Bölüm 30: Kız Evlat

901 32 0
                                    

Bölüm 30:
Kız Evlat

🌺

🎵 Ufuk Baydemir - Aklımda Bir Dünya

*

Gülüş cümbüş olan masada, bir tek benim yüzüm gülmüyordu.

Duygu kaşlarını çatmış, her an masanın öteki tarafına atlayacakmış gibiydi.

Öbür yanıma baktığımda Erman bana bir şey söylemeye çalışıyordu.

Elimi sakinlikle kaldırdım. Evet çok sakindim. Oysa içimde; gürültülü, kulaklarımı sağır edecek bir fırtına vardı.

Sessizliğim; beni de, Erman'ı da korkutuyordu.

Göğsüm sinirden dolayı hızla inip kalkıyordu. Sık sık nefes alma ihtiyacı hissediyordum. Ama bunu belli etmemeye çalışıyordum.

Öfkeli tebessümüm, yüzümde yer edindi. Ağzımdan çıkacak olan kelimeleri seçerek döktüm. Aksi halde herkesin neşesini bozacak ve olay çıkaracaktım. Bu yüzden hafifçe masaya eğilip sadece onun duyabileceği ama öfkeli bir tınıyla konuştum.

"Pardon? Erkek arkadaşımın telefonuna bakarken sana mı soracaktım?"

"Hayır." Dedi Pınar, zoraki bir gülümsemeyle. "Yanlış bir şey mi söyledim? Neden bu kadar tepki verdiğini anlamadım."

"Ne yapmaya çalıştığını ben senin anlıyorum. Senin ben o aklını.." Yerimden fırlayacağım an Erman bileğime yapıştı.

"Hadi Meyra biz gidelim." Çantamı arkamdaki sandalyeden çekip alırken sinirle dudaklarımı birbirine bastırdım.

Ben sakin bir kızdım aslında. Ne yapacağımı kestiremeden yerimden fırlamıştım. Sanırım omuzundan sarkan sarı saçına yapışacaktım.. Ne kadar utanç verici.. kendimden hiç beklemezdim bu düşünceleri..

Erman'ın beni aceleyle çıkardığı kafenin önünde, kolumu sinirle çekmeye çalıştım. "Erman kolumu bırakır mısın?"

Durdu ve bana doğru döndü. Hırsla soluk alıp veriyordum.

"Geleceğinden haberim yoktu.."

Kendini açıklamasına izin vermeden, "Konuşmak istemiyorum," dedim.

"Meyra yapma böyle.."

Derin bir soluk çektim ciğerlerime. Bir türlü sakinleşemiyordum. "Konuşmak istemiyorum, dedim! Çantamı verir misin? Gidiyorum ben." Elimi uzattım ama, çantamın olduğu omzunu geriye doğru çekti.

"Meyra beni mi suçluyorsun bunun için?"

Kafenin kapısından Duygu ve Barbaros abinin çıktığını gördüm. Konuştuğumuzu gördüklerinde mesafelerini koruyup uzakta beklediler.

"Erman.. Konuşursam kavga edeceğiz. O yüzden gideceğim. Çantamı ver." Sinirle döktüğüm cümleler, Erman'ın kaşlarını daha fazla çatmasına sebep oluyordu.

"Biz neden kavga ediyoruz? Sen bana neden kızıyorsun?" Çantama uzandığımda tekrar omuzunu çekti. Ardından daha çok öfkelendim. "Bana bir şey söyle."

"Çantamı Duygu'ya verirsin."

Arkamı dönüp hızla iki büyük adım attım. "Meyra bekle.." Erman'ın koluma sarılmasıyla, hızla bileğimi kurtardım.

"Niye bana söylemedin?!" Diye bağırdığımda, sesime gerçekten hakim olamamıştım.

"Üzülmeni istemedim!"

"Böyle daha mı iyi oldu?" Derken sesim düz çıkmıştı. "Üzülmekle kalmadım. Kırıldım."

"Konuşalım mı bir?"

Çok sinirliydim. Hiddetle nefes aldım. Ellerimi belime koyarak, içimdeki yükü atmak istercesine çektiğim soluğu bıraktım.

"Daha sonra konuşuruz." Sıkıntıyla ıslattığım dudaklarımın içini ısırdım. Bedenim titriyordu.

"Hiç bir şey bilmiyorsun Meyra.."

Sinirle dudaklarım kasıldı. "Nasıl aptal yerine konduğumu biliyorum."

"Ne?" Dedi şaşırarak. "Saçmalama."

"Ya ne saçmalama?! Ya sen gururumu hiç mi düşünmedin? İncineceğimi hiç mi tahmin edemedin?" Sesim sadece yeteri kadar yüksekti. "Onca insanın önünde aptal gibi gözüktüm ben! Oradaki herkes biliyordu eski sevgilinin olduğunu! Bunu benden saklayıp, Pınar'la gülüşüp sohbet etmemi izledin!"

"Kimse seni aptal yerine koymadı Meyra. Nasıl böyle düşünebiliyorsun?" Şimdi o bana kızıyordu.

"Asıl sen düşeceğim durumu nasıl düşünemezsin?!" Sesim gittikçe yükseliyordu.

Konuşmamızın hararetli bir hal aldığını gören Barbaros abi ve Duygu yanımıza doğru geliyordu. Barbaros abi adımlarını daha aceleci atıyordu.

"Erman. Meyra sakinleşsin bence öyle konuşun. Ona biraz izin ver."

Erman çatılmış kaşlarını bu kez Barbaros abiye çevirdi. "Neye izin vereceğim Barbaros?! Benim bir suçum mu var? Allah aşkına söyle!" Barbaros abi çaresizce gözlerini aramızda gezdirdi.

"Hâlâ anlamıyorsun! Sana neden bana söylemedin, diyorum?"

"Söylesem ne olacaktı?"

"Salak gibi kızın yüzüne gülmeyecektim!" Sesim gittikçe yükselirken o da bana bağırarak karşılık verdi.

"Allah beni kahretsin! Tamam mı?!" Yumruğunu avuç içine vurarak bağırmaya devam etti. "Kalkmak istediğimde, Sarp'ın ısrarını dinlemeseydim de biz çıksaydık şuradan!"

Sinirle dudaklarımı ısırdım. Bu kez Duygu araya girip kolumu tuttu. "Bence biz Meyra ile gidelim. Erman abi de biraz düşünsün." Manalı bakışlarını ona çevirdiğinde Erman hırsla bir şey söylemek üzereyken, Barbaros abi de onun kolunu tuttu.

"Hadi Yaman. Şuan sinirlisiniz. Sonra konuşun." Erman'ı uzaklaştırırken Duygu da beni uzaklaştırıyordu.

Erman ile birbirimize, omuzlarımızın üzerinden baktık. O da sinirliydi ben de! Çantam hala onun omuzunda asılıydı.

Duygu ile kenarda beklerken Kadir abi koşarak yanımıza geldi.

"Gelin bakalım. Ben bırakacağım sizi." Büyük ihtimal Barbaros abi ona haber vermişti. Kadir abiyi takip edip, arabaya bindik. Kadir abi arabayı çalıştırdı.

"Kusura bakma Kadir abi." Dediğimde kastettiğimi anlamıştı.

"Ne kusuru Meyra?" Yola çıktı. "Ben anladım zaten senin sinirlendiğini."

"Yani bana hak veriyorsun değil mi Kadir abi?"

Düşünür gibi bir ses çıkardı. "Bu konuda ben yorum yapmasam daha iyi."

Duygu kaşlarını kaldırdı. "Kimse arkadaşını kötülemez çünkü.. Neyse.."

Kadir abi dikiz aynasından bize baktı. "Durumu daha kötü hale getirmek istemiyorum, desem daha iyi."

Oflayarak sırtımı koltuğa yasladım. "Telefonum da çantamda kaldı."

Ertesi gün, okuldan çıkmış eve yürüyordum. Zehre, Asım ile buluşacağı için yolda ayrılmıştık. Telefonuma bakarken mahalleye girmiştim. Mahalleden komşulara denk gelip ayak üstü sohbet ettim.

Gözüm tekrar telefonda yürümeye devam ettim. Erman ile akşamdan beri konuşmamıştık. Hâlâ çok kızgındım. Beni asıl öfkelendiren şey, beni anlamamasıydı.

Oflayarak telefonu çantama attığım sırada, bizim kapının önünde dikilen Doğan abiyi görmemle ne yapacağımı şaşırdım.

Kısa bir an duraksadım. Beni mi bekliyordu? Çünkü beni gördüğünde dikkatini tamamen bana vermiş, bedenini bana çevirmişti.

Yavaş adımlarla ilerledim. Başka çarem yoktu. Sırf kapının önünde bekliyor diye yönümü değiştiremezdim. Bahçe kapısına dokunurken hafifçe tebessüm ettim. Ne demeliydim bilmiyorum.

"Nasılsın Meyra?"

İlk konuşan o olduğu için kısa bir an rahatladım.

"İyi Doğan abi sen nasılsın?"

"Sağ ol." Derken buruk bir gülümseme gösterdi. "Belki duymuşsundur. Kıbrıs'a gidiyorum." Yutkundu ve gözlerimin içine baktı.

"Evet. Duydum." Doğan abi Turizm mezunuydu ve daha önce Kıbrıs'ta çalışmıştı. Meral abladan daha önce duyduğuma göre orada çalıştığı bir otel Doğan abiyi devamlı olarak çalışanı olarak istiyordu. Muhtemelen oraya başvuru yapmış, hemen kabul edilmişti.

"Bugün gidiyorum. Gitmeden seni görmek istedim." Gözlerimi kaçırıp hafifçe başımı salladım. Ne diyebilirdim? Garip bir sessizlik. "Bir şey demeyecek misin?"

Sustum.

'Olur demez ama, ancak o gitme derse gitmem. Sebep bile sormam.'

Zihnim Sarp abinin anlattıklarıyla savaş veriyordu.

Dudaklarımı ıslattım aceleyle. "Neden Doğan abi?" diye sordum. "Neden aileni bırakıyorsun?"

Histerik bir gülüş belirdi dudaklarında. "Anlatsam, şu sokaklar bile dile gelir. Nedenini mi soruyorsun?"

"Meral abla çok üzülecek." Deyiverdim.

Ağırca alt dudağını ısırdı. Bir bizim bahçeye bir de ayaklarının ucuna baktı.

"Sen üzülmeyeceksin." Diye mırıldandı varla yok arası bir sesle. "Ben üzülmeyeceğim." Diyerek yüzünü bana kaldırdı. "Annem alışır. Daha önce gittiğimde alışmıştı. Şimdi de alışır."

"Ne kadar kalacaksın?" Doğan abiyi seviyordum. Ama onu tanıdığın gibi seviyordum. Çocuk gibiydi. Kızlarla bize sürekli takılırdı. Arkadaşlarının arasında en eğlenceli olan oydu. Ama uzun zamandır gülmüyordu.

"Bilmiyorum." Dedi sıkıntılı bir sesle. "Zaman gösterecek bazı şeyleri."

"Umarım senin için her şey yolunda gider." Dudağımın kenarı kıvrıldı hafifçe. Üzülüyordum elbet gidiyor diye. Ama ona 'gitme' demeye de hakkım yoktu.

Başını hafifçe sallarken, tebessüm etti. İşaret parmağını burnunun ucuna vururken gözlerini kaçırdı. Derin bir soluk çekip bıraktı.

"Şimdi sarılsam sana, hiç gidememekten korkarım. Yeterince zor zaten.." Titreyen nefesini bıraktı. "O yüzden sadece veda ediyorum." Gözlerime baktı. "Kendine iyi bak Meyra."

Neden şuan hıçkırarak ağlamak geliyordu içimden? Kızaran gözlerimi görmemesi için yere indirdim. Titreyen dudaklarımı ısırdım. Tekrar ona baktım.

"Sende. Sende kendine iyi bak Doğan abi."

🌺

Üç hafta sonra

Doğan abi sessiz sedasız gitmişti. Arkadaşları, ona veda etmediği için söyleniyordu. Kimseyle vedalaşmamıştı. Benim dışımda..

Ama Erman'a, bana veda etmeye geldiğini söylemiştim. Ondan saklayamazdım. Doğan abi onun arkadaşıydı. Hatta arkadaştan bile fazlasıydı. Araları daha sonra ne olur hiç bir fikrim yoktu. Bir zaman sonra konuşurlar mıydı, bilmiyorum. Ama bir gün eskisi gibi olacaklarını hissediyordum.

Erman ile ise son kavgamızdan sonra her şey çok çok iyi gidiyordu. Ufak tefek kıskanmalar haricinde, aramız mükemmeldi.

Anlıyordum ki; biz hiç bir zaman birbirimize kızamayacaktık.

Onunla her gün, her dakika daha da keyifli geçiyordu.

Olabilecekmiş gibi; gün geçtikçe, ona daha çok aşık oluyordum.

Üç haftayı geçeli, her gün birbirimize vakit ayırıyor, baş başa oluyorduk.

Tıpkı bugün de olduğu gibi..

Çam ağaçlarının altında, çimenleri basılmaktan altındaki toprak zemin çıkmış, bir tepenin kenarındaydık.

Yere serdiğimiz ince bezin üzerinde biraz kalmış şarap ve kalan meyveler duruyordu.

Benim sevgilim, aslında romantik biriydi. Dudaklarından güzel kelimeler eksik olmazdı. Bunu sadece kelimeleriyle belli etmekle kalmıyor, gösteriyordu da..

Yanımıza koyduğumuz hoparlörden ufak bir müzik çalıyordu. Güneş ise neredeyse batmak üzereydi.

Ama ortamızdaki tavla tüm romantikliği bozuyordu. Sanırım bu bir yere kadar sürüyordu.

Attığım zarla Erman'ın taşını kırdığımda gülümseyerek omuzlarımı salladım. Kısık gözleriyle beni tehdit ediyordu. Daha çok kıkırdadım. Şuan inanılmaz eğleniyordum.

Erman avucundaki zarları sallarken gözlerini benden ayırmıyordu.

"Açık bırakıyorsun güzelim.." Attığı zarla birlikte kahkaha attı. "Bir daha buna dikkat edersin." Kırdığı taşımı bana göstererek kenara koydu. Yüzüm düşmüştü.

Zarları alıp sallarken "Komik değil," diye omuz silktim. Attığım boş çıktı resmen. Erman daha çok kahkaha attı.

"Yavrum her zaman kazanamazsın, biliyorsun değil mi?"

"Biliyorum." Dedim az önceki keyifli sesimin aksine. "Ne güzel kazanmaya başlamıştım."

Taşımı uzun uğraşlar sonrası kurtarabilmiştim. Ama geç kalınmış bir kurtulmaydı. Ben daha önüme kapı yapamadan Erman kazanmıştı bu eli.

Dudaklarımı büzdüm. Erman gülerek kapattığı tavlayı kenara itti. Hafifçe bana doğru sokulup, belimden tuttuğu gibi bedenimi kendisine çekti. Sırtımı göğsüne yaslarken kolunu bedenime doladı. Eğilip yanağıma dudaklarını bastırdı.

"Üzülme. Bugün bence çok iyi oynadın."

Dalga geçiyordu. İki gün önce oynadığımız tavlada arka arkaya dört kez kaybetmiştim. En azından bugün iki eli alabilmiştim. Sonuncuyu ise Erman kazanmıştı.

"Yani.. Bence gittikçe daha iyi oluyorum."

Kulağımın arkasında kıkırdadı.

Turuncuya çalan gökyüzüne doğru bakıyordum. Saat akşam yedi sıraları olmalıydı. Uzun zamandır saate bakmamıştım. Erman saçlarımın arasında nefes alıyordu. Arada yanağını yaslıyor, arada dudaklarını bastırıyordu.

"Keşke Fiona'yı da alsaydık." Diye mırıldandım. "Burası çok güzelmiş, çimenlerde oynardı o da."

"Dün rahat bırakmadı bizi. Bir daha onu böyle yerlere alacağımı mı sanıyorsun?" Hafifçe güldüğünde ben kahkaha atmıştım.

Uzanıp kadehimin dibinde kalan şarabı içtiğim sırada, hoparlörden beğendiğim bir şarkı çıktı.

Sesini açtım.

"Ben bu şarkıyı çok seviyorum biliyor musun?"

"Hm.." Diye mırıldandı. "E o zaman bu bizim şarkımız olsun."

Erman'a döndüm. Elimi boynuna yerleştirdim. Bana öyle güzel bakıyordu ki..

Ardından dudaklarına bir öpücük bıraktım. Hafifçe yüzünden uzaklaştığımda, kısık gözleriyle gözlerimin içine bakıyordu. Dudaklarında varla yok arası bir tebessüm.. Kısa öpücüğümden memnun olmamış gibi bir hali vardı.

Dudaklarımı tekrar dudaklarına bastırdım. Alt dudağım, dudaklarının arasında ezildi. Onu öpmeye devam ettim.

Erman ellerini belime yerleştirip, beni hafif çekerek yere yatırdı. Dudaklarımızı ayırmadı. Öptü ve öptü.

Dudaklarını ayırmak istediğinde, ensesinde duran elimle ayrılmasına izin vermeden kendime doğru çektim. Yanağımdaki elini, ensemdeki saçlarımın arasına geçirdi.

Sadece birkaç saniye öptü. Ardından geri çekildi. Yine gülümsemesi yüzündeydi. Baş parmağıyla yanağımı okşadı. Dudaklarıma eğilip hızlı bir öpücük bıraktı.

Beyaz askılı, triko elbisemin omuzumdan düşen askısını düzeltti. Yüzü hala yüzüme yakındı. Gözlerimin içine bakıyordu. Çenemi okşadı parmakları.

"Yakar beni aşk alev alev." Şarkının dizesini gözlerime baka baka söyledi. Ağırca yüzümü inceledi gözleri. "İyi ki beni sevmişsin.." Baş parmağıyla okşadı elmacık kemiğimi. "İyi ki hayatımdasın, gönlümün çiçeği.." Eğilip sol gözümden öptü.

Elimi boynundan yanağına çıkardım. Bıkmadan, sessizce izlerdim yıllarca.

"Hadi gel." Diyerek doğrulup elimi tuttu. "Dans edelim." Manalı gülümsemesi gülümsememe sebep olmuştu. "Sonuçta bizim şarkımız değil mi?"

Ve biz, bizim şarkımızda ilk kez dans ediyorduk.

Kendini biraz uzaklaştırıp, elimi başımın üzerine alarak beni döndürdü. Tekrar kendine çekerek sarıldı.

Erman'ın nefesi saçlarımın arasındaydı. Elim elinde, eli belimdeydi. Onun yanında ben, bambaşka bir dünyadaydım.

"Haftaya sınava gireceksin. Heyecanlı mısın?"

"Biraz." Diyerek daha çok sokuldum ona.

"Ben götürürüm seni." Dudaklarını saçlarıma bastırdı. "Hep yanında olacağım."

🌺

Erman beni eve bırakırken hep aynı yerde bırakıyordu. Parkın tenha yerinde. Arabadan inip ona el salladığımda, arabanın önünde dikilmiş o da bana el sallıyordu.

Gülümseyerek önüme döndüm. Öyle güzel seviyordu ki beni..

Eve doğru attığım adımlarla Erman'ın evine doğru baktım. Dudaklarımı birbirine bastırdım. Birazdan o da eve girecekti.

Cebimden telefonu çıkaracağım sırada, Kadir abiyi kapının önünde gördüm. Karanlıktan dolayı gözlerimi kıstım. Bir kıza sarılmıştı ve saçlarını ağırca okşuyordu.

Meraktan dolayı adımlarımı yavaşlattım. Acaba kız arkadaşı mıydı?

Ama kız, kafasını Kadir abinin omuzundan kaldırdığında onun Zehre olduğunu gördüm. Gözleri ağlamaktan cam gibi parlıyordu.

"Zehre?" Diyerek hemen karşıya geçtim. "Zehre ne oldu?" Telaşla yanına vardığımda ağlamaktan içi çıkmış bir vaziyette bana baktı.

Kadir abinin kollarının arasından çıkıp benim boynuma sarıldı. "Meyra.." diye acıyla inledi kulağıma.

Kadir abiye baktım. Zehre'ye bakarak ağırca dudaklarını ıslattı. Ardından bana baktı. "Eve geldiğimde, duvara yaslanmış ağlarken buldum onu. Ne olduğunu sorduğumda daha çok ağlamaya başladı." Sıkıntıyla ensesini kaşıdı Kadir abi. "Asım gidiyormuş galiba."

Zehre hıçkıra hıçkıra ağlarken, daha da sıktı kollarını. Sırtını okşadım arkadaşımın. "Hadi gel bize gidelim Zehre." Kollarını çözdü ve beline sarıldım. "Kadir abi.. Erman geliyordu. Ona söylersin olur mu?"

"Merak etme." Diyerek dudaklarını birbirine bastırdı. Gözleri tekrar Zehre'yi buldu.

Zehre'yi bahçeye oturttum. Yanına oturup gözyaşlarını sildim. "Ne oldu aşkım? Bana anlatmak ister misin?"

Zehre parmaklarını gözlerine bastırdı. Büktüğü alt dudağı titriyordu. "Gidiyor Meyra." Sesindeki acı tını, tüylerimi diken diken etti. Hızlıca dudaklarını yaladı. "Bitti." Dirseklerini masaya, ellerini tekrar gözlerine bastırdı. "Bittim.."

İçini çekerek yanaklarını sildi. Zehre'nin kalbinin acısını hissetmemek mümkün değildi. En yakın arkadaşımı, kardeşim dediğim kızın böylesine çaresiz olması beni üzmüştü.

Saçını okşayıp, omzundan geriye doğru aldım usulca. "Nereye gidiyor?"

"Taşınıyorlar." Bana doğru dönüp gözlerini sıkı sıkıya kapattığında, yanaklarından süzülen yaşlar çenesinden damlıyordu. "Kal, dedim. Kalamam, dedi." Burnunu çekti. "Bekle dersen beklerim, dedim.. bekleme, dedi."

Boğazından çıkan inleme, beni mahvetmişti. Sol gözümden bir damla yaş düştü. Karşımda hıçkıra hıçkıra ağlıyordu ve ben hiç bir şey yapamıyordum. Sarılmaktan başka..

Zehre'nin başını omzuma yasladım. Sustum. O da sustu. Ağlamaya devam ediyor, arada sessizce içini çekiyordu.

Gözlerim Asım'ların evine doğru çevrildi. Ağaç yapraklarının arasından, penceresinde bizi izliyordu. Benim baktığımı gördüğünde hızla geri çekildi. Gözlerim bir müddet sallanan perdelerine takıldı. Dişlerimi sıktım.

Ardından bahçe kapısının önünde Erman'ı gördüm. Arkasında Kadir abi vardı. Erman kapıyı açmak için uzandığında elimi kaldırdım.

"Sonra." Diye dudaklarımı oynattım. Biliyordum. Zehre'yi bu halde görürse delirecekti. Beni de dinlemedi zaten. Hızlıca açtığı bahçe kapısıyla içeri daldı.

"Zehre." Dedi sert sesiyle.

Zehre başını kaldırdı. "Abi?" Zehre gerilmiş olmalı ki kolumda duran elini sıktı.

Erman masaya doğru eğilip Zehre'nin yanağını okşadı. "Ne oldu bir tanem? Neden ağlıyorsun?" Ama bakışları hiç yumuşak değildi.

Zehre dişlerini sıktı. "Mutlu musun?" Çenesi titriyor, gözlerinde yaş birikiyordu. "Asım gidiyor! İstediğin oldu mu abi? İşte! Ayrıldık artık!" Zehre'nin gözlerinden firar eden yaşlar sessizdi bu kez. Sadece sesi yüksekti. "Yüzümü göremeyeceğini söylemiştin." Sesi titredi. "Göremeyecek işte! Göremeyeceğim bir daha!" Zehre tekrar hıçkırarak ağlamaya başlayarak başını yasladı boynuma.

Erman sinirle ıslattığı dudaklarının arasından "Ulan Asım.." diye mırıldandı.

Erman doğrulacağı sırada Zehre aniden onun kolunu kavradı. "Abi ne olur! Sakın ona bir şey yapayım deme.."

Erman sıktığı çenesini sıvazladı. Gözlerini kaçırdı. Zehre'nin diğer yanına geçerek saçını okşadı, ardından öptü. "Gel buraya, gel." Boynuna sardığı koluyla, Zehre onun kollarının arasında kayboldu.

"Ben Zehre'ye biraz su getireyim." Diyerek yanlarından kalktım. İçeri girdim.

Annem, "Meyra?" Diyerek karşıma çıktı. "Nerede kaldın? Saat kaç haberin var mı?"

"Sonra anlatırım anne." Mutfağa aceleyle ilerledim. "Su alıp çıkacağım. Bahçedeyiz biz. Zehre'nin morali bozuk bayağı. Büyük ihtimal bizde kalır." Aceleyle sıraladığım cümlelerle, annem mutfak kapısında dikilmiş elini beline koymuştu.

"Meryem'lerin taşınacağını mı duymuş?"

Dudaklarımı bastırarak başımı salladım. "Neden taşınıyorlarmış ki? Ne güzel burada düzen kurmuşlardı."

"Hamza abinin işi yüzündenmiş. Meryem de çok üzüldü kadın. Bugün buradaydı. Ağlayarak kalktı gitti. Çok sevmişti o da burasını." Oflayarak içini çekti annem. "Ama iş olunca.. İnsanın doğduğu yer değil, doyduğu yer işte." Kollarını göğsünde birleştirdi annem. "Kadıncağızın bir yandan aklı Zehre'de kaldı. 'Çok sevmiştim kızımı,' diyor. 'Tam Asım'a göreydi, çocuklarda ayrı kalacak bizim yüzümüzden,' diye diye ağladı."

İçime oturan öküzle ofladım. "Çok kötü Zehre ya.. Erman yanında şimdi." Elimdeki suya baktım. "Şunu götüreyim de, kız içsin. Boğazı kurudu ağlamaktan."

"Geç kalmayın. Sonra gelip yatın hemen."

Babamın lavabodan çıktığını gördüm. "Merhaba baba." Diyerek selam verdim. Babam bana laf atacağı sırada annem babamı oyaladı.

Bir bardak suyu masanın üzerine bıraktım. Arkamı döndüm. Kadir abi bahçe kapısının iç kısmında kollarını göğsünde birleştirmiş, doğruca Asım'ların camına bakıyordu. Yanına gittim.

Bakışları bana döndü bu kez. "İnsan acıyı bile bile seviyor, görüyorsun değil mi Meyra?"

Karşına geçip elimi demir kapıya yasladım. "Öyle Kadir abi. Ama kaçamıyorsun işte." Diyerek Erman'a doğru baktım. "Hep mutlu sonla da bitmiyor.." Gözlerim Zehre'ye kaydı bu kez. Erman kolunu sıvazlıyor, o içini çekiyordu.

"Erman, Asım'ı tartaklamadan duramayacak."

"Biliyorum." Dedim sıkıntılı bir sesle. "Aslında onunda bir suçu yok. Belki elinde olsa Zehre için kalacağına inanıyorum." Kadir abiye baktığımda, ikisine bakıyordu.

"Ben neye inanıyorum biliyor musun Meyra? Çok sevmek hiç bir şeye yetmiyor." Gözlerini bana çevirdi. Anladım ki, zamanında biri onun canını yakmıştı. Belki bu yüzden; bugüne kadar yanında hiç bir kız görmemiştim. "Aksine. Çok sevmek, kaybetmene neden oluyor."

Buruk bir tebessüm gösterdim. "İnancını kaybetme Kadir abi. Daha gençsin sonuçta. Birini sevmek için önünde uzun yıllar var."

"Yirmi dört yaşındayım. İnsanlarla iç içeyim. Bir çok kız arkadaşım var. Ama yüreğime dokunan kimse olmadı." Hafifçe omzunu kaldırdı. "Olacağını da sanmıyorum."

"Belki de ilk önce, kalbini kıranı çıkartmalısın yüreğinden." Gülümser gibi oldu. Bakışlarını kaçırdı. "Sonuçta insan aynı anda iki kişiyi sevemez."

"Zeki kızsın Meyra." Bir kez daha kaçırdığı bakışlarını tekrar gözlerime dikti.

"Bunun zekayla bir ilgisi yok ki. Seven insan anlıyor." Zehre'ye baktım kısa bir an. "Mesela Zehre'nin ne kadar acı çektiğini ben anlıyorum. Ama sevmeyen biri anlayamaz." Dudaklarımı üzgün bir şekilde büzdüm. "Sen kaç yaşındaydın?"

Güldü. "On sekiz."

Dudaklarım aralandı. "Altı sene olmuş Kadir abi."

"Sorsan bana altmış sene geçmiş gibi." Diye mırıldandı kendi kendine. "Zehre'ye de o yüzden üzülüyorum. Senelerce unutamayacak onu. Biliyorsun, Erman'ın kardeşi benim kardeşim. En az Erman kadar öfkeliyim Asım'a. Madem yerleşik bir hayatı yok. Ne diye kızı kendine aşık etti?"

"Sız erkeklerin beyni hep aynı mı çalışıyor?" Kollarımı göğsümde birleştirdim. "Eminim çünkü. Erman da aynı şeyi düşünüyor."

Alt dudağını bükerek omzunu kaldırdığında Erman ve Zehre'ye baktı. Bende onlara döndüm. Erman ayaklanmıştı. Eğilip Zehre'nin başına bir öpücük bıraktı. Saçlarını okşayarak doğruldu.

Çenesini sıvazlayarak bize doğru adım attı. "Görüyorsun değil mi şerefsizin kardeşime yaptığını?"

"Erman sen bir sakin mi olsan?" Dedim yapıcı bir sesle. Bende kızıyordum ama yangına körükle de gidemezdim.

"Nasıl olayım?" Dişlerini sıktı. "Ağzını burnunu kırmak istiyorum onun." Kısa bir an arkasına dönüp Zehre'ye baktı. "En başında sevmemiştim o puştu zaten."

Kollarımı iki yanıma indirdim. "Tamam Erman. Ben sana ne desem boş. Sen yine yapacağını yapacaksın." Gözlerimi devirdim. "Zehre bu akşam bizde kalır. Yasemin ablaya söylersin, merak etmesin."

Adımlarımı uzaklaşmak için attığımda, Erman'ın son anda Kadir abiye dönerek "Haksız mıyım?" diye şikayet ettiğini duydum.

Zehre'nin yanına oturduğumda onların da bahçeden çıktığını duydum. Zehre kollarını masanın üzerinde birleştirmiş, başını da kollarına yaslamıştı. Artık ağlamıyordu.

Dirseğimi masaya, başımı da elime yaslayıp saçlarını okşadım. "Şimdi. İçeri giriyoruz ve güzel bir tatlı yapıyoruz. Sonra patlayana kadar yiyoruz."

Burnunu çekti. "Puding yapar mıyız? Tencereden yeriz." Zehre en çok puding severdi. Arada bir kendimize yapar tenceren yerdik. Bazen kızlarla yapardık. Onlar kase ile yerken biz karşılıklı tencere içinden kaşıklardık.

"Yaparız tabii!"

🌺

Aradan geçen üç gün boyunca hep bizim evdeydik. Ezgi, Duygu ve Ekin de gelip bizde kalmıştı. Hepimiz bir olup Zehre'yi toparlamıştık.

Daha iyiydi. İyi olduğunu söylüyor, gülümsemeye çalışıyordu.

Kızlar benim odamda okul kıyafetlerini giyerken ben aceleyle, bilgisayarın önünden dosyamı aldım.

"Hadi kızlar ben kaçtım! Staja geç kalacağım." Kapıdan çıktığım gibi merdivenlerden aşağı indim. Spor ayakkabılarımı giyerken "Anne ben çıktım!" diye bağırdım.

Durağa doğru koşar adımlarla ilerlemeye başladım. Çantamdan çalan telefonumun sesini duydum. Telefonumu çıkarırken, aceleden dolayı dosyamı düşürmüştüm.

Söylene söylene telefonumu açıp kulağıma yasladım. Ardından eğilip dosyamı aldım.

"Sabah sabah ne bu sinir?" Dedi. Sesini duymamla hemen gülümsedim.

"Sinirli falan değilim. Acele ediyorum. Staja geç kalacağım."

"Merak etme yetişirsin." Gülümsediğini duydum. "Zehre nasıl?"

"Daha iyi. Okula gidecekler işte. Ben çıkarken giyiniyorlardı." Karşıdan karşıya geçtim. "Ayrıca! Dün ne yaptığını gördüm!" Sesim yumuşak çıkarken bir anda sertleşmişti.

"Ne yapmışım?"

"Asım'ın halini gördüm Erman. Dudağını patlatmışsın."

"Yine de sinirlerime hakim oldum. İki taneden fazla vurmadım."

"Marifet gibi söylüyorsun bir de!"

"Ne yapayım yavrum? Sen söyle. Madem gidecekti, ne diye kardeşimin hayatına giriyor?"

"Tamam Erman. Seninle tartışmayacağım. Çünkü sen kendi doğrundan şaşmıyorsun." Otobüsün gelmesiyle içimi çektim. "Kapatıyorum. Otobüse bineceğim."

"Dikkat et kendine."

🌺

Stajdan çıkmış, bir yandan otobüs durağına yürürken, bir yandan gruptan kızlarla konuşuyordum. Akşama sahile inmeyi konuşmuşlardı. Gelemeyeceğimi yazıp yolladım.

Eğer gidersem bu kez annem canımı okuyacaktı. Kaç gündür evde durmuyordum. İki gün sonra sınavım vardı ve annem başımın etini yiyordu. Eve gidip ders çalışmaya niyetim vardı.

Otobüsü fazla beklemeden hemen gelmesi işime gelmişti. Hemen binip kartımı bastım ve tenha otobüste cam dibine oturdum.

Mesajları okumaya devam ettim. Kızlar bu akşam bizde kalmayacaklarını yazmıştı. Ne ara bu kadar mesaj yollamışlardı?

Yanıma biri oturdu ama kim olduğuna bakmadım. Daha çok telefonumla ilgileniyordum. Kulaklığımı çıkarmak için çantamı açtım.

"Bugün, her zaman olduğu gibi çok güzelsin."

Bu sesi tanımıştım. Hemen yanımda oturan genç adama aitti. Başımı çevirmemle Deniz Can'ın gülümsemesini görmem bir oldu.

"Sen ne yapıyorsun?" Sağıma soluma baktım. Otobüs tenhaydı ve bir çok boş yer vardı.

"Otobüsle eve gidiyorum." Dedi rahat bir tavırla.

"Deniz Can.. senin amacın ne?"

Kaşları çatıldı. "Amacımı biliyorsun. Sensin."

"Neden usanmadan bunu yapmaya devam ediyorsun?" Bir hafta önce de karşıma çıkmıştı. "Ben, Erman ile birlikteyim. Biliyorsun. Aramızı da bozamadın. Hâlâ neyi diretiyorsun?"

"Hâlâ sakladığınız ilişkinizden mi bahsediyorsun?" Sinirle dişlerimi sıktım. "Gerçekten merak ediyorum Meyra. Erman'ın seni bekleyeceğini düşünebiliyor musun?" Otobüsün içinde kısaca gözlerini gezdirdi. Tekrar yüzüme baktı. "Ama ben, gittiğin yere gelirim. Erman seni sevmiyor.." Tek bir şey daha söylemeden lafını kestim.

"Yeter artık!" Otobüsün içinde olduğumdan sesimi kontrollü kullanmayı deniyordum. "Aynı şeyleri bana söyleme. Biz birbirimizi seviyoruz Deniz Can. Anla bunu artık. Kalbini kırmamak için alttan alıp durdum. Yetmedi aramızı bozmaya çalıştın. Çirkin hareketlerin midemi bulandırıyor artık. Şimdi çekil önümden. İneceğim."

Hırsla döktüğüm cümleler tamamen sinirle çıkmıştı ağzımdan. Deniz Can hala yerinden kımıldamıyordu. Gözlerini bana dikmişti. Otobüsün içi gittikçe kalabalık olmuştu ve duraktan ayrılmıştık.

"Tamam." Dedi bana dönerek. Sinirle sırtımı koltuğa yasladım. Önümüzde dikilen iki genç kız bize bakıyordu. Daha fazla dikkat çekmek istemiyordum. Önümüzde ve arkamızda insanlar oturuyordu artık. "Dinle Meyra. Erman sana güvenmiyor. Sevgine güvenmiyor, sana inanmıyor. Seni kaybetmemek için susuyor."

Sinirden ağlayacaktım artık. "Bu seni ilgilendirmiyor." Diye kestirip attım. Uzatmak ya da kavga etmek istemiyordum. Kafamı camdan dışarı çevirdim.

"Geçen hafta görüştüğümüzü ona söyledin mi?"

Söylememiştim.

"Sana cevap vermeyeceğim. Çünkü laftan anlamıyorsun."

"Söylemedin. Söyleyemezsin çünkü. Sana güvenmediğini sende biliyorsun. Ya ben söylersem?"

Ayağa kalktım. "İneceğim çekil."

Deniz Can telaşla kolumu tuttu. "Tamam. Tamam söylemeyeceğim."

"İneceğim diyorum çekil." Kolumu çektiğimde bu kez zorlamadı. Ayağa kalktı ve önünden geçerek düğmeye bastım.

Otobüsten iner inmez derin bir nefes alıp verdim. Arkamdan inmediğini görmek beni rahatlatmıştı. Deniz Can iyice çıldırmış gibiydi. Sadece geçen hafta değil, ondan önce de beni birkaç defa rahatsız etmişti.

Erman'a söyleyemememin tek nedeni; barıştığımızın ilk haftası Deniz Can'ın hiddetle bana bağırdığını görmesiyle, Erman'ın onu neredeyse hastanelik edecek şekilde dövmesiydi. O gün çok korkmuştum. Ondan sonra Deniz Can'a bir şey yapacak da başı belaya girecek diye sustum. Çünkü Erman'ın gözünün döndüğüne ilk kez o zaman şahit oldum.

Olaydan sonra Deniz Can eve özür çiçeği yollamıştı. Erman'a ondan bile bahsetmemiştim. Çiçeği hemen çöpe atmıştım.

Pes edecek gibi de durmuyordu.

🌺

Eve geldiğim gibi şortumu ve kalın askılı badimi giymiş saçlarımı tepeden gelişigüzel at kuyruğu yapmıştım. Bugün inanılmaz sıcaktı.

Kitaplarımı açmış saatlerdir ders çalışıyordum. Tufan'ın odama öküz gibi dalmasıyla kapıya baktım.

"Abla annem çağırıyor."

Gözlerimi ovuşturup sandalyemden kalktım. Merdivenlerden indim. Babam bahçede çay içiyordu. Annem mutfaktan elinde tepsiyle çıktı.

"Ne oldu anne?"

Doğruda kapıya yöneldi. "Gel bakayım. Akşam yemeği yemedin. En azından çayla birlikte kek ye. Aç açına olmaz."

"Tokum ben."

"Gel hadi Meyra." Dedi azarlayan bir ses tonuyla. Terliklerini giyerken bana başıyla bahçeyi işaret etti. "Kaç saattir odandasın biraz hava al. Yine çalışırsın."

Saatime baktım. "Saat zaten on bir olmuş." Terliklerimi giyip babamın yanına oturdum. Omuzumu sıvazlayıp beni kendine doğru çekti ve alnımdan öptü.

"Bu anan çok darlıyor seni." Annem babama kötü kötü bakarken kıkırdadım.

Annem "Hüseyin.." diye mırıldandı. Ardından önüme dolu bir tabak koydu. "Açken kafası çalışmaz insanın. Ye bakayım."

Babam yanındaki termosu alıp bana çay doldururken, ben tabağımdan bir dilim kek aldım. "Anne? Asım'lar ne zaman taşınıyor?"

"Cuma günü gideceklerdi ama bir aksilik falan olmuş herhalde anlamadım. Pazartesi sabahı kamyonet gelip eşyaları yükleyecekmiş."

"Anladım."

Biraz annemlerin yanında oturup sohbet ettim. Tabağı ve son doldurduğum çay bardağını alıp tekrar odama çekildim. Ders çalışmaya devam ettim.

Saat neredeyse bire geliyordu. Esneyip masamın başından kalktım. O sırada telefonum titremeye başladı. Erman arıyordu.

"Efendim?"

"Cama çıksana. İki dakika göreyim seni." Kıpırdayıp perdemi araladım. Sokağın karşısında dikilmiş pencereme bakıyordu.

"Nereden geliyorsun sen öyle?"

"Halı sahadan. Bugün seni göremedim ya, belki uyanıksındır diye şansımı denedim." Her zaman ilk Erman'ı bırakırlardı eve. Yani Barbaros abilerin orada inmiş, şimdi eve yürüyordu.

Alt dudağımın içini ısırdım heyecanla. "Beni görmeden rahat edemedin yani?"

"Ne diyorsun? Uyku uyuyamazdım." Gülümsediğinde daha çok gülümsedim.

"Erman?" Bahçeden babamın sesini duyduğumda korkuyla sırtımı dikleştirdim.

"Hüseyin abi?" Erman'ın anında gülüşü silinmişti. Yüzü ciddi bir ifadeye bürünmüştü.

"Ne yapıyorsun oğlum bu saatte burada?"

Erman elini saçlarına götürdü. "Halı sahadan geliyordum. Barbaros ile geldik. Yürüyeyim dedim." Hafifçe boğazını temizledi. "Bu akşam da fazla yorulduk. İki dakika soluklanayım diye durdum."

Kulağında tuttuğu telefonu nereye koyacağını bilemeyip karnının üzerinde tuttu. Paniklemişti. Bense gülmemek için elimi dudaklarımın üzerine kapatıp, telefon kulağımda hala onu dinliyordum.

"Gel. Gel bahçede soluklan."

"Rahatsızlık vermeyeyim Hüseyin abi."

"Yok oğlum gel." Az daha eğildiğimde babamın bahçe kapısını açtığını gördüm. Elindeki çay bardağını Erman'a doğru kaldırdı. "Beni de uyku tutmadı zaten."

Erman gözlerini yukarı kaldırır gibi oldu. Sonra babama doğru adımladı. "İki dakika geleyim o zaman." Derin aldığı soluğu bıraktı. Bahçeye girdi.

Odamın içinde hafifçe koşarak, bilgisayarımın arkasında kalan, bahçeye bakan pencereme geçtim.

Erman, yüzü bana dönük oturup çantasını yanına bıraktı. Babam karşına oturmazsan önce, "Çay içersin dimi oğlum?"

"Zahmet etme Hüseyin abi, sağ ol."

"Bekle, çay koyup geliyorum." Babam elinde bardağıyla eve doğru döndü.

Erman telefonun ekranına baktı. Ardından gözlerini pencerene doğru kaldırarak telefonu kulağına koydu.

"Sen kapatmadın mı daha?"

Gülümseyerek alt dudağımı ısırdım. Cıklayıp "Hayır," dedim. Beni şuan göremiyor olması işime geliyordu. Güldüğümü görürse, dalga geçiyorum diye surat yapardı.

"Gülüyor musun sen?"

"Yo!" Elimi hızla dudaklarıma bastırdım.

"Gül gül sen." Babamı görmüş olacak ki hafifçe öksürerek telefonu kapadı. Babam onu ne çay bardağını bıraktı. "Sağ ol Hüseyin abi."

"Afiyet olsun oğlum." Aralık penceremden seslerini çok net duyuyordum. "Nasılsın, iyi misin?"

"İyiyim Hüseyin abi. Gördüğün gibi. Sen nasılsın?"

"Gördüğün gibi." Diyerek güldü babam. "Sıcakta uyunmuyor. Su içmeye diye kalktım. Baktım Filiz çayı dökmeyi unutmuş. Hâlâ sıcaktı. Isıttım hemen, attım kendimi bahçeye."

"Sizin burası çok güzel valla Hüseyin abi." Erman'ın yüzünde ufak bir gülümseme vardı. "Gündüz sıcağında bile burası esiyor."

"Öyle, öyle." Babam çayından bir yudum aldı. "Siz? Bayağı yapıyorsunuz bu halı saha işini."

"Yapıyoruz." Diye hafifçe başını salladı Erman. Babamın yanında hem aşırı dikkatli hem çok saygılıydı. "Boşluk buldukça toplanıyoruz."

"Aferin aferin. Spor gibisi var mı? Ciğerleriniz açılır." Erman hafif tebessüm edip çayından bir yudum alırken babam bir soru daha yöneltti. "Bildiğim kadarıyla sigara da kullanmıyorsun sen?"

"Yok Hüseyin abi kullanmıyorum. Şimdiye kadar içmedim içmem de."

"Aferin sana be Erman. Şimdi bakıyorum gençlere, hepsinin elinde bir sigara. Yazık yav! İnsan bile bile zehirler mi kendini hiç?"

Erman babamı onaylarken, babam kısa nasihatler geçip Erman sürekli babamı onaylıyor ve cevap veriyordu. Onlar sohbet ederken ben dakikalarca onları dinledim. Ama aslında Erman'ı izliyordum. Babam Erman'a bir çay daha doldurmuştu.

Esnediğimde saatime baktım. Biri çeyrek geçiyordu.

Babam, "Evlenip çocuk sahibi olduğunda, bir Hüseyin abim vardı böyle söylerdi, dersin," dedi. "İnsanın çocuğu olunca bambaşka biri oluyor. Hele kız çocuğu.." Babam heyecanla içini çekti. "Aman Allah'ım! Meyra olduğunda bir kucağıma verdiler.. Sanki dünyayı küçültüp koymuşlar kollarımın arasına."

Erman hayranla dinlerken dudakları kıvrıldı. "Ben de çocukları çok severim Hüseyin abi. Yirmi altı yaşına gireceğim neredeyse. Benimle akran olan arkadaşlarım gezip görmek istiyor, ben evlenip çoluk çocuğa karışmak istiyorum."

"Çok güzel. Niyetin varsa böyle bir şeye sende eşinle gezip görürsün. Varsa bir kısmetin, hayırlısıyla olur inşallah."

"İnşallah."

"Ah! Ah!" Diye iç çekti babam. "Çocuklar büyüyor böyle işte, sonra evleniyor. Ben istiyorum benimkiler hiç büyümesin."

Erman gözlerini kaçırdı. "Zaman geçiyor Hüseyin abi.. Hayatın dengesi."

"Öyle. Bakma sen, ben sadece sıcaktan mı uyuyamıyorum sanıyorsun?" Babam bir kolunu masaya yaslarken, diğer elini dizine yasladı. "Daha şimdiden Meyra gidecek diye sıkıntı yapıyorum kendime. İstiyor dışarıda okusun. Diyemiyorum kal, diye. Geleceğine karışmak istemiyorum. Yeter ki okusun diye bakıyorum." Tekrar iç çekti babam. "Okumaya göndereceğim, daha şimdiden geceleri uyku tutmuyor. Büyüyüp evlenirken nasıl vereceğim bilmem." Hafifçe güldüğünde babamın sarsılan omuzlarını gördüm. Canım babam benim..

"Kız evladın yeri ayrı." Dedi Erman. "Bizimkiler de Zehre'yi çok ayırırlar."

Babam dizindeki elini göğsüne yasladı. "Zehre de benim bir kızım. Onu da çok severim. Meyra bir yana Zehre bir yana. İkisi de deli dolu, evimin neşeleri. Geliyor bizde kalıyor, evimin içi canlanıyor bir araya geldiklerinde. Dünyalar benim oluyor onlar güldükçe."

"Allah razı olsun Hüseyin abi. Zehre buradayken hiç gözümüz arkada kalmıyor zaten."

Babam tekrar elini göğsüne yasladı. "Allah senden de razı olsun oğlum. Benim de kızım size gelip gidiyor, gözüm arkada kalmıyor. Zehre'yi nasıl kolluyorsan benim kızımı da öyle kolluyorsun, görüyorum ben. Ne mutlu benim kızımın da abi yerine koyduğu biri var. Senin de bende yerin ayrı. Sende benim bir oğlumsun."

Erman buruk bir tebessümle başını salladı. Dudaklarımı birbirine bastırdım. Sanki babam biliyordu da Erman'ın canını yakmak için söylüyordu bunları. Sanki bile bile 'kızımdan uzak dur' diyordu. Erman sıkıntıyla nefes alıp verdiğinde omuzları kalkıp indi.

Çay bardağının dibinde kalan çayı hızla çekti. "Ben artık kalkayım Hüseyin abi. Geç oldu. Çay için de tekrar sağ ol."

"Ne demek oğlum? Sen sağ ol. Geldin iki kelâm ettik." Erman ile birlikte ayaklandılar. "Selam söyle evdekilere. Dikkatli git."

"İyi akşamlar."

Erman bahçeden ayrıldığında babam tekrar aynı yerine oturdu. Pijamalarımı giyip bedenimi yatağa saldım. Sessizce ofladım. Her şey ne kadar güzel gidiyordu oysa ki. Annem ve babam defalarca aynı şeyi söylüyordu. Aramızdaki yaş farkı, onların gözüne batmaya devam edecekti.

Ertesi gün yine stajdan geldiğim gibi kitaplarımın başına oturmuştum. Annem önüme çikolata tarzı bir sürü şey getirmişti. Tabakların geri kalanını yollarken sadece bir gofreti aldım. Çünkü ne kadar çok yersem o kadar dikkatim dağılıyordu.

Bugün Cuma idi ve Cumartesi ve Pazar sınavım vardı.

Masanın üzerindeki telefonum çaldığında, arayanın Erman olduğu gördüm. Hemen açtım.

"Efendim?"

"Ne yapıyorsun?"

"Ders çalışıyorum. Sen ne yapıyorsun?"

"Kadir ile birlikte Barbaros'a gidiyoruz. Oradan kahveye gideceğiz. Çocuklarla bu akşam orada toplanacağız."

Bizim kapının önünden geçeceklerini anladığım an masamdan kalktım. Hızlıca odamdan çıktım.

"Tamam. Bende biraz daha çalışır, hazırlanıp yatarım."

Salonun önünden geçerken annem televizyona, Tufan da ilgisizce açtığı ders kitabına bakıyordu. Ses çıkarmadan bahçeye çıktım.

"Yarın sabah seni ben götüreceğim."

Terliklerimi giyip bahçe kapısına koştum. "O zaman, yarın sabah görüşürüz?"

"Görüşürüz. Yatmadan önce mutlaka ara."

Onu onaylayıp telefonu kapattıktan sonra kapının üzerinden eğilip yola baktım. Kafamı uzattığım gibi beni gördü. Gözleri hep buradaydı. Anında yüzünde o güzel gülümsemesi belirdi. Gülümsemesiyle beraber kısılan gözleri, beni kendine tekrar hayran bırakıyordu.

Karşı taraftan yavaşça geçerken bir yandan sokağı kontrol ediyor bir yandan bana bakıyordu. Balkondaki Cemile ablayı fark etmemle başımı sokağın öbür ucuna çevirdim. Hiç bir şeyden haberim yokmuş gibi sokakta oynayan çocukları izlemeye başladım.

İçeri girmeden son kez Erman'ın arkasından bakmak istediğimde Meral ablayla göz göze gelmem bir oldu. Bana, ardından karşıdan giderken bize doğru bakan Erman'a kısaca baktı. Tekrar bana döndü ve hafifçe tebessüm etti.

"Hoş geldin Meral abla." Bahçe kapısını ona açarak içeri davet ettim. Bir yandan acaba anladı mı? Diye düşünmeden edemiyordum.

Meral abla içeri girerken ardından bahçe kapısını kapadım. "Hoş buldum Meyra. Annen evde mi?"

"Evde, evde.." dedim panik bir ses tonuyla. Doğan abi yüzünden kadının yüzüne bakamaz hale gelmiştim.

Eve doğru adım atacağım sırada Meral abla hafifçe omzuma dokundu. "Meyra."

"Efendim?" Çekimser bir şekilde Meral ablaya baktım. Sıcak bir şekilde bana karşı tebessüm ediyordu.

"İçin rahat olsun kızım. Ben seni suçlamıyorum. Sende kendini suçlama." Omzumu sıvazlarken boğazıma oturan yumru ile birlikte yutkundum.

"Anlamadım.." Dedim sesim içime kaçmış gibi.

Hafifçe başını salladı. "Sen beni anladın. Doğan bana her şeyi anlattı." Gözlerinin dolduğunu gördüğümde içimde büyüyen bir acı peyda oldu. "Bir sevda uğruna koskoca şehre sığamadı oğlum." Dudaklarını birbirine bastırırken uzanıp elimi avuçlarının arasına aldı Meral abla. Bu hareketiyle beni mahvetti ve gözümden bir damla yaş düştü.

Hafifçe elimin üzerine vurdu. "Üzülme kızım. Üzül diye söylemedim." Halbuki onunda dudakları titriyordu. "Ben, benim oğlum senin gibi birine sevdalandı diye mutlu oldum. Ama ne yaparsın; kader kısmet."

"Özür dilerim Meral abla. Ben Doğan abiye 'gitme' diyemedim."

"Biliyorum kızım. Biliyorum." Elimin üzerini okşadı yavaşça. "Hayırlısı böyleymiş. Tek taraflı olmaz böyle şeyler."

Kızaran gözlerimi kaçırdım Meral abladan. "İnan yüzüne bakamıyorum Meral abla." Bir annenin, çocuğunun kalbini kırmıştım ben. O kadar kötü hissediyordum ki..

"Sen utanılacak bir şey mi yaptın da yüzüme bakamıyorsun?" Dedi azarlarcasına. Bir eliyle elimi tutarken diğeriyle çenemi tutup kaldırdı. "Zorla kimse sevilmez ki kızım." Yanağımı okşarken dudaklarımı ısırdım. O kadar anlayışlı bir kadındı ki anlatmam. Nur saçıyordu yüzü. İyi kalpli Meral ablam..

Tekrar iki eliyle elimi kavradı. "Ama çok isterdim." Dedi. "Oğlumu sevmeni. Sevseydin eğer, gelir şimdiden isterdim seni annenle babandan." Başını yatırdı hafifçe. "Olsun. Erman'ı da çok severim. O da bir oğlum sayılır. O da çok iyi. Ben seni de çok severim bilirsin. Allah hakkınızda hayırlısını versin kızım."

Artık Meral abla da biliyordu.

Annemin "Hoş geldin Meral," demesiyle gözlerimi kaçırdım. Çaktırmadan gözlerimin altını silerken Meral abla sırtımı sıvazladı.

"Hoş buldum Filiz."

"Gel, içerleri çok sıcak. Bahçede oturalım."

Meral abla kamelyanın altına geçerken, bu kez içimde korku vardı.

Ya anneme bahsederse?

***

Sezon finalinden önceki son bölüm! :)

Aslında bir sonraki bölümü ekleyip öyle yayımlayacaktım, ama fazla uzun olacaktı. Bu yüzden bölümü ikiye bölüp toparladım.

Umarım hikayemi hala heyecanla okumaya devam ediyorsunuzdur. Sizi sıkmamak adına sezon finali yapıyorum. Aslında bu sezon finali fazla uzun bir süre olmayacak. Sadece, hikaye birkaç yıl sonrasına atlayacak.

Bir sonraki bölümde bir sürpriz açıklayacağım. Şimdilik bu kadar spoi yeter. :)

Sizi seviyorum, öpüldünüz! :))

***

Beyaz GardenyaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin