ne dedin sen?”
 
“Ne oldu canım? Bir anda uykun açıldı.” Derken sırıttı.
 
“Gerçek mi bu Zehre? Çabuk bana şaka olduğunu söyle.”
 
“Hayır gerçek.” Dedi ciddiyetle. “Uyan diyorum, abim elden gidiyor diyorum.”
 
Gözlerim yatağın uç kısmına dalmıştı. Sıkıntıyla nefesimi dışarı bıraktım. “Sabah sabah bana bu güzel haberi getirdiğin için çok sağ ol Zehre.” Bakışlarımı birden Zehre’nin yüzüne çıkardım.
 
“Of. Merak etme baş başa olmayacaklar. Bölüm şefi mi ne varmış, hep birlikte kahvaltıya gideceklermiş işte.” Ayağa kalktı. “Bende nereye gideceklerini öğrendim ve kızları ayarladım. Hadi, kalk hazırlan kahvaltıya gidiyoruz.”
 
Sessizce içimi çektim. “Gelmiyorum ben.”
 
Zehre kaşlarını çattı. “Ne demek gelmiyorum? Şaka dimi?”
 
“İstemiyorum. Halsizim, yorgunum. Gelmeyeceğim.” Gerçekten öyleydim. Bir de üzerine bu harika haber beni darmadağın etmişti. Bir de gidip onları izlemek kalbimi paramparça yapardı.
 
“Geliyorsun.” Dedi kendinden emin bir tavırla. Kafamı tekrar yastığa koydum. Zehre yatağıma yaklaştı. “Kalk diyorum, yoksa bacağından çeke çeke seni oraya kadar sürüklerim.” Ellerimi başımın üzerine yerleştirdim. Zehre bu kez ellerime vurdu. “Ya senin için çabalıyorum görmüyor musun? Ne olacak biraz çaba göstersen?” Sesi kızgındı.
 
Yatakta tekrar hırsla doğruldum. “Çabalama Zehre çabalama. Çünkü artık tükenmeye başladım. Dört yıldır bu karşılıksız sevgi beni bitiriyor.”
 
“Yanılıyorsun.” Diyerek parmağını üzerime salladı. “Bana güven. Cesur ol biraz.”
 
Sinirle yüzümü avuçladım. “Geleceğim.” Dedim sert bir tavırla. “Ama bana bir daha abinle ilgili umut vermeyeceksin. Çünkü bugün son olacak Zehre.”
 
Zehre şaşkın şaşkın yüzüme bakarken yatağımdan kalktım. Giyecek kıyafetlerimi çıkarırken Zehre arkamda dolanıyordu.
 
“Neden bu kadar sinirlisin sen? Akşam bir şey mi oldu?”
 
Kucağımda kıyafetlerim, Zehre’ye döndüm. “Olmadı. Keyifsizim Zehre bilmiyorum. Ayrıca reglim yaklaştı. Huysuzum.”
 
“Akşam bir şey olmadı yani?” Manalı gelen sesiyle kaşlarımı çattım.
 
“Neden olsun ki? Erman akşam bir şey mi söyledi?”
 
Bu kez merakla üzerime adım attı. “Akşam bir şey olmuş söyle!” Hızlıca banyoya kaçtım. Kendi ağzımla yakalanmıştım. Zehre şimdi bunun peşini bırakmayacaktı. Banyonun kapısına hızlı hızlı vurmaya başladı. “Benden kaçamazsın, biliyorsun değil mi? Hey! Her şeyi anlatacaksın!”
 
Aslında Zehre’nin yanında giyinirdim ama kaçacak bir yer aradım kendimce. Sanki buradan çıkmayacaktım. Oflayarak pijamalarımdan kurtuldum. Giyinmek bile çok zor gelmişti. Bugün neden bilmiyorum ama gerçekten halim yoktu.
 
Giyindim, saçımı taradım ve banyodan çıktım. Zehre banyo kapısının önüne oturmuş beni bekliyordu. Onu görünce gülmeye başladım. “Sen delinin tekisin, biliyorsun değil mi?”
 
Hızla ayağa fırladı. “Biliyorum.” Hemen beni süzdü. “Çok güzelsin ama saçını ne yapacaksın?”
 
“Örerim.”
 
“Gel, ben senin saçını düzleştiririm.”
 
Zehre uğraşacağı için sorun etmedim. Benden önce odama girip saç düzleştiricimi çıkarıp prize taktı. Yatağıma oturdum. Baş ucumda priz olması işime çok yarıyordu. Sandalyemi alıp önüme çekti.
 
“Anlat. Çatladım meraktan.”
 
“Yok bir şey. Telefonumu verdi gitti.”
 
“Bir şey konuşmadınız mı?”
 
Kaşlarımı havalandırdım. “Hayır.”
 
Düzleştiricimi kavradı ve ısınıp ısınmadığını kontrol etti. “Başka bir şey var o zaman Meyra. Söyle hadi. Seni rahat bırakmayacağımı bilmiyorsun sanki.” Gözlerini devirdi. Dönmem için parmağıyla işaret etti.
 
Kıçımı hafifçe kaldırıp, pencereye doğru döndüm. “Deniz var ya.”
 
“Deniz?”
 
“Hani şu hakem olan çocuk.”
 
“Evet?” Dedi heyecanla. Saçımı bırakıp yüzüme eğildi.
 
“Sosyal medyadan beni bulmuş. Takip istediği atmış bende kabul etmedim. Sonra mesaj atmış.”
 
“Ne yazmış peki, söylesene.”
 
“Bu akşam bizim sahada olacakmış, beni tekrar görmek istediğini falan yazmış işte. Bende tersledim.”
 
Kafama ben anlamadan bir tane patlattı. “Salak!”
 
“Ne yapıyorsun be geri zekalı? Zaten halim yok, bir de şiddet uyguluyorsun.”
 
“Ama salaksın canım arkadaşım. Ne yapayım? Kim bilir ne dedin çocuğa!” Yüzüme doğru bağırınca kendimi geri çektim. “Telefonu ver. Telefonunu ver ne yazdığına bakacağım.”
 
“Hayır ya.”
 
Düzleştiricimi kucağıma bırakınca refleks olarak düzleştiricimi kavradım. Beni yakmaya çalışıyordu bir de! Telefonum artık Zehre’nin elindeydi. Ne ara almıştı bilmiyorum ama masama ilerleyip kalçasını masaya yasladı. O telefonumu kurcalarken ben saçımın uçlarını yapmaya çalıştım.
 
“Küfür de etseydin Meyra.”
 
“Ne var? Laftan anlasaymış o da!”
 
“Sen normalde insanları terslemezsin.” Kaşlarını çattı. “Yani çok ayıp etmişsin.”
 
“Huysuzum, diyorum ya. Tepem attı birden.” Saçlarımı yapmaya devam ederken birden bir sessizlik oldu. Zehre yüzünden içime dert olmuştu. Bedenimi tekrar ona döndürdüm. “Sahiden ayıp mı ettim?”
 
“Bence öyle.” Dedi omuzlarını kaldırırken. “Bir daha nasıl yüzüne bakacaksın yani? Kalbi çok kırılmıştır.” Telefonumu yanıma bıraktı.
 
Düzleştiricimin kablosunu çıkardım. “Sen neyin peşindesin acaba?” Rimelimi çıkarıp kirpiklerime dokunurdum.
 
“Hadi hadi, geç kalıyoruz.” Diyerek konuyu kapadı.
 
🌺
 
Zehre beni aceleyle evden çıkardı. Neyse ki rimelimi düzgün sürebilmiştim. Duygu, Ekin ve Ezgi bizi bakkalın önünde beklemiş, onlarla buluştuktan sonra Cafe House’a girmiştik.
 
Etrafa göz gezdirdim. Ama Erman'ları görememiştim. Zehre kolumu sarstı. “Oradalar işte.” Dediğinde gözleriyle işaret ettiği yere baktım. Camla kaplı köşedeki masada oturduklarını gördüm. Uzunca bir masaydı, en az on kişi vardı.
 
Kafe kalabalıktı. Ezgi, onlara yakın orta bir masa gösterdi. “Bakın şurası boş.”
 
Ezgi'yi kolundan tutup durdurdum. “Bir dakika. Ya biz uzak bir yere mi geçsek? Şuan saçma sapan bir şey yaptığımı yeni fark ediyorum.”
 
Duygu, çantasını astığı omuzunu kaldırdı. “Saçma zaten.”
 
Arka tarafa doğru ilerledim. “Burada bir masa görmüştüm.”
 
Kızlar da beni takip etti. Erman’ın olduğu masaya bir kez daha baktım. Bir yanında genç bir adam otururken, bir yanında Esra oturuyordu. Erman genç adamla konuşurken, Esra arkadaşlarından duyduğu komik bir sohbeti anlatmak üzere Erman’ın koluna dokundu. Göğsümde bir sancı belirdi. Derin bir soluk alırken, nefesim ciğerlerime bir bıçak misali saplandı.
 
Esra masanın diğer yarısına sohbet anlatırken eli hala Erman’ın kolundaydı. Diğerleri gibi Erman da gülmeye başladı. Yutkunamadım. Arkamı döndüm.
 
Kızlar gösterdiğim masaya oturuyordu. Midem kötüydü. Boğazıma doğru bir yanma vardı. Ezgi yanındaki sandalyeyi çekti. “Gel aşkım otur şöyle.”
 
Ezgi'nin yanına geçtim. Çantamı sandalyeye asarken kız bize birer menü verdi. Menüyü açtım ama içine bakmadım bile. Menüyü kapadım.
 
“Siz ne söylerseniz bana da bir şey söyleyin. Ben bir lavaboya gidip geleceğim.”
 
Hızlı adımlarla, sağıma soluma bakmadan lavaboya ilerledim. Tuvalete girip klozetin üzerinde biraz bekledim. Yüzümden sanki ateş çıkıyordu. O sırada tanıdık bir ses duydum. Emin olmak için bekledim.
 
“Gülmekten bayılacağım sandım bir an.” Bu ince ses kesinlikle Esra’nındı.
 
“Ay gerçekten! Kasıklarım şişti iyice.” Tekrar gülüşmeye başladılar.
 
Yanımdaki kapı kapandı. Bende uzatmadan tuvalet kapısını araladım. Esra karşısındaki boy aynasından beni fark etmiş olmalı ki bedenini bana döndürdü.
 
“Meyra?”
 
Dudaklarımı birbirine bastırıp gülümsedim. “Merhaba.” Ellerimi yıkarken omuzumun üzerinden ona baktım.
 
“Nasılsın? Ayağın iyi değil mi?”
 
“İyiyim sağ ol. Dediğin gibi oldu sabah bir şeyim kalmadı.”
 
“Sevindim.” İçten bir gülümseme sergiledi. İyi birine benziyordu. “Erman da burada. Haberin var mı?”
 
Otomatik kağıt peçeteliğe uzandım. “Evet içeri girerken gördüm.” Arkadaşı kapıdan çıktığında peçetemi çöpe attım. “Görüşürüz.”
 
“Görüşürüz.”
 
Masaya döndüğümde kızlar sipariş bekliyordu. Ekin, “Sana da omlet söyledik.” dedi.
 
Ezgi bakışlarını telefonundan kaldırdı. “Evet, Armağan abinin nişanında ne giyiyorsunuz?”
 
Ekin, beyaz elbise giyeceğini, Duygu da siyah bir elbise giyeceğini söyledi. Ezgi ise elbisesinin detaylarını anlattı. Zehre ile aralarında elbiseleri hakkında konuşurken ben iyice sandalyeme gömülmüştüm.
 
Duygu dirseğiyle dirseğimi dürttü. “Bana bak, sen iyi değilsin. Ne oldu?”
 
Yerimde tekrar doğruldum. Masaya kahvaltılıklar gelmeye başladı. “İyiyim, biraz halsizim sadece. Bir şeyler yer kendime gelirim şimdi.”
 
Ekin masaya doğru eğildi. “Suratın sararmış sanki. Tansiyonun falan mı düştü acaba aç karnına?”
 
“Açlıktan, açlıktan.”
 
Zehre, “Açlık başına vurmuş ondan.” diyerek güldüğünde bende gülümsedim. Sonuçta kızların gününü mahvetmek istemezdim.
 
Ezgi telefondan bakışlarını yüzüme doğru kaldırdı. “Oha!” Zehre ne olduğunu sorarken Ezgi telefona tekrar baktı. “Kızım, hakem çocuk senin numaranı istemiş Mehmet’ten.”
 
Kaşlarımı çattım. “Yok artık ya!”
 
Ekin heyecanla gözlerini açarken, Zehre pis pis sırıtıyordu. Duygu ise tepki vermeden bizi izliyordu.
 
Ezgi, “Verecek misin?” diye sordu.
 
“Hayır tabi ki!”
 
Ezgi sandalyesinde hafifçe silkelendi. “Kızım saçmalama ya, taş gibi çocuk! Bak Mehmet de iyi biri olduğunu söyledi. Kötü niyeti falan yokmuş.”
 
Duygu yaslandığı sandalyeden sırtını ayırmadı. “Kız vermek istemiyor, zorlamayın.”
 
Zehre fısıltıyla bağırmaya çalıştı. “Sana ne ya! Kızın kısmetini kapamasana!”
 
Masaya omletler tek tek gelirken çay bardağımı kavradım. “Hayır. Çocuk dengesiz bence.”
 
Zehre yüzünü buruşturarak ofladı. “Bir kere de önyargılı olma ya!”
 
Ekin ekmek sepetini sırayla herkese uzatırken yüzüme baktı. “Bence şansını dene. Bir şey olursa engellersin.”
 
“Hayır.” Çatalımı Ezgi’ye doğrulttum. “Hayır Ezgi. Duydun mu?”
 
Neyse ki konu kapanmıştı. Kızlar kahvaltısını bitirmişti, lakin ben henüz yarılamamıştım bile. Normalde iki omlet bile gömen ben, bu sabah yarısını bile yiyememiştim. Yedikçe midem bulanıyordu ve bende daha fazla kendimi zorlamadım.
 
Kahvaltının ardından Türk kahvesi söyledik. Kızlar sürekli muhabbet ediyor arada bende katılmaya çalışıyordum. Ekin, arada iyi olup olmadığımı soruyordu. İyi olduğumu söyleyip geçiştiriyordum.
 
Türk kahveleri geldiğinde Zehre fincanını kavradı. “Ah bir de sigara olacaktı bunun yanına.” Diye iç geçirirken arkasını kontrol etti. Hepimiz birden kıkırdadık, çünkü abisinin ensesinde olup olmadığını kontrol ediyordu.
 
Ve ben, o kahkahayla boğazıma gelen acı suyla neye uğradığımı şaşırdım. Elimi ağzıma koyup sandalyeden kalkıp hızla lavaboya koştum. Arada birine çarpmıştım fakat özür dilemeye bile vaktim yoktu.
 
Son anda klozete yapıştım. Yediğim iki yudum şeyi de çıkarmıştım. En azından midem biraz da olsa rahatlamıştı. Sifona basıp arkamı döndüğümde Ekin dudaklarını birbirine bastırmış bana bakıyordu.
 
Elimdeki peçeteyi atarken gülümsedim. Elimi ağzımı yıkayıp aynada kendime baktım. Dudaklarım kızarmış rimelim biraz akmıştı.
 
Gözaltıma akan rimelimi peçeyi hafif ıslatıp temizlerken Ekin, “Meyra sen hasta mı oldun acaba?” diye sordu.
 
Derin bir nefes alıp verdim. “Yok yok. Çıkarınca rahatladım valla.” Son kez aynaya bakıp, “Hadi gidelim.” dedim.
 
Lavabonun kapısını açtığım gibi karşımda Erman’ı görmem beni afallatmıştı. Çünkü burası kadınlar için ayrı bir bölmeydi. “Erman?” Şaşkınlığımı gizleyememiştim. Kalbim bir anda hızlanmıştı.
 
“İyi misin?” Diye sordu gözlerini kısarak.
 
“İyiyim de, sen ne yapıyorsun burada?”
 
“Koşarken bana çarptın. İyi gözükmüyordun. Ekin de arkandan koşunca kötü olduğunu anladım.” Ekin’e ardından tekrar bana baktı. “Rahatsız mısın? İstersen seni eve bırakayım. Ya da acile götüreyim.”
 
“Yok ya.” Dedim elimi savururken. Birden rahat konuştuğumu fark edip kendimi toparladım. “Şimdi iyiyim. Doktor falan gerek yok yani.”
 
Bir süre yüzüme baktı. “Tamam. Bir şey olursa ara mutlaka.” Başımı salladım. Erman gidip gitmeme arasında kalmışken küçük bir adım atıp yanına geçtim. Benimle birlikte hareket etti. Hatta masaya kadar bizimle geldi.
 
Zehre’nin sandalyesine yaslanıp başının üzerine bir öpücük bıraktı. “Afiyet olsun.”
 
Yerime geçerken ona bakmamaya özen gösteriyordum. Zehre “Abi, sende mi buradaydın?” dedi.
 
“Evet. Girişteydik biz.” Gözlerimi ona kaldırdığımda göz göze geldik. Hemen gözlerimi tekrar masaya indirdim. “Meyra. Kötü hissedersen seni alıp eve götürürüm.”
 
Yüzümü kaldırdım bu kez. “Sağ ol ama iyiyim, gerçekten.”
 
“Tamam. Kendinize dikkat edin.” Yanımızdan uzaklaşmasını izledim. Zehre ağzını açacakken ona öyle bir baktım ki susmamak zorunda kaldı.
 
🌺
 
Kahvaltıdan sonra biraz sahilde yürüdük. Sonra ben aynı rahatsızlığı tekrar yaşamaya başladım. Eve gitmek istediğimi kızlara söyledikten sonra yanlarından ayrıldım. Benimle gelmek istediler ama yalnız gidebilecek kadar iyiydim.
 
Eve geldiğim gibi kendimi yatağa bıraktım. Hatta hemen uykuya dalmıştım. Ama midemin bulantısı beni uykumdan hızlıca ayırmıştı.
 
Lavabodan çıkarken Tufan ile karşılaştım. Yüzüm asıktı ve hiç halim yoktu. Karşımda durmuş, yanaklarını şişirmişti. Hatta kendince gülmemeye çalışıyordu.
 
“Tufan çekil önümden, seni çekecek durumda değilim.”
 
Tufan o anda kahkahasıyla birlikte, ağzında tuttuğu suyu bir anda üzerime püskürttü. Attığım çığlıkla kendimi tekrar lavaboda buldum.
 
Lavaboya son girdiğimden sonra öyle bir uyumuştum ki kalktığımda havanın kararmış olduğunu fark ettim. Karnım guruldadı. Acıkmıştım ama kendimi yine de kötü hissediyordum. Üzerimi hala değiştirmediğimi fark ettim.
 
Kısa kollu, gri üzerinde ufak ufak gökkuşağı olan pijamamı giydim. Elimi yüzümü yıkayıp, akan rimelimi ıslak mendille sildim. Aşağı indiğimde Tufan yere yastıkları dizmiş televizyon izliyordu. Babam henüz yoktu.
 
Mutfağa gittiğimde ise annem masaya oturmuş telefonuyla uğraşıyordu. “Anne saat kaç?” Diye sordum. Telefonuma bakmamıştım bile.
 
“Meyra, iyi misin kızım sen?” Telefonu masaya bırakıp ayağa kalktı. Elini alnıma koydu. “Ateşin yok, iyi.”
 
“Karnım acıktı. Neden yemeğe beni uyandırmadınız?”
 
“Uyandırdım. Mırıldanıp durdun. Sonra Zehre geldi, Ekin, Duygu, Ezgi. Hepsi buradaydı. Seni merak etmişler.”
 
“Gerçekten mi?” Yüzümü buluştururken masaya geçtim. “Hiç farkında değilim.”
 
“Bugün de iyi değilmişsin. Erman da görmüş, o da aradı. Neden bana söylemiyorsun Meyra?”
 
“Erman mı aradı?” Gözlerim bir anda anneme döndü.
 
“Evet. Telefonun sürekli çalıp durdu. Bende, mikronun üzerine koydum telefonunu. Seni uyandırmasın, dedim.”
 
Mikrodalga fırının üzerinde duran telefonuma baktım. Ama onu almaya bile mecalim yoktu. Annem saçımı okşarken tekrar yanağıma dokundu. “Kaç oldu söylüyorum soğuk içme, diye.” Sesi bir yandan kızgın bir yandan üzgün çıkıyordu. “Mideni üşüttün kesin.”
 
“Ondan değil anne. Boş ver şimdi. Acıktım ben.”
 
“Çorba yaptım.” Sandalyesinden hemen kalktı. “Çorbanı içince, bitki çayı koyarım sana.”
 
Annem anında önüme sıcak çorbayı koyduğunda yüzüm gülmeye başlamıştı. Kendime bir de su doldurdum. Kaç saattir uyudum bilmiyorum ama ağzım resmen kurumuştu.
 
“Ekmekle ye. Mideni tutsun.” Annem önüme iki dilim ekmek koydu. Normalde çorbayı ekmeksiz içerdim. Ama hasta olduğumun farkına vardığımdan dolayı anne sözü dinlemeye karar verdim.
 
Çorbamdan sadece iki kaşık, ekmeğimden ise bir yudum kopardım. Yarım bardak suyum hala duruyordu. Ama ben daha karnımı doyuramadan midem tekrar kötüleşti.
 
Hemen lavaboya koştum. Annem banyo kapısında dikilmekte geç kalmamıştı. “Meyra? Ne oldu?”
 
Sifonu çekip, “Yok bir şey!” diye bağırdım.
 
Banyodan çıktım. Bu kez beş dakikada bir tekrar banyoya koşuyordum. Daha da kötü olmuştum. En sonunda klozetin başından kalkamamıştım. Mideme bulantıyla birlikte kramplar giriyordu.
 
Annemin kapıda dikildiğini hissettim. “Hadi biraz toparlan, Erman geliyor seni hastaneye götürecek.”
 
“Ne!?” Diye çığlık atmaya çalıştım. “Anne hayır ya! Hayır!”
 
“Hayır diye bir şey yok Meyra. Olmaz böyle.”
 
“Ya saçmalama. Bu halde nasıl hastaneye gideceğim ben?” Ağlamak üzereydim. Burnumu çekip, gözümden akan yaşı elimin tersiyle sildim.
 
“Gidersin, ben yanına poşet vereceğim.”
 
Omuzlarım sarsılırken tekrar tiz bir çığlık attım. “Ya ben onu mu diyorum anne? Onu mu diyorum? Üzerimi değiştirmedim. Böyle mi gideyim?”
 
“Bağırıp durma. Kardeşin uyumuş. Bir şey olmaz. Gidip geleceksin hemen.”
 
“Ya bana ne! Ben gitmem böyle.” Üzerimi değiştirmeye niyetliydim ama yerimden kalkamadım. O anda kapı çaldı. Annem kapıyı açmaya giderken arkasından bağırdım. “Ben gitmeyeceğim hastaneye falan! Söyle ona gitsin!” Beni duyduğuna emindim.
 
Uzanıp kapıyı örttüm. Ama tam kapanmadı. Burnumu çektim. Zehre’nin sesini duydum bu kez. Kapıyı iki kez tıklatıp içeri girdi. “Ah kıyamam bebeğime. Sen hasta mı oldun?” Yanıma çöktü.
 
Kötü kötü ona baktım. “Dalga geçme Zehre.” Yüzümü buruşturdum ama son anda kendimi toparladım. “Git söyle ben gelmeyeceğim.”
 
“Söyleyeyim söylemesine de, abim inat etti. Seni hastaneye götürmeden rahatlamayacak benden söylemesi.” Dilini yandan çıkarıp bir gözünü kırptı. Salak salak hareket yapmasına daha fazla dayanamadım.
 
Dizlerimin üzerinde kalktım. “Bana bak, git söyle. Yoksa üzerine kusarım.”
 
“Tamam be tamam gidiyorum.”
 
Kapıyı arkasından tekrar örttüm ama bu kez daha fazla aralık kaldı. Derin bir nefes alıp verdim.
 
Kapı tekrar tıklandı. “Meyra.” Bu Erman’ın sesiydi. O Zehre’yi parçalamak istiyordum!
 
“Gelme! Müsait değilim.”
 
Ama kapı ardına kadar açıldı. Zehre içeri girmiş sırıtıyordu. “Gitmek istemiyor abi, o yüzden öyle söylüyor.”
 
İçeri bu kez Erman da girdi. İkisine birden kaşlarımı öyle bir çattım ki Zehre korkusundan dışarı çıktı. Bu kez hedefim Erman'dı.
 
“Ya gitmeyeceğim diyorum.”
 
Erman yüzümü birkaç saniye inceledi. “Hadi inatçı keçi. Gideceğiz.”
 
“Zorla mı?” Kaşlarımı kaldırdım.
 
“Senin ne kadar inatçı olduğunu bildiğim için, evet zorla.” Dedi ve üzerime eğildi. Hatta kolumu kavradı. Beni kaldırmaya çalıştı ama kıçımı kilimden ayırmadım.
 
“Ya dur! Dur bak, arabana kusarım.” Parmağımı ona doğru salladım. Onu tehdit ediyordum.
 
Erman birden gülümsedi sonra kolumu bıraktı. Tam kurtuldum diyordum ki, kollarını koltuk altımdan geçirdi. Ne kadar debelensem de beni bir kere de ayağa kaldırdı. Ve, karşımda gördüğüm aynadaki manzarayla yüzüm ağlamaklı bir hal aldı.
 
“Ay bu ben miyim?” Sağ gözümdeki rimel akmış ve ben onu yanağıma kadar batırmıştım. Sol gözümde ise sadece gözaltımda bir kaç siyah leke vardı. Gözlerim ve dudaklarım kızarmıştı.
 
Erman beni ayağa kaldırdığı gibi kucağına almıştı. Banyo kapısından çıkana kadar kucağında debelendim. Annem Zehre’nin eline poşet tutuşturuyordu.
 
Erman’ın omuzundan anneme baktım. “Alacağınız olsun!” İki elimi Erman’ın boynuna sarmış onlara söylenip duruyordum. “Senin benden çekeceğin var Zehre. Haberin olsun!” Kapıdan çıktığımızda Zehre arkamızdan terliklerimi alıyordu. Kaçar yolum olmadığını anlayıp debelenmeyi bıraktım.
 
Zehre arabanın arka kapısını açtı. Erman’ın yüzüne bakamıyordum. Beni arka koltuğa bıraktı. Zehre kucağıma poşetleri bırakıp resmen kaçtı. En azından annem siyah poşet vermeyi düşünmüştü.
 
Kendimi fazla sarstığımdan herhalde, midem tekrar çalkalanmaya başladı. Siyah poşeti açtığımda Zehre de Erman da arabaya binmişti. Arabayı hemen çalıştırdı. Erman’ın beni bu halde görmesine mi yanayım? Yoksa hemen arkasında istifra ettiğime mi bilmiyorum.
 
Gözümden yaş akarken kafamı siyah poşetten kaldırdım. “Seni öldüreceğim Zehre.” Sesim kısık ve ölü gibi çıkıyordu. “Allah kahretsin ya! Hiç bir şey yemediğim halde, neden hala ben bunu yaşıyorum?” İsyan dolu çıkan sesimle birlikte ikisinin de kıkırdadıklarını duydum.
 
Yeni bir poşeti önümde hazır bekletirken ofladım. Kısa bir sürede hastaneye geldik. Gelene kadar ıslak mendille yüzümü temizlemeye çalıştım. Umarım başarılı olmuştum. Zehre’ye seslenip de yüzümde bir şeyim olup olmadığını, Erman’a daha fazla rezil olmamak adına sormamıştım.
 
Arabanın kapısını araladım. Erman çoktan inmiş, kolumu tutmaya çalışıyordu. Zehre de terliklerimi ayağımın dibine koyduğunda ona kötü kötü baktım. Hayır neden terlikti? Onca ayakkabım dururken neden terlik almayı seçmişti?
 
Elime yeni bir poşet almayı unutmamıştım. Arabadan içeri tekrar kafamı uzattım. Pis poşetlerimi bırakmak istemiyordum. Erman kolumdan tutup hafifçe çekeledi.
 
“Ne yapıyorsun Meyra? Bırak ben atarım.”
 
“Olmaz.” Derken kafamı çıkardım. “Ben atarım.”
 
Erman elini, elimdeki poşete uzattığında arkama sakladım. “Meyra uzatma. Hastasın zaten seni zorlamak istemiyorum.”
 
Kaşlarımı kaldırarak ona baktım. Hemen burnumun ucundaydı. “Bak zaten sana, beni buraya zorla getirdiğin için sinirliyim. O yüzden çekil şimdi önümden.” Çenemi yukarı doğru kaldırdığımda Erman hafif bir tebessüm etti. Sonra hızlıca kollarını belime doladığında, arkamdaki ellerimi tuttu. Gözlerim kocaman açılırken, nefes almayı bile unutmuştum.
 
Elimdeki poşeti alıp benden uzaklaştığında salak gibi suratına bakıyordum. “Hadi siz girin içeri, geliyorum ben.”
 
Erman adımlarını geri doğru atarken Zehre koluma girdi. Ve beni hastaneye doğru yönlendirdi. “Abinin kafasına, kafasına vurmak istiyorum. Bana ne yaptığını gördün mü?”
 
İçeri girmiş barkot almak için, Zehre önündeki adamı bekliyordu. Ben sandalyelerden birine oturmuş ona bakıyordum. Bu akşam burası tenhaydı.
 
Hâlâ ikisine kızgındım. Burnumdan soluyarak kollarımı birbirine bağladım. Zehre’ye sıra gelmişti. Kimliğimi uzattığını gördüm. Ardından bana döndü. Dilimi çıkardım. Somurtarak, kafamı yana yatırdığımda birkaç adım uzağımda Erman’ı fark ettim.
 
Önümde durdu. “Hiç kızma. İlaç olmadan iyileşemezsin.”
 
“Ya ben belki sabah iyi olacaktım? Niye beni buraya sürüklediniz ki?” Kaşlarımı havalandırırken omuzlarımı da kaldırdım.
 
O anda Zehre geldi. “On altı numara.”
 
Yerimden istemeyerek kalktım. Muayene kapısına gelir gelmez benim sıram ekranda yandı. İçeri girdim. Şikayetimi anlattım. Doktor beni muayene ettikten sonra, kare kağıda bir şeyler yazıp verdi.
 
“Mideni üşütmüşsün. Karşı odadaki hemşireye bunu ver sana bir serum bağlasınlar.” Yüzüm düştüğünde doktor gülümsedi.
 
Teşekkür edip odadan ayrıldım. Zehre hemen ne olduğunu sordu. Erman kenara çekilmiş telefonla konuşuyordu.
 
“Zehre, serum verdi. Ben istemiyorum, hadi gidelim.”
 
Zehre kaşlarını çattı. “Olmaz. Çocuk gibi mızmızlanıp durmasana.” Elimdeki kağıdı çekip aldı. “Bu ne? Kime vereceğiz bunu?”
 
“Hemşireye.”
 
Zehre odadan çıkan hemşireye kağıdı uzattı. Hemşireyi takip ettik. Odalardan birine girdik. Hemşire hemen işini yapmıştı. Neden bu kadar acele ediyordu ki? Damar yolu açarken yüzümü buruşturdum. Neyse ki hiç bir şey hissetmemiştim.
 
“Ay ne kadar hafif eliniz var.” Diye çıkıverdi ağzımdan.
 
Bana gülümsedi. “Öyle mi?” Ayağa kalkıp kağıt parçalarını tepsiye attı. Daha sonra şırıngaya hazırladığı ilacı serum poşetine saldı. “Serumun bitince seslenirsiniz.” Damlalarını da ayarladıktan sonra odadan ayrıldı.
 
Zehre yanımda duran sandalyeye oturup yatağa eğildi. “Meyra, biraz başını kaldırayım mı?” Yatağın yanındaki düğmelere bakıyordu.
 
“Hayır elleme. Bir de bozarsın falan.”
 
“Ay ne var bozacak? Çok kolay bak. Dur kaldırayım.” Düğmenin birine bastığında sırtım hafifçe kalktı. “Dur ayaklarını da kaldırayım.”
 
“Ya Zehre oynama şununla.”
 
“Dur bak bir de kıçını kaldıracağım.” Kısa bir kahkaha atarken bir düğmeye daha bastı. Ayaklarım yükseldi bu kez.
 
“Zehre ağzına sıçayım senin.”
 
Tekrar kahkaha attı. “Dur kıçın çukurda kaldı. Düzelteyim.”
 
“Eski haline getir şunu. Yoksa seni bu yatağa yatırır, iki kat yaparım seni. Haberin olsun.”
 
Bu kez kıçım da yukarı çıkmaya başladı. “Sanki yatak yükseldi dimi? Aşağı indireyim biraz.” Zehre yatakla uğraşırken, oflayarak başımı yastığa koydum. Uzun uğraşlar sonucu yatağı eski haline getirebilmişti.
 
Dakikalar sonra Erman odaya girdi. “Ne dedi doktor?”
 
Zehre “Midesini üşütmüş,” dedi. Ardından ayaklandı. “Ben bir lavaboya gideyim.” Ne yaptığını anlamış ona kaşlarımı çatmıştım. Bizi yalnız bırakmaya çalışıyordu. Kaş göz yaptım ama yerine oturmadı.
 
Bu kez yanımdaki sandalyeye Erman oturmuştu. Dirseklerini dizlerine yaslayıp yüzüme baktı. Bana bu kadar yakın olmasını şuan istemiyordum. Çünkü berbat haldeydim!
 
“Nasıl hissediyorsun?” Diye sordu.
 
Bir sorun yok. Kalbimin hızlı atması dışında.
 
“İyiyim.” Dudaklarımı birbirine bastırdım. Gözlerimle serumu işaret ettim. “İlaç koydular. Galiba bitince çıkabilirim.”
 
“Gördün mü? O kadar inadı boşuna yaptın.”
 
“Sana da zahmet oldu. Belki işin vardı.”
 
“Evde Uraz ve Zehre'nin tartışmasını dinlemekten başka işim yoktu.” Dudakları hafifçe yana kıvrılırken, bende tebessüm ettim.
 
“Kardeşler...” dediğimde kıkırdamaya başladım. Erman da gülümsüyordu.
 
Birkaç dakika geçen sessizlikten sonra Erman’ın telefonuna arka arkaya gelen mesajlarla sessizlik bozuldu. Bir gözüm onun üzerindeydi. Erman sırtını dikleştirip pantolonun cebinden telefonunu çıkardı.
 
Telefonuna göz gezdirdi. Dudaklarımı ısırdığımı fark ettim. İçim içimi kemiren bir merak vardı. Mesaj atan kimdi ki bu saatte? Esra olabilir miydi?
 
İçimi çekerek bir nefes alıp verdim. Serumuma baktım. Hemen hemen yarısına gelmişti. Tekrar gözlerimi Erman’a çevirdim. Mesaj yazmaya başladı. Ama kısa bir mesajdı. Hemen yazıp yolladı. Telefonu tekrar cebine koydu. Ona baktığımı fark edip gülümsedi.
 
Tekrar mesaj geldi. Ama bu kez bakmadı. Birden dudaklarımdan beklemediğim bir soru dökülüverdi.
 
“Sen.. Esra ile birlikte misin?” Anında vücuduma ateş basmış, dilim uyuşmuştu. Ben bu soruyu nasıl sorabilmiştim aklım almıyordu. “Yani.. siz şey..” Sıkıntıyla bir nefes alıp verdim. “Sizi, kahvaltıda gördüm. Güzel bir kadın yani..”
 
Konuştukça batıyordum. Allah aşkına bu serumun içine ne koymuşlardı? Aptalın tekiydim.
 
“Hayır.” Dediğinde, gözlerimi odada dolandırırken bir noktaya sabitledim. “Esra herkese yakın davranan, sevecen bir kız. Özellikle bana bir yakınlık gösterdiği falan yok.” Sesi düzdü. Yüzüne bakamıyordum. Cevap veremedim. Birkaç saniye sessizlikten sonra, “Sen?” diye sordu. “Deniz Can ile görüşüyor musunuz?”
 
Uğradığım şokla, sesli bir şekilde yutkundum. Gerçekten bu beklemediğim bir şeydi. Yüzüne henüz bakabilmiştim.
 
“Ben.. Hayır, aslında..” cümlemi güçlükle kurmaya hazırlanırken o anda Zehre’nin sesiyle duraksadım.
 
“Aslında, Deniz Can, Meyra ile görüşmek istiyor abi.” Yatağın ucunda dururken, bir elini beline yasladı. Ona kötü kötü baktım.
 
Erman gözlerini bana çevirdi. Ne söylemek istediğini düşünüyordu sanki. “Seni rahatsız ediyor mu?”
 
“Hayır.” Dedim hazırcevap olarak. Gerçi bir daha mesaj atıp atmadığını bilmiyordum. Telefonum hala mikrodalga fırınının üzerindeydi.
 
“Deniz iyi çocuktur.” Diyerek başını salladı.
 
Zehre, “Ne demek iyi çocuk?” diye parladı. “Kıza asılıyor resmen abi, bir şey yapmayacak mısın?”
 
Sinirle dişlerimi sıktım. Bu kızın ne yapmaya çalıştığına anlam veremiyordum. “Zehre.” Diye uyardığımda Erman’ın ağzından çıkacak her kelimeden korkmaya başladım.
 
“Biliyorum Zehre.” Dedi baskın bir sesle. “Onunla konuştum. Meyra'yı tanımak istediğini bana söyledi.” Saçını hırsla karıştırdı. Daha çok sakin kalmak istiyor gibiydi. Zehre onu kızdırmıştı. “Deniz iyi çocuk, Meyra'yı da üzmez.” Sandalyeden kalktı. Bana bakmıyordu. “Meyra da onu tanımak isterse, ben karışamam.” Odadan çıktı.
 
Boğazıma bir yumru oturmuştu. Birden içimi çektiğimi, gözlerimden yaş aktığını hissettim. Zehre hemen sandalyeyi yatağın dibine yanaştırdı. Serum bağlı kolumu tutup başını koydu. Diğer elimle gözyaşlarımı sildim. Acınacak bir haldeydim.
 
🌺
 
Araba evin önünde durduğunda, “Teşekkür ederim.” diyerek kapımı araladım.
 
Erman, “İyi geceler Meyra.” Dediğinde yüzüne bakamadım. Arabadan indiğimde Zehre de hemen inip ardından kapısını kapadı.
 
Boynuma sıkıca sarıldı. Saçlarımın arasından kulağıma, “Sakın üzülme.” diye fısıldadı.
 
Sırtını sıvazlayıp ondan ayrıldım. “İyi geceler.” Öpücük atıp el salladım ve bahçe kapısından girdim.
 
Eve girmek istemiyordum. Ama Erman, ben içeri girene kadar gitmeyecekti. Kapıyı tıkladım.
 
İçeri girer girmez annem ne olduğunu sordu. Gerçi Zehre ile telefonda konuşmuşlardı ama yine de bana da soruyordu. Kısaca özet geçtim ve uyumak istediğimi söyleyip odama çekildim.
 
Biraz penceremin önünde oyalandım. Dışarıyı izledim. Mermerde duran çiçeğime göz ucuyla baktım. İçli içli, içimi çekerek yatağıma oturdum.
 
Bu sevda ile ne yapacaktım bilmiyorum.
 
Aklıma telefonum geldi. Herkes yatmıştı. Saatin kaç olduğunu bile bilmiyordum. Uzun zamandır pencere önündeydim, onun farkındaydım. Sessiz adımlarla aşağı indim. Mikronun üzerinden telefonumu alıp yukarı çıktım.
 
Ekranda birçok bildirim vardı. Ama ondan önce şarja takmam gerektiğini fark ettim. Yüzde beşti.
 
Başucumdaki prize takıp telefonu elime aldım. Saat gecenin üçüydü. Ne ara bu kadar geç olmuştu, anlamamıştım. Sırasıyla bildirimlerime bakmaya başladım. Whatsapp tan mesajlar vardı. Defalarca aramalar vardı.
 
Hepsini yana kaydırıp silerken Deniz Can'ın ismiyle duraksadım. Mesajı yana kaydırıp silecekken Erman’ın sesi kulaklarımda yankılandı.
 
‘Deniz iyi çocuk, Meyra’yı da üzmez.’
 
Mesaja tıkladım.
 
“Duydum ki hasta olmuşsun. Geçmiş olsun sinirli kız.” Sonunda yine bir gülümseyen surat vardı.
 
Cevap yazmak ve yazmamak arasında gidip geldim. Kafam karman çormandı. Sonunda kendimi mesaj yazarken buldum.
 
“Dün yazdıklarımdan dolayı kusura bakma. Biraz öfkeliydim ve sana patladım. Normalde asla böyle biri değilim. Sakinimdir aslında.” Mesajı gönderip tekrar bir mesaj yazmaya başladım. “Futbolu severim. Pilavı ketçapla yerim. En sevdiğim içecek, Türk kahvesidir. Alkolden hoşlanmam. Yürümeyi severim. Biraz sakarımdır. Belayı her zaman üzerime çekerim. Köpek fobim vardır, görünce kaçacak yer ararım. Belli bir hobim yok. Yapmaktan zevk aldığım birçok şey vardır.” Mesajı gönderdim ve “Peki sen?” diye tekrar bir mesaj yolladım.
 
Telefonumun ekranını kilitleyip başımı yastığa koydum. İçimde koca bir boşluk var gibi hissediyordum. Gözlerimi kapadığım her an onun yüzü, onun sesi vardı. Uyuyamıyordum.
 
Bir sağa, bir sola dönüp durdum. Başka bir şey düşünemiyor, onu aklımdan çıkaramıyordum. O yatağında huzurla uyurken, ben göğsümdeki sızıyla uyuyamıyordum.
 
Gözlerimi tavana diktim. Deli gibi uykum vardı. Gözlerimi ovuşturdum. Sonra telefonumum titremesiyle, komodinin üzerinden alıp gelen mesaja baktım. Deniz’den idi.
 
“Bende futbolu severim. Pilavı değil, makarnayı tercih ederim. En çok yoğurtlu yerim. Kötü alışkanlıklarım yok, bu konu da rahat olabilirsin. Sütlü kahveyi severim. Sportif biri olduğumdan, bende yürümeyi severim. Sürekli hareket halindeyimdir. Herkesle çabuk anlaşırım. Aklıma gelen bir fobi yok, ama başıma kötü bir şey gelmesinden korkarım. Bir çok hobim vardır. Spor yapmak, sosyalleşmek, seyahat etmek gibi. Ayrıca köpekleri severim.” Sonunda yine bir gülücük vardı.
 
İstemeden tebessüm ettim. Ve kendimi cevap yazarken buldum.
 
“Köpekleri bende severim. Bana yaklaşmadıkları sürece.”
 
“Başından, bununla ilgili kötü bir anı geçtiği belli oluyor.” Sonuna sürekli bir gülücük koyuyordu.
 
“Öyle. Hatırlamak bile tüylerimi diken, diken yapıyor.”
 
Birkaç dakika sonra cevap geldi.
 
“Tahmin etmek zor değil. Peki neden bu saatte ayaktasın?”
 
“Hastanedeydim. Sen nereden biliyordun hasta olduğumu?”
 
“Bu akşam maçım vardı. Mehmet de oradaydı. Seni görüp görmediğini sordum. O söyledi. Şimdi nasılsın?” Anlaşılan Mehmet'e de Ezgi haber vermişti.
 
“Daha iyiyim. Teşekkür ederim.”
 
Deniz ile bir saate yakın konuştuk. Konuşkan biriydi. Biraz da olsa kafam dağılmıştı. Hatta telefon elimde uyuya kalmıştım.
 
Ertesi sabah uyandığımda annemin tepemde dikildiğini gördüm. Ateşim var mı diye kontrol ediyordu.
 
“Uyandırdım mı?” Diye fısıldadı.
 
“Hayır, saat kaç anne?”
 
“On iki buçuk.” Sanırım hasta olduğum için beni uyandırmamıştı. “Nasıl hissediyorsun? Ağrın sızın var mı?”
 
“Yok. Serum iyi geldi galiba.”
 
Yatağının ucuna otururken gülümsedi. Bacağımı okşadı. “Sen küçükken de böyleydin. Bir günde iyileşir, ertesi sabah hiç bir şeyin kalmazdı.”
 
“Tabi ya! Domuz gibiyim ben, hiç bir şey olmaz.” Güldüğümde annem de güldü. “Üstelik beni pijamalarla hastaneye gönderdiğin için hala sana çok kızgınım.”
 
“Güzellik yarışmasına mı uğrayacaktın hanımefendi?” Dedi manalı bir ses tonuyla.
 
Kahvaltımı etmiş, bir duş almıştım. Neyse ki iştahım yerine gelmişti. Yine de az yemiştim.
 
Telefonumu şarjdan alıp baktığımda Deniz'in son mesajını okumuş ama cevap yazamadığımı fark ettim.
 
Son mesajında ise, “Madem tatlıya bu kadar düşkünsün, çok iyi bildiğim bir yer var. Tatlıları çok güzeldir. Bir gün seni oraya götürmek isterim.” yazıyordu.
 
Telefon elimde, ellerim dizlerimin üzerindeydi. Gözlerim ise pencerede.
 
Düşündüm ve telefonu dizlerimin üzerinden kaldırdım. “Akşam uyuya kalmışım.” Yolladığım mesajdan sonra tekrar yazmaya başladım. “Deniz, sana söylemem gereken bir şey var. Benim kalbimde biri var. Yani, bu yüzden artık benimle konuşmak istemeyebilirsin belki. Ama sana söylemem gerektiğini düşündüm. Benimle ilgilenmen, bana iltifatlar etmen inan bunlar çok güzel hissettirdi. Ama ben sana arkadaştan öte başka bir şey olamam. Sen gerçekten söylediğin gibi sempatik ve sıcakkanlı birisin. Yine de, arkadaş olmada benimle hemfikir olursan, mutlu olurum.”
 
Uzun bir süre cevap bekledim. Akşam aralıksız mesajlaşmış ve ona yanlış bir mesaj vermekten korkuyordum. Telefonumu tekrar kontrol ettim ama mesajımı henüz görmemişti.
 
Aşağı indim. Bahçede biraz vakit geçirdim. Bilgisayarıma kulaklığımı takıp bir film açtım. Canım pek bir şey yapmak istemiyordu. Gruptan yazılan mesajlara bile cevap vermek bana çok zahmetli görünmüştü.
 
Filmim bitmişti. Kulaklığımı çıkardığım sırada telefonumun ışığı yandı. Bu kez gruptan değil, beklediğim bir mesajdı. Telefonu hemen elime aldım.
 
“Buna şaşırmadım. Yani sevdiğin birinin olmasına.. Meyra, benim açık sözlü biri olduğumu belki anlamışsındır. Yalan değil, ben senden gerçekten etkilendim. Güzelliğinden. Çünkü henüz seni tanımıyorum. Aşık olmak için, bence zaman lazım. Bu yüzden, buna rağmen seninle görüşmek istiyorum. Belli mi olur, aşk olmasa da, belki arkadaş oluruz.” Yine sonuna bir gülen surat koymayı unutmamıştı.
 
“Peki. Bir şey daha söylemek istiyorum. Olur da, bana karşı bir şey hissetmeye başlarsan.. bunu anladığın an, aramızdaki arkadaşlığı sonlandırmanı istiyorum. Çünkü inan; seven bir kalbin acısı, sana da ağır gelir, bana da..”
 
“Anlaştık.” Ve yine bir gülümseyen surat. İstemeden tebessüm ettim. Deniz beni yanlış anlamadığı için içim rahattı. Telefonu masaya bıraktım. Sanki üzerimden bir yük kalkmış gibiydi.
 
Bahçe kapısının sesini duyduğumda başımı çevirdim. Gelen Yasemin abla ve Uraz idi. Uraz adımı haykırarak bana koştu ve boynuma sarıldı. Yanağıma bir öpücük bıraktı.
 
“Çok güzel kokuyorsun Meyra. Bıcı bıcı mı yaptın?”
 
Kısa bir kahkaha attım ve yanağından öptüm. Kelimeleri henüz yeni yeni tam oturuyor ve bıcır bıcır konuşması, onu daha bir tatlı yapıyordu.
 
“Evet. Ama sen daha güzel kokuyorsun.”
 
Yasemin abla elindeki anahtarları masaya koyarak karşıma oturdu. “Ne yapıyorsun Meyra? Rahatsızlanmışsın, geçmiş olsun.”
 
“Önemli bir şey değil Yasemin abla, sağ ol.” Gülümsedim. “Sen ne yapıyorsun? Kaç gündür gözükmüyorsun.”
 
“Ne yapayım be güzelim? Ev işi biter mi? Ağzım burnum derken akşam oluyor.”
 
“E geceleri de gelmiyorsunuz artık.”
 
“Sezgin abin yorgun oluyor. Bugün Pazar ya evde, televizyona bakıyor. Bende kahve içmeye geldim.”
 
“Hemen yapayım.”
 
Uraz'ı yanıma bırakırken, içeri geçip anneme Yasemin ablanın geldiğini haber verdim. Kahveleri yapıp, yanına annemin yaptığı anne kurabiyelerinden koydum. Ben kurabiye pek sevmezdim. Ama Tufan bayılırdı.
 
Kahveleri masaya bırakıp yine yerime geçtim. Uraz, açık bıraktığım bilgisayarıma bakıyordu. Annem ve Yasemin ablanın arasında sıradan bir sohbet geçiyor, arada bende katılıyordum. Benim asıl ilgi odağım Uraz idi.
 
Uraz şaşkınlıkla dudaklarını araladı. “Meyra ben sana mektup yazdım.” Eşofmanının cebine küçük elini soktu. “Ben ablama söyledim. Yazmamda o bana yardım etti.” Katlanmış defter yaprağını bana uzattı.
 
“Ya öyle mi?” Kağıdı açtım ve Zehre’nin yazısını hemen tanıdım. “Teşekkür ederim.” Sessiz bir şekilde yazılanları okudum. Beni sevdiğini ve büyüdüğünde benimle evlenmek istediğini yazmıştı. Zehre’nin de biraz Uraz'ı gaza getirdiğini tahmin edebiliyordum.
 
“Beğendin mi?” Diye sordu.
 
“Tabi ki beğendim. Ama sana bir şey söyleyeyim mi? İstersen mektubunu kendin de yazabilirsin.”
 
“Ama ben harf yazmayı bilmiyorum.”
 
“Olsun. Ne anlatmak istediğini, sen resim yaparak da anlatabilirsin.”
 
Birden gülümsedi. “O zaman, bir kere daha uyuyup kalktığımda sana bir tane daha mektup getireceğim.”
 
“Tamam anlaştık o zaman.”
 
Aradan bir saat falan geçmişti. Zehre bahçe kapısından içeri girdi. Üzerine bakılırsa, bir yerden geliyordu. Omuzundaki çantayı masaya bıraktı. Yanaklarımı öptükten sonra Yasemin ablanın yanına geçti. Zehre’nin ağzı kulaklarına vardığına göre, kesin Asım ile birlikteydi.
 
Biraz sohbet ettik. Zehre, “Çay yok mu?” diye sordu.
 
Annem, “Demleyin de içelim.” dedi.
 
Masadan kalkar kalkmaz Zehre peşime takıldı. Onun karın ağrısı başkaydı. Mutfağa girdim. Zehre arkamdan, bana öyle bir sıkı sarıldı ki tekrar istifra etmeye başlayacaktım.
 
“Bırak beni be! Sapık mısın? Bak kusacağım yine.”
 
Zehre hemen geri çekildi. Kocaman gülümsüyordu. Çaydanlığa su koydum.
 
“Çok mutluyum Meyra. Böyle mideme kramplar giriyor.”
 
Ocağın altını yakarken tezgaha kalçamı yasladım. “Asım ile birlikte olduğun o kadar belli ki.”
 
“Sahi mi?” Yüzündeki gülümsemesi daha fazla genişledi. “Bugün bana şarkı söyledi. Sesi de o kadar güzel ki anlatamam.”
 
“Sen iyice abayı yakmışsın.” Diye kıkırdadım.
 
Zehre sandalyeye oturdu. “Onu seviyorum.”
 
“Erken konuşma bence. Belki de sadece hissettiğin şey hoşlanma falandır.” Kollarımı göğsümde birleştirirken sorgulayıcı bir tavırla kaşlarımı havalandırdım. “Yani az görmedik, ‘Ben bu çocuğu seviyorum, ben bunun için bitiyorum, ben şuna bayılıyorum’ dediğini.”
 
“Hayır.” Derken sesi inceldi. “Onu gerçekten seviyorum. Onunla evlenip, çocuk yapmak istiyorum.” Zehre asla erkek arkadaşıyla evlenme hayali kurmazdı. Asım, gerçekten onun için farklı biriydi. Onu ilk kez böyle görüyordum.
 
Zehre cümlesini bitirir bitirmez masanın altından Tufan fırlayıverdi. Zehre ile korkuyla çığlık basarken Tufan bağırarak kaçmaya başladı.
 
“Anne! Zehre abla çocuk yapacakmış!”
 
 

Beyaz GardenyaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin