Bölüm 34: İki Küskün Kalp

734 38 3
                                    

Bölüm 34:
İki Küskün Kalp

🌺

🎵 Ufuk Çalışkan- Unutmak İstiyorum

*

O sevdiğim, çok özlediğim Pazar kahvaltısındaydım. Fiona geçen yazdan veri daha bir büyümüştü sanki. O da masada benim yanındaki sandalyede oturuyordu.

Annem "Uzak tutun şu hayvanı masadan," diye hayıflandı. "Kaç oldu söylüyorum?"

Tufan omuzlarını düşürdü. "Ya anne zaten kendi tabağında başka bir şeye dokunmuyor."

"Zaten sen alıştırdın onu böyle!"

Başımı Fiona'ya doğru yasladım. "Anne o da aileden değil mi? Niye öyle diyorsun?"

Annem Fiona'ya doğru bir öpücük attı. "Tabi öyle. Canım kızım benim."

Babam dahil hepimiz gülmeye başladık.

Tufan, "Abla valla annem Fiona'yı bizden daha çok seviyor," diye şikayet etti.

"Oysa en çok karşı gelen annemdi." Yandan yandan gülümsedim.

"İyi ki gelmiş benim kızım."

Ekmeğimi dudaklarıma götürürken anneme baktım. "Anne bana bile söylemedin bunu." Bu kez gülen annemdi.

Tufan tabağındaki zeytin çekirdeğiyle oynarken "Bir gün Fiona çok hastalandı," dedi. "Erman abiyle gece veterinere götürdük. O da çok ilgileniyor, çok seviyor Fiona'yı."

Ağzımdaki ekmeği yutamadım. Her adi geçtiğinde böyle mi olacaktı bilmiyorum. Gülüşüm donuk bir hal aldı.

Babam hafifçe öksürdü.

"Şimdi ne yapacaksın kızım?" Diye sordu. "Malum okulun bitti."

Annem "Dur Hüseyin, daha kız yeni geldi," dedi. "Bir dinlensin. Kafasını toplasın."

"Aslında babam doğru söylüyor anne. Okulum bitti, bir an önce iş bulmam lazım. Babam söylemese de bu hafta okullara cv bırakacaktım." Çayımdan bir yudum aldım. "Anasınıfı öğretmenliği ilk tercihim. Eğer olmazsa, başka bir yerde de çalışabilirim. İş hayatına bir an önce atılmam lazım."

Babam ağırca nefes alıp verdi. "Çalıştığım şirketin sahibi, şirket yakınına bir anaokulu açmayı düşünüyor. Hatta tadilatı falan bitti. Son bir düzenleme yapıp her şey bitecek.. Eğer sende istersen, orada çalışmayı kabul eder misin? Patronumuz Hilmi Bey çok iyi biri Meyra. Bana geçenlerde mezun olup olmadığını sordu. Ne diyorsun?"

"Bu çok güzel bir haber baba." Gülümseyerek kalktım ve yanağını öpüp sarıldım. "Teşekkür ederim."

🌺

Akşam saatine yakın bir vakit, hızlı adımlarla soluğu Duygu'ların kapının önünde aldım.

Erman ile karşılaşmamak için sağıma soluma bak baka koşarak gelmiştim. Kapının önünde derin bir nefes alıp verdim ve kapıyı çaldım.

Duygu kapıyı araladı ve içeri geçtim. Kızlar çoktan gelmişti bile. Bu akşam Zehre için toplanmıştık.

Ekin, elini Zehre'nin dizine koydu. "Kadir abiye söyledin mi?"

"Hayır."

"Geri zekalı." Dedi Duygu sinirle. "Madem bu boku yiyorsunuz, ne diye korunmuyorsunuz? Cahil misiniz siz?"

"Duygu.." Diyerek bakışlarımı ona çevirdim.

Zehre ağladı ağlayacak olan gözlerini sıkıp açtı. "Ya tamam gelmeyin üstüme."

Ezgi dudaklarını birbirine bastırdı. "Ne yapacaksın şimdi Zehre. Bu ciddi bir şey."

"Aldırmayı düşünüyorum."

"Saçmalama!"

"Hayır!" Hepimiz bir ağızdan bağırdık.

"Başka çarem yok!" Zehre dudaklarını ısırdı. "Abim öğrenirse deliye döner. Annem, babam.."

"Bunu önceden düşünseydin, şimdi bunu düşünmezdin." Duygu tekrar acımasızca konuştuğunda bu kez Ekin kızgın bakışlarını ona çevirdi.

Ezgi, "Kadir abiyle konuşup bunu çözün bence," dedi.

"Ya istemezse.." Sıkıntıyla içini çekti.

Ekin hafif bir tebessüm etti. "Kadir abi öyle biri değil. Eminim bir yolunu bulacaktır."

Duygu tekrar acımasızca konuşmaya devam etti. "Kullanıp attı seni kızım işte. Size sahip mi çıkacak sanıyorsun sen? Seni kullandı!" Duygu sesini yükselttiğinde dayanamayıp koluna sarıldım.

"Duygu!" Diyerek onu odasına doğru çektim. Odanın kapısını kapatıp ona doğru döndüm. "Ne yapmaya çalışıyorsun?"

"Çok öfkeliyim Meyra."

"Bende. Ama böyle üzerine giderek olmaz."

"Nasıl böyle bir şey yapar aklım almıyor." Sinirle sandalyesine oturdu. "Daha önceden bu boku yediklerini bilseydim, yemin ederim döverdim onu." Kapıyı işaret ederek Zehre'yi kastetti. Ardından ellerini sertçe bacaklarına yerleştirip ovuşturdu. "Aptal. Şimdi dövemem, malûm.." Sinirle gözlemi yumdu.

"Duygu.." Diye mırıldandım. "En az senin kadar bende sinirliyim. Ama bu süreçte ona destek olmalıyız. Zaten stresli. Bir de biz üzerine gidersek, ne yapar bu kız?"

Dudaklarını ısırıp alnını sıvazladı. "Hâlâ şaka gibi geliyor."

"İnan bana, bende hala inanamıyorum."

🌺

İki hafta boyunca Zehre'den ses seda çıkmamıştı. Gidemiyordum ama her gün, defalarca arıyordum. Benimle pek konuşmuyordu. Ekin evine gittiğinde ona da bir şey söylememişti. Sonunda onu rahat bırakmaya karar vermiştik.

Eninde sonunda gelip bizimle konuşacaktı. Şuan belki, sadece Kadir abiyle görüşmek istiyordu. Ne tepki verdiği hatta ne dediği hakkında en ufak bir fikrim yoktu.

Ne zaman sorsam konuyu bir şekilde kapatıp, iyi olduğunu söylüyordu. Neşeli sesi, her zamanki gibi değildi. Gülüyor, konuşuyordu ama içi ağlıyordu. Israr etmemize dayanamamış, onu artık rahat bırakmamızı söylemişti.

Bahçede oturmuş telefonuma bakarken Tufan, Fiona ile bahçe kapısından girdi. Tasmasını bıraktığı gibi Fiona benim yanıma geldi. Başını okşarken, Tufan masaya yaklaştı.

"Abla. Çok güzel olmuşsun."

Şaşkınlıkla kaşlarımı kaldırdım. "Sen iltifat etmeyi biliyor muydun? Teşekkür ederim."

Güldü. "Bir yere mi gidiyorsun?"

"Ezgi ile dışarı çıkacağız." Dedim Fiona'yı sevmeye devam ederken. "Sen çabuk döndün. Sahile gideceğini söylemiştin."

"Gideceğiz."

O sırada bahçe kapısı açıldı. Bir kadın ve genç bir kız girdi.

Kadın "Annen evde mi Tufan?" diye sordu.

"Evde." Ardından eve doğru bağırdı. "Anne! Şaziye abla geldi!"

Genç kız Tufan'ın omzuna dokundu. "Ne haber Tufan? Okul nasıl?" Göz kırptı.

"Ya İlayda abla ya.." Tufan surat asarak içeri geçti.

Gülümseyip "Hoş geldiniz," dedim.

Şaziye abla karşıma oturdu. "Hoş bulduk kızım. Sen Filiz'in kızı Meyra mısın yoksa?"

"Evet." Sonra aklıma geldi. "Siz.. karşı binaya taşınan komşusunuz. Annem bahsetmişti." Aslında kızlar da bahsetmişti. Asım'ların çıktığı eve onlar taşınmıştı. Fiona yere oturup başını bacağımın üzerine koydu.

"Evet." Yanında oturan kızı gösterdi. "Bu da kızım İlayda."

"Memnun oldum." İçten bir şekilde tebessüm etsem de o bana soğuk bir gülümseme gösterdi.

Güzel bir kızdı. İri gözleri ve iri dudakları vardı. Beyaz, canlı bir teni, siyah gür ve uzun saçları vardı.

"Sen şu mahallenin meşhur, Erman'ın büyük aşkı Meyra'sın demek.."

Büyük bir şok içerisinde ona baksam da bozuntuya vermedim. Yutkundum. Ağırca nefes alıp verdim. Ne diyeceğimi kısa bir an bilemedim.

"Eskide kalmış bir mevzu diyelim." Zoraki tebessümüm dudaklarımdaydı.

Şaziye abla dirseğiyle kızını dürtüp uyarsa da, ben hem görmüş hem duymuştum.

Neyse ki konu daha fazla uzamadan Ezgi, siyah kısa kollu elbisesiyle gelmişti. "Merhaba!" Dedi canlı bir sesle. "Hazırsan çıkalım."

"Hazırım." Ayaklandığım sırada annem arkamdan seslendi.

"Gidiyor musunuz Meyra?"

"Gidiyoruz anne. Geç kalmayız."

Annem yaklaşıp ipli başımın üzerine giydiğim siyah gömleğin yakasını düzeltti. Omuzumu sıvazlayıp elini göğsüme koydu.

"Dikkat et Meyra."

Neyden bahsettiğini anlamıştım. O da beni Erman'dan uzak tutmaya çalışıyordu. Ne kadar üzüldüğümü görmüştü ve bir daha aynı şeyleri yaşamamdan korkuyordu.

"Merak etme anne." Uzanıp yanağını öptüm. Masaya baktım bir kez daha. "İyi akşamlar. Memnun oldum tekrar."

Ezgi ile bahçeden dışarı çıktığımızda koluna girdim. "Seni ucuz ama çok klas bir yere götüreceğim hazır mısın?"

"Hazırım." Anlık gülümsedim. "Ezgi, İlayda beni nereden biliyor? Sadece beni de bilmiyor ayrıca."

"Ha! Mahallenin dedikodusundan duymuştur." Saçını geriye attı. "Aslında.. Erman abi Fiona'yı sıkça görüp, gezdiriyordu. Bırakıp alırken de Erman abiyi görmüş.."

"Tamam Ezgi tamam.." Devamını dinlemeye hazır olmadığımdan susturdum onu.

Kısa sürede Ezgi'nin bahsettiği, geçen sene açılan klas mekanına gelmiştik. Bize hemen her zamanki menüsünden söylemişti. Şarap ve bonfile. Buraya sık geldiğinden bahsetti.

Kızların sürekli görüşecek birileri vardı. Ekin, Murat ile nisan alışverişindeydi. Duygu ile Barbaros abi bu aralar çok sık görüşür olmuştu. Ya da ben burada olmadığımdan her şey değişmişti. Zehre'nin zaten derdi basından aşkındı.

Bu yüzden Ezgi ile ikimiz bekarlar olarak birlikte dışarı çıkmaya karar vermiştik.

Yemeklerimizi yemiş şarabımızın da son kadehindeydik. Ezgi bir yudum aldı ve bana baktı.

"Keşke Zehre de burada olsaydı."

"Yanında olamadığım için vicdan azabı çekiyorum." Diye mırıldandım.

"Gitsen de bir şey değişmeyecek." Dedi omuzlarını kaldırarak. "Bende gittim. Gülümseyerek 'her şey yolunda' demekten başka bir şey söylemiyor."

Sessizce iç çektim. "Belki gerçekten her şey yolundadır." Kadehimde kalan son yudumu da çektim. "Sadece hamile psikolojisi onun böyle davranmasını gösteriyordur."

"Belki de Kadir abi bebeği kabul etmedi."

"Saçmalama Ezgi ya.. Kadir abi yapmaz öyle bir şey."

"Ben olsam pek emin olmazdım. Kadir abi pek bildiğim gibi biri çıkmadı."

"Nasıl yani?"

"Yani işte.. Zehre yani! Düşünsene. En yakın arkadaşının kardeşiyle yatıyor." Oflayarak doğruldu. "Neyse boş ver." Ardından garsona seslenip bize birer bira söyledi.

Ezgi ile saatlerce belki de sohbet ettik. Telefonla sık sık görüşsek de yüz yüze edilen sohbetin yerini tutmuyordu.

Elimdeki kaçıncı biraydı bilmiyordum.

Ezgi hafifçe masaya eğildi. "Senin sağında, cam dibinde oturan üç çocuğu görüyor musun? Teminden beri bize bakıyorlar."

"Sana öyle gelmiştir Ezgi. Sende bakma yanlış anlayacaklar."

"Bize bakıyorlar diyorum Meyra. Gidip bir selam verelim." Ezgi hareketlenecekken hızla bileğimi yakaladım.

"Hayır Ezgi."

"Eğleneceğiz alt tarafı."

"Hayır." Kararlılıkla kaşlarımı kaldırdığımda ofladı.

"Çok sıkıcısın."

"İdare et."

Bir bira daha söyleyecekken masamıza iki çocuk yaklaştı.

"Merhaba. Ben Mert. Bu da arkadaşım Uğur. Yanlış anlamazsanız size birer bira ısmarlamak istiyoruz."

Ben daha itiraz edemeden Ezgi kalçasını yan tarafa kaydırdı. "Tabii, olur." Dedi.

Gözlerimi öfkeyle ona doğru diktiğimde başını başka yine çevirdi. Mert, Ezgi'nin yanına geçerken bende mecbur yan tarafa kaymak zorunda kaldım. Uğur da yanıma oturdu.

Ezgi önce kendisini ardından beni işaret etti. "Ben Ezgi. Bu da arkadaşım Meyra."

Mert yanından geçen garsonun koluna dokundu. "Arkadaşım bize dört bira getirebilecek misin?"

Tanıştık ve konuştuk. Çocukların hiç bir art niyeti yoktu. Tamamen arkadaşça sohbet ediyorduk. Birlikte üçüncü biralara geçmiştik.

İkisi de hastanede stajyer doktor olarak çalışıyormuş. İkisi böylelikle tanışmış. Ezgi henüz okuduğundan bahsederken ben yeni mezun olduğumu dile getirdim.

Mert'in annesi de ilkokul öğretmeniymiş. Öğretmenlik mesleğinin ne kadar zor olduğundan bile bahsettik.

Saatin geç olduğunu fark ettiğimizde ise kalkmaya karar verdik. Bize eve bırakmayı teklif etseler de taksiyle gidebileceğimizi söyledik. Ardından vedalaşıp mekandan ayrıldık.

Taksiye bindiğimizde Ezgi başını omzuma yaslamış uyudu uyuyacaktı. Kafasını sertçe kaldırdım.

"Ezgi geldik diyorum kalksana."

"Tamam."

Taksiden onunla birlikte indim. Eve kadar yürümeye karar kılmıştım. Takside midem iyice bulanmaya ve başım dönmeye başlamıştı. Biraz açılırım, temiz hava iyi gelir diye düşündüm.

Ezgi ile vedalaştıktan sonra aşağı doğru yürüdüm. Bizim sokağa döndüm. Başım iyiden iyiye daha fazla dönmeye başlamıştı. Omuzumu duvara yaslayıp biraz dinlenmeye karar verdim.

Dudaklarım kurumuştu. Bir an önce eve gidip yatmak istiyordum. Galiba kusacaktım. Dudaklarımı ıslatıp derin bir nefes alıp verdim. Ardından bir kez daha.

Biraz daha ilerledim. Sanırım oturmaya ihtiyacım vardı. Gözlerimi sıkıca yumup tekrar açtım. Uzağı net seçemiyordum.

Sonra komşumuzun bahçe duvarına oturdum. Arkamda bulunan ağaçların karanlık gölgesi beni sokak lambasının aydınlığından saklıyordu.

Hızlı hızlı nefes alıp verdiğimden midir bilmem, başım da dönüyordu şimdi. Eve kadar yürüyebileceğimden şüpheliydim.

Annemin beni gelip almasını söylemek için telefonumu uyuşuk bir şekilde çıkardım. Rehberime girdiğim sırada, Fiona önümde belirdi. Kuyruğunu sallayarak bacaklarıma sokuldu.

"Abla?" Ardından Tufan'ın sesi.

Başımı kaldırdım. Birkaç adım ötemde Tufan, onun birkaç adım arkasında ise Erman dikiliyordu.

Ne kadar bulanık görsem de, onun çatık bakışlarını ayırt edebiliyordum. Eline doladığı, Fiona'nın kırmızı tasmasını sıkıyordu.

Gözlerimi Fiona'ya çevirdim. "Siz ne yapıyorsunuz burada?"

"Abla asıl sen ne yapıyorsun bu karanlıkta?"

"Ben.." Kuruyan dudaklarımı ıslattım. "Annemi arayacaktım."

"Annemi mi? Neden?"

"Gelip beni almasını söyleyecektim." Omuzlarımı kaldırıp indirdim. Tufan'a baktığım sırada arkasında Erman'ı da girebiliyordum. Eliyle çenesini sıvazlıyordu.

Tufan'a bakmaya devam ettim. Aslında amacım arkasındaki adamı daha fazla görebilmekti. Başımı hafifçe sağ omzuma yatırırken, dudaklarımda istemsizce buruk bir tebessüm belirdi.

"Çağırayım mı annemi?"

Telefonumu ona doğru uzattım. "Ara."

Tufan telefonumu alıp bakarken, uzanıp Fiona'nın başını okşadım. Telefonum çalarken Tufan bana doğru döndü.

"Abla, Ezgi abla arıyor."

"Aç."

"Alo?" Tufan telefonu kulağına koyduğunda anlamsız bir şekilde kaşlarını çattı. "Evet onun telefonu.. Ablam oluyor." Tufan bana doğru baktı. "Siz kimsiniz?" Tufan kısa bir telefonu dinleyip bana doğru uzattı. "Mert diye biri seni arıyor abla. Ezgi ablanın telefonu onda kalmış."

Telefonu alıp kulağıma dayadım. "Mert?"

"Meyra, Ezgi telefonunu masada unutmuş. Bizde sizinle birlikte kalkmıştık ama arkadaşım arayıp 'telefonunuzu unutmuşsunuz' deyince dönüp aldık. İstersen konum at neredeysen gelip oraya, sana teslim edelim. Çünkü Ezgi'ye nasıl ulaşacağımızı bilmiyoruz." Gülümsediğini duydum.

"Teşekkür ederim. Sana.. konum atarım."

Telefonumu kapatıp Ezgi'ye konum attım.

"Annemi çağırayım mı?"

Başımı hafifçe salladım. "Hayır. Gidin siz. Arkadaşım geldikten sonra annemi ararım ben."

"Abla emin misin?"

"Evet Tufan! Hadi."

Daha fazla Erman ile yakın durmak istemiyordum.

Bir yanım onunla durmak isterken bir yanım ondan uzak durmam gerektiğini baskıyla hatırlatıyordu.

Bir yanım kalkıp ona sıkıca sarılıp öpmek isterken, diğer yanım onu itiyordu.

Bir türlü, gururum baskın çıkıyordu. Bana yalan söyleyip o kızla öpüşmesi aklımdan çıkmıyordu. Zihnimde tekrar o görüntü canlanırken, gözlerimi göğsümdeki sancıyla birlikte sıktım.

Ardından yıllardır duymadığım, hasret kaldığım sesi kulaklarımda ağırca yankılandı.

"Sen git Tufan. Ben buradayım."

Kalbim gürültüyle çarpmaya başladı. Sanki taşlarla örtülü bir enkazın altından çıkmak istiyordu yüreğim..

"Bekleme." Diyerek gözlerimi ona kaldırdım.

Sinirle dişlerini sıktığını gördüm. Tufan'a kırmızı ipi uzattı. "Git sen." Dedi sakince.

Tufan, ipi Fiona'nın tasmasına taktı. "Gel Fiona. Gidelim."

Tufan yanımızdan uzaklaşırken tekrar Erman'a çevirdim gözlerimi. "Beklemene ihtiyacım yok."

"Hayır var!" Dedi sert bir ses tonuyla. "Daha oturduğun yerden kalkamıyorsun." Hafifçe sesini yükseltti.

Sinirle dudaklarımı birbirine bastırdım. Bir hışım yerimden kalktım. Ama bu tamamen başlı başına hataydı.

Başım ani hareketimle, berbat bir şekilde dönmeye başladı. Elimle duvardan destek alayım derken dengemi kaybettim. Duvardan tepetaklak düşmek üzereyken Erman bileğimi sıkıca kavradı.

Dengemi hızla yerine getirirken gözlerimi midemin bulantısıyla kapadım.

"İnatçı." Diye söylendi.

Bileğimi rahat bırakmasını söylemeden, elini çekti ve bir adım geriledi. Bana dokunmak istemiyordu. Bana yaklaşmak bile istemiyordu.

Bana arkasını dönüp derin bir nefes alıp verdi.

"Otur." Dedi.

"Ne yapacağımı söyleme bana. Sana git de beni rahat bırak diyorum, anlamıyor musun?" Kaşlarımı çatmış, dizimi de destek almak için duvara yaslamıştım.

Cevap vermedi. Kaşlarını çatmış öylece bana bakıyordu. Yanımda olması bana acı veriyordu. Alıp başımı evden ters yöne yürümeye başladım.

"Nereye gidiyorsun?" Diye sordu yanından geçtiğim sırada.

Senden uzağa.

Yanımdayken nefes alamıyordum. Anlamıyordu. Özlem denen illet yüreğimi parçalıyordu. Gururumu ha öldürdü, ha öldürecekti..

Arkamdan büyük iki adım attı ve kolumu tutarak kendine çevirdi. "Nereye gidiyorsun?" Dedi bir kez daha.

"Senin olmadığın bir yere!" Diye bağırdım.

"Çok mu gitmek istiyorsun?" Öfkeden adeta gözleri karardı. "Git! Sen bir şey söylemeden gitmeyi çok iyi biliyorsun zaten!"

Kolumu iyiden iyiye sıkarken, hafifçe geri çekildim. Kolumu bırakmaya niyeti yoktu.

"Bırak kolumu." Dudaklarımın iç kısmını ısırdım. Öyle öfkeli bakıyordu ki gözlerime, tüm duygularım saklanıyordu gözlerinden. "Giderken birine söyleyecek bir şeyim olsaydı söylerdim zaten.."

"Sen bir vedayı bile çok gördün bana." Dişlerini sıktı. Dudaklarını birbirine bastırdı. Kavruluyordu içim, kaburgalarım ciğerlerimi sıkıştırıyordu.

"Sana ne diye veda edecektim ben?" Kaşlarımı çatmış içimin acısını saklamaya çalışıyordum. Erman kolumu daha fazla sıktı. "Hiç bir şeyim olmayan birine 'hoşça kal' diyemezdim."

"Asıl sen gittikten sonra ben hiç bir şeyin olmadım senin!" İki kolumu kavrayarak beni sarstı. "Seni seven adam bitti çünkü! Aşkından deliye dönen o adam gitti!" Yüzüme doğru bağırırken, ben tutulmuş gibiydim. "Sen o taksi kapısını bana açmadığın gün, ben bitirdim Meyra seni! O gün, ben tüm kapılarımı kapattım sana!" Deli gibi bağırıyordu. "Ben içimde öldürdüm seni!"

Erman sözleriyle beni darmadağın etti.

Gecenin ışığında parlayan o öfkeli gözlerin ışığı an be an söndü.

Yüreğimi paramparça etti.

Sözlerinden sonra gecenin sessizliği, sağır etti beni. Kısık bir uğultu duyuyordum. Ve atmayan kalbimin can çekişini..

Ölüyordum.

Mecaz bir kelimenin gerçekliğini, kalbimin ortasında hissediyordum.

Sözler, ne acıydı. İnsanı içten yaralıyordu.

🌺

Beyaz GardenyaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin