Bölüm 17: Bir Soğuk Rüzgar

1.3K 43 2
                                    

Bölüm 17:
Bir Soğuk Rüzgâr

Ne hissettiğimi anlayacak kadar kafam yerinde değildi. Ama her şeyin de farkındaydım.
 
Deniz Can beni öpmüştü!
 
Büyük bir şokla ona bakarken Erman’ın sesiyle Deniz Can bir anda önümden kayboldu. Erman onu itip, yüzüne yumruk attı.
 
“Şerefsiz!” Deniz Can’ın yakasına yapıştı.
 
Ben büyük bir şok içindeydim. İkisine de bakamıyordum. Titreyen elim alnıma gitti. Ardından boynuma. Parmaklarım zangır zangır titriyordu. Boğazımda acımsı bir tat vardı. Omuzumdaki çantamın sapını kavrayıp büyük bir adım attım. Buradan gidecektim. Kendimi psikolojik anlamda iyi hissetmiyordum.
 
Deniz Can “Özür dilerim Meyra!” diye bağırdı. Bakmadım. Yoluma devam ettim.
 
Duvar dibinde seri adımlarımı atarken arkamda birinin ayak seslerini duydum. O anda midemdeki ekşimeyle, çıkarmaya başladım. Kendimi tutmayı denedim ama nafileydi.
 
Elimi duvara yaslayıp eğildim. Sırtımda sıcacık bir el hissettim. Beni tüm iliklerime kadar heyecanla titreten bir temas.
 
“İyi misin Meyra?” Erman yüzüme doğru eğildiğinde kafamı öteki tarafa çevirdim.
 
Gözlerim doldu. Neden bilmiyorum ama sanırım alkolün verdiği mayhoşlukla birden duygusallaşmıştım. Çantamı açıp mendil bulmayı ümit ettim. Ama ellerim o kadar titriyordu ki çantam bile sallanıyordu. Kalbim yerinden çıkacak gibiydi. Mendilimi bulup yüzümü temizledim.
 
“Sen alkol mü aldın?” Diye sordu. Öfkeli bir ses tonu vardı.
 
Burnumu çekerek başımı kaldırdım. “Aldım.”
 
“Şerefsiz kıza bir de alkol içirmiş.” Diye mırıldandı. “Gelmiş bir de seni öpüyor! Delireceğim ulan! Delireceğim.” Hırsla saçlarını karıştırıp yüzünü sıvazladı.
 
“Ben eve gideceğim.” Yanından geçeceğim sırada önüme geçti hızlıca.
 
“Onunla bir daha görüşmeyeceksin değil mi Meyra?”
 
“Sana ne?” Diye soludum kayan kelimelerimle.
 
“Ne arıyordun onun yanında?”
 
“Erman beni rahat bırak.” Ondan kaçmaya çalışıyordum ama bir türlü karşılaşıyorduk.
 
Kolumu tutup sarstı. “Ya öptü adam seni öptü!” Sesi yüksekti. “Senin iznin olmadan, sana bunu nasıl yapar?”
 
“Farkındayım! Ama bırak, bunu onunla ben halledeyim.”
 
“Nasıl bırakayım?” Yüzü yüzüme yakınlaştı. “Seni gözümün önünde zorla öptü.” Tane tane, sinirle döktüğü cümleyle bir elini sürekli diğer avucuna vurdu.
 
Ondan uzaklaşmak adına kolumu yavaşça çekip bir adım geri attım. “Görmezden gel.”
 
Bunca zaman beni görmediğin gibi, şimdi de görmezden gel.
 
Sinirle güldü. “Delirteceksin beni.” Parmaklarıyla alnını ovaladı. “Yavşak bir de özür diliyor!”
 
O öfkeliydi. Benimse kafam karışık.
 
Gözlerimin ıslanmaması için bir an bakışlarımı yıldızlı gecenin karanlığına diktim. “Seni ilgilendirmiyor.” Yutkunup sesimi dümdüz çıkardım. “Benim hayatım, seni ilgilendirmiyor Erman. Hayatıma bir daha müdahale etme.”
 
Arkamı dönüp seri adımlar atmaya çalıştım. Ama Erman iki adımda beni yakalamış, kemikli parmaklarını koluma sarmıştı. “Anlamıyorsun Meyra.” Beni kendine çevirdi. Tekrar yakınlaştık. “Anlamıyorsun.”
 
Kollarımı sarsarak geri çekildim. “Anlamıyorum!” Hırsla sesimi yükselttim. “Ben artık yoruldum! Senden uzak duruyorum işte, daha ne istiyorsun? Benden ne istiyorsun Erman?” Gözyaşım sessizce yanağımdan süzüldü. “Niye sürekli biz yan yana geliyoruz? Niye kendini uzak tutamıyorsun? Benden ne istiyorsun Erman?” İçimi çekerek gözlerimi yumduğumda ıslak kirpiklerimin arasından yaşlar süzüldü. Bakışlarımı kaçırdım. “Beni korumaya çalışma. Bu bana acıdan başka bir şey vermiyor.”
 
Önünden geçip giderken çantamın sapını avucumun arasında sıktım. Bunları söyleyebildiysem alkolün verdiği bir anlık cesaretti.
 
Zar zor tuttuğum gözyaşlarım almış başını gitmişti. Bahçe kapısına tutunup içimi çekerek ağlamaya başladım. Kapıyı açmadım. Açamadım. Duvar dibine kaydım. Yüzüm duvara dönük, hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım.
 
Elimi duvara yasladım. Her sildiğim gözyaşının yerine, daha fazlası geldi. Göğsüm sıkışıyordu. Hıçkırıklarıma nefesim yetmiyordu. Omuzlarım sarsıla sarsıla içimi akıttım.
 
Bahçe kapısı açıldığında, gözyaşlarımla birlikte kapıya döndüm. Annem şaşkınlıkla bana bakıyordu.
 
“Meyra? Ne oldu?”
 
Yanıma geldiğinde duvar dibinde doğruldum. “Canım yanıyor.” Dudaklarım daha da büzüldü. Gözlerim iyice kapandı. Annem kollarını açarak bana sarıldı. Hıçkırıklarım onun göğsünde kayboldu.
 
Saçımı okşayıp sıkıntıyla içini çekti. “Geçecek. Geçecek kızım.” Kolumu sıvazladı. Sırtımı sıvazladı. “Senin canını severim ben. Ne olur üzme kendini.” Yanağımı okşayıp, yaşlarımı sildi. “Ağlama. Benimde yüreğimi dağlama.” Kolumdan tutup beni ayağa dikti. “Gel bakayım içeri. Baban yattı. Anlat bana.” Gözyaşlarım yavaşlamadı. Annem beni bahçeye soktu. Çardağa oturttu. “Ne oldu da sen bu hale geldin?”
 
“Benden uzak olsun istiyorum.” Burnumu çekerken, ellerimle kendimi işaret ettim. “Çünkü onu unutamıyorum.”
 
“Seni rahat bırakmıyor mu Meyra? Seni sıkıştırıyor mu kızım bir şey söyle?”
 
Dudaklarımı birbirine bastırırken hızlıca kafamı sağa sola salladım. “Keşke bir şey yapsa anne. Belki, kolayca nefret edebilirdim.”
 
“O zaman? Sana bir zararı yok. Sen neden bu haldesin?”
 
“Anne anlamıyorsun.” İçimi çekerek başımı çevirdim. Yerimden birden ayaklandım. “Ben yatmaya gidiyorum.”
 
Odama çekilirken bir süre sessizce ağladım. Bilmem kaçıncı peçeteyi çöp kovama attım.
 
Sırtımı yatak başlığına yaslarken gözlerimi karşımdaki kıyafet dolabıma diktim. Eşyalarımın arkasına sakladığım, Erman’ın siyah tişörtü aklımdaydı. Annem onu bulmasın diye, kıyafet dolabım her zaman düzenliydi.
 
Ona olan aşkım o kadar büyüktü ki, şuan bu sevginin altında eziliyordum.
 
Bir bakışıyla, bedenimi heyecanla titreten adam; kırıcı sözleriyle beni paramparça yapmıştı.
 
Aklımda sürekli dönüp duran o sözleri, unutmak mümkün değildi. Kendimi aşağılanmış hissetmiştim. Sanki benim sevgim, ona layık değildi.
 
Peki şimdi neden sürekli yanımdaydı?
 
Ertesi sabah okula giderken telefonum ikinci kez çalıyordu. Arayan Deniz Can’dan başkası değildi. Meşgule atmadım. Sessize aldım.
 
Zehre, “Kim bu saatte arayıp duruyor?” Diye sordu.
 
Omuzumu silktim. “Bilmem. Yabancı bir numara. Dolandırıcı falandır herhalde.” Her şeyimi paylaştığım arkadaşlarıma şuan yalan söylüyordum.
 
Ekin telefonunu çantasından çıkarırken yüzümüze baktı. “Aman aman! Annemi de aramışlar dün. Allah'tan kandıramamışlar.”
 
Zehre yolun karşına bakarken hayretle gözlerini açtı. “Ya ben şaşıyorum. Bu insanlar nasıl bu kadar kanabiliyor?”
 
Ekin bir anda sohbeti değiştirdi. “Murat beni takip etmek istiyormuş.”
 
Birden gülümsedim. Zehre garip garip yüz hareketleri yapmaya başladı. “Seninki mi?”
 
“Saçmalama Zehre.” Ekin bana doğru baktı. “Ne yapmalıyım sizce?”
 
Zehre, “Kabul edeceksin tabi ki! Sonra sende onu takip edeceksin.” Diye atıldı.
 
Başımı sallayarak onayladım. Ekin telefonuyla ilgilenirken benim telefonum tekrar çalmaya başladı.
 
Zehre, “A ama!” Diye telefonuma atıldı. “Sabah sabah dolandırmaya insan mı bulamadı bunlar seni arıyor? Ver ben açacağım. Küfür edeceğim sadece.”
 
Telefonumu çekelerken, “Onlar değil, onlar değil!” Diyerek kurtardım. “Deniz Can arıyor.”
 
Zehre yürümeye devam etti. “Rüyasında görmüş belli ki.” Tekrar ağzını burnunu kaydırırken omuzuna patlattım.
 
“Pis düşüncelerini Asım ile kendine sakla. Sapık.” Bana dilini çıkardı. Telefonu açtığımda Deniz Can heyecanla adımı söyledi.
 
“Meyra?”
 
“Okula gireceğim Deniz Can. Müsait değilim.” Kızlardan biraz uzaklaştım.
 
“Dur kapatma lütfen!” sıkıntılı nefesimi duymuş olmalı ki devam etti. “Sadece seninle konuşmak istiyorum. Lütfen. Okul çıkışı tatlıcıda görüşelim mi?”
 
Bir kaç saniye sustum. Neden bilmiyorum ama birden ağzımdan “Tamam,” çıkıverdi. Ardından telefonu hızla kapadım. Kızlara seri adımlarla yetiştiğimde Asım'dan bahsediyorlardı.
 
Zehre, ellerini birbirine kenetledi. “O günden sonra birbirimize daha yakınız sanki. Beni kaybetmekten korkuyor. Bende onu kaybetmekten korkuyorum.”
 
Ekin hayranlıkla içini çekti. “Kıyamam ya.”
 
Gülümseyerek, “Ne kaçırdım?” Diye sordum.
 
Zehre, “Abimle olan olayları var ya..” dedi sıkıntıyla. Unutmuş gibi yapıp tebessüm ettiğimde Zehre devam etti. “O günden beri, Asım ile birbirimize daha yakınız. Gece uyurken bile mesaj atıyor. ‘Abin ne derse desin seni asla bırakmam’ dedi.” Ellerini göğsüne yerleştirdi. “İçim içime sığmıyor. Abimle tanıştıktan sonra ilk kez biri bana bunu söylüyor. Ondan korkmuyor ama o kadar saygılı ki sesi çıkmıyor.”
 
Tebessüm ederek koluna girdim. “Önemli olan saygılı olması değil mi zaten?” Zehre salak gibi sırıtırken, kolumla dürttüm. “Salak gibi sırıtmaya devam edeceksen, biz Ekin ile diğer taraftan gidelim.” Kıkırdadık.
 
Okul çıkışı kızlara Deniz Can ile görüşeceğimi söyledikten sonra onlardan ayrıldım.
 
Sahil boyunda yürürken, bir yandan onun yüzüne nasıl bakacağımı düşünüyordum. Ben utangaç biriydim. Utanması gereken ben değilken bile utanan bir yapıya sahiptim.
 
Deniz Can’a ne tepki vereceğimi bile bilmiyordum. Bankta biraz oturup kendi kendime sakinleşmeye çalıştım.
 
Sanırım olayları akışına bırakıp aklımdan geçeni söylemek en iyisiydi.
 
Sahil boyunda yavaşça yürümeye devam ettim. Karşı kaldırıma geçerken gözüm tatlıcıdaydı. Deniz Can hemen gözüme çarpmıştı. En son oturduğumuz masada oturmuş, bacağını sallayıp duruyordu.
 
Bahçeye girer girmez gözleri beni buldu. Kalbim çok hızlı atıyordu. Heyecan değil korkudandı. Bana söyleyeceklerinden. Ve kendi tepkimden korkuyordum. Dün akşamki olaya rağmen kalbini kırmaktan korkuyordum.
 
Masaya geçtiğimde hafifçe kalkıp oturmamı bekledi. El sıkışmadık. Sadece “Hoş geldin,” dedi. Tebessüm ettim. “Bir şey alır mısın? Sufle söyleyeyim sana. Sen seversin.”
 
“Yok. Bir şey almayacağım. Teşekkür ederim.” Yüzümde buruk tebessümüm duruyordu.
 
Birkaç saniye sessizdik. Garson Deniz Can’a çay getirirken bana bir şey alıp alamayacağımı sordu. Hiç bir şey istemedim. Bir an önce eve gitmek istiyordum. Belki benim olayım buydu. Kaçmak.
 
“Erman, sana karşı fazla korumacı.” Dedi. İsmini söylemesiyle bile yüreğim sıkışıyordu.
 
“Öyle. Hepimize karşı öyle. Sadece bana değil. Kardeşi gibi koruyup, kollamaya çalışıyor sağ olsun.”
 
“Kardeşini düşünemiyorum. Kız kim bilir neler çekiyordur ondan.”
 
“Kardeşler. Senin de ablan var. Kardeş atışması güzeldir. Bilirsin.”
 
“Ben ablama asla bu kadar tepki göstermem. Koskoca kadın, medeni insanlar gibi karşısındakiyle konuşmasına müsaade ederim.”
 
“İnsanlar farklı işte. Herkes seninle aynı düşünceye sahip olamıyor.”
 
Mesafeli konuşmam onun germiş olmalıydı. İçini çekerek, “Meyra..” dedi. “Bak, dün akşam yaptığım şeyin hiç bir savunulacak tarafı yok.”
 
“En azından bunun farkında olmana sevindim.”
 
“Özür dilerim.” Dudaklarını ıslattı. Ellerini masanın üzerinde birleştirdi. “Yani o an, ben böyle bir şey nasıl yaptım? Ben kendime inanamıyorum. Ama Meyra..” dedi gözlerimin içine bakarak. “Pişman olmadım.”
 
“Beni buraya pişman olmadığını söylemek için mi çağırdın?” Kaşlarımı sinirle havaya kaldırdım.
 
“Hayır. Demek istediğim; seni öptüğümde içimde oluşan o heyecanı anlatamam.” Gözlerimi kaçırdım.
 
“Deniz Can bunu yapmamalıydın. Ben seni arkadaşım olarak görüyorum, bunu biliyordun.”
 
“Ben şansımı denemek istiyorum Meyra. Sen bana umut vermeseydin, ben seni öpmeye cesaret edemeyecektim belki de bilmiyorum.”
 
“Ben sana umut mu verdim?” Biraz öfkeli biraz şaşırmıştım.
 
“Sana sordum. ‘Elinde olsa sever miydin?’ Diye sordum. Bana ‘evet’ dedin.”
 
“Ama elimde değil Deniz Can. Elimde değil. Yani bunu yanlış anladıysan, asıl ben özür dilerim.” Şuan ikimiz tartışıyorduk. Düşünerek cevap vermeye, kalbini kırmamaya çalışıyordum.
 
“Ben yanlış falan anlamadım. Dün akşam da, yanında olduğumu sevdiğini söyledin. Meyra, bunlar umut değil de ne?”
 
“Dün akşam ben sarhoştum Deniz Can. Ne dediğimi bile bilmiyordum. Farkında mısın bilmiyorum ama sen beni o haldeyken öptün. Bunu bana savunamazsın.”
 
“Senden cesaret aldım. Belki dün gece yapmasaydım, bugün yapacaktım. Yapardım. Sana açılacaktım.”
 
Tekrar gözlerimi kaçırdım. Yutkundum. “Deniz Can. Konu sapmadan, ben gitsem iyi olacak. Yoksa ben kalbini kıracak bir şey söylemek istemiyorum.”
 
Kalkacağım sırada kolumu tuttu. “Beni dinle yeter. Ondan sonra bana istediğini söyle.”
 
Yerime geri oturdum. Omuzlarıma oturan yükten miydi emin değilim. Yine kaçmaya çalıştım. Bu kez başaramadım. Sahiden ben ona umut mu vermiştim? En acı, insanı içten içe tüketen o umudu ona vermiş miydim? Yutkunamadım.
 
“Ben özür dilerim.” Diye fısıldadım. “Eğer sana umut verdiysem, eğer seni belirsiz bir şeye inandırdıysam, gerçekten özür dilerim.”
 
Kolumdaki elini bileğime doğru kaydırdı. “Elini tutabilir miyim?” Elimi çekmeye çalıştım. Beni durdurdu. “Lütfen. Bunu sadece ben istiyorum, farkındayım. Bundan sonra beni görmeyeceğini de biliyorum. O yüzden, sadece buna izin ver.” Yüzüne bakamadım.
 
Gözlerim dolmuştu. Bu çaresizlik bende de vardı. Bir kez bile ona dokunma şansım olsa, doya doya sarılmak isterdim.
 
Başımı sallayarak elimi ona doğru uzattım. Deniz Can yavaşça elimi tuttu. Diğer elini, elimin üzerine koydu.
 
Dudaklarımı ağırca ıslatırken gözlerim ellerindeydi. “Sen, söz vermiştin Deniz Can. Bir şey hissettiğinde mesafe koyacağına dair bana söz vermiştin.” İnkar ile birlikte gözlerimi ona çıkardım. Sanki o arkamda başka birine bakıyordu. Bakışlarını hemen bana çevirdi.
 
“Belki beni seversin diye düşündüm.” Elimi parmaklarının arasına aldı. “Ben bunun hala arkasındayım Meyra. Bana şans verirsen, ben beklerim. Beni sevmeni beklerim.” Gözlerimi kaçırdığımda yüzüme doğru eğildi. “Ben anlayışlı biriyim biliyorsun.”
 
“Yapamam. Bunu sana yapamam, kendime yapamam. Anla beni.”
 
Elimi aniden dudaklarına götürdü. Nazikçe öpüp, dudaklarını çekmeden fısıldadı. “Ben her şeye hazırım.” Elimi indirdi ama bırakmadı. Çekmeye çalıştım. Yine izin vermedi.
 
“Deniz Can zorlaştırma.”
 
O anda yeni bir şok yaşadım. Erman yanımdan rüzgar gibi geçip Deniz Can'ın yakasını yakalayıp onu geriye doğru savurdu. Deniz Can’ın elleri, elimden kaydı.
 
“Erman?” Diye ismi döküldü dudaklarımın arasından.
 
Erman ortamızdaki sandalyeyi çekip sinirle oturdu. Deniz Can’a doğru dönüp dirseğini masaya koydu. “Derdin ne lan senin?”
 
Deniz Can gözlerini tehditkar bir tavırla kıstı. Onu böyle görmeye alışkın değildim. Yine bir olay çıkacak diye korkmaya başlamıştım.
 
“Benim derdim belli Erman. Ama ben senin derdini anlayamadım.” O da Erman gibi, dirseğini masaya dayadı. “Bu kıza senin karışmaya hakkın yok.”
 
Erman daha da sinirlendi. Hızla kalkıp ona vurmak üzereydi. Ben kolunu yakaladım ve önüne geçtim. “Senin ağzını burnunu kırarım burada.” Birbirlerine o kadar hızlı cevap veriyorlardı ki, aralarına bir türlü girip konuşamıyordum. “Lan sen ne gevşek adamsın. Sen bu kızı dün akşam zorla öpmedin mi? Gelmiş hala elini hangi yüzle tutuyorsun!?” Onu tutmak için elimi göğsüne koyduğumda, hızla atan kalbini avucumun içinde hissettim. Duraksadım. Onun kalbini ilk kez bu kadar yakından hissetmek, beni düz duvara toslatmıştı. Sanki kalbim, onun kalbiyle atıyordu. Bana baktı. “Meyra sen? Sen buna nasıl izin veriyorsun? Hala nasıl onun yanında oturup, elini tutup öpmesine izin veriyorsun?” Dedi öfke barındıran sesiyle.
 
Ben sadece; sıcak göğsüne yerleştirdiğim avucumun içinde, deli gibi atan kalbini hissediyordum. Zaman ağır işliyordu bana.
 
“Zorla öpmedim.” Dedi Deniz Can. Erman gözlerimin içine baktı. Bu kez hırsla nefes almaya başladı. Göğüs kafesi inip kalkıyordu. “Meyra kendi söyledi; elinde olsa beni seveceğini.”
 
“Doğru mu?” Cevap veremedim. “Gerçekten onu sevmek istiyor musun?” Kısık kirpiklerinin arasından gözlerime bakmayı sürdürdü.
 
Bir rüzgar esti ardından. Soğuk, ama tenimi haşlayan. Saçlarımın arasından geçip giderken, benliğimi alıp götüren. Dudaklarımın arasından süzüldü. Boğazımı yakıp kavurdu.
 
Elimi, onunla olan temasımdan ayırırken kuru dudaklarımı ıslattım ağırca. Gözlerimi sadece o an kaçırdım. Tekrar kahve gözlerine kilitledim bakışlarımı.
 
“İstiyorum.”
 
Sana veda edemiyorum ama, kavuşacak gibi de değiliz.

Beyaz GardenyaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin