Bölüm 25: Gönül Çiçeği

1.3K 32 9
                                    

Bölüm 25:
Gönül Çiçeği

🌺

🎵 Mahmut Çınar - Geldin

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

🎵 Mahmut Çınar - Geldin

*

Olayın merkezi olmaktan her zaman nefret etmiştim. Dudaklarım bir aralanıyor bir kapanıyor, bir yandan da kuruyordu.

 
Doğan abi sakinken, Armağan abinin söyledikleriyle anında öfkelenmişti. “O benim kardeşim değil!”
 
Sarp abi bana bakıyordu. Gözlerimi kaçırdım. Sarp abi Doğan abinin omuzuna dokundu. “Tamam. Gel başka yerde sakince konuşalım.”
 
Doğan abi, omuzunu kurtardı. “Konuşulacak bir şey yok. Meyra’nın bir başkasını sevdiğini biliyorum.” Dedi az önce öfkeli sesinin aksine. “Sadece şu kardeş saçmalığı sinirimi bozuyor.” Doğan abi sinirle montunun yakasını silkti ve yanımızdan ayrıldı.
 
Sarp abi bana kısa bir bakış atarken Doğan abinin arkasından gitti. Armağan abi ise kolumu çekingen bir şekilde sıvazladı. “İyi misin Meyra?”
 
Hızlıca başımı salladım. “Ben gidiyim..”
 
Son kez Erman ile kesişti gözlerim. Sakin olmaya çalışıyor gibi bir hali vardı. Bana hafifçe göz kırptı. ‘Merak etme’ der gibi..
 
Duygu'ların evin önüne geldiğimde telefonumun mesaj sesiyle cebimdeki telefonu çıkardım. Erman mesaj atmıştı.
 
“Eve dönerken bana haber vermeyi unutma.”
 
Tam o anda Duygu’nun kapıyı hızla açmasıyla hafifçe sıçradım.
 
“Nerede kaldın? İyi ki beş dakikaya geliyordun.” Yüzünü buruşturdu. “İyi misin sen? Hayalet görmüş gibisin.”
 
“İyiyim iyiyim.”
 
Duygu ile hemen hemen iki saat ders çalışmıştık. Saatime baktığımda akşam dokuz buçuğa geliyordu.
 
Duygu rahat bir nefes aldı. “Bence sen anasınıfı öğretmeni değil. Bir branş öğretmeni olmalısın.”
 
Gülüştük. “Hiç düşünmedim. Ben çocukları seviyorum.”
 
“Kızım harika anlatım biçimin var. Hatta sen bu işten para bile kazanabilirsin. Özel ders verdiğini düşün.”
 
“Yok ya. Tanımadığım insanlarla.. yok yapamam zaten.”
 
“Bence gayet iyi yapabilirsin. Mesela kısmet olursa bu sene üniversiteye gideceksin. Olur da biri senden ders çalıştırmanı ister. Bir ücret işte. Eminim memnun kalacaklar ve seni arkadaşlarına tavsiye edecekler.”
 
“Ya içimden geldiği için yaparım. Öyle ücret alamam kimseden.”
 
“Ay Meyra! Özel hoca gibi düşün. Onlar da para alıyor.”
 
Düşündüm. “Aslında aileme yük olmamak için bunu düşünebilirim.”
 
Duygu ile birkaç dakika daha sohbet etmiş gitmek için ayaklanmıştım. Çıkmadan önce Erman’a çıkmak üzere olduğumu haber vermek için mesaj attım.
 
Kapıdan çıktığım an mesaj geldi.
 
“Parkın orada bekliyorum.”
 
Karanlık sokakta adımlarımı heyecanla ve korkuyla atıyordum. Erman’ın tepkisinden mi korkuyordum emin değildim. Ya ilişkimiz henüz tam başlamadan biterse diye düşünmeden edemiyordum. İçimde bir ağırlık vardı. Dertli dertli ofladım.
 
Kısa sürede parka ulaştım. Erman ağaçların altında olan bankın yanında bekliyordu. Adımlarım artık aceleci değildi. Kötü bir şey söyleyecek diye ödüm kopuyordu.
 
Ona yaklaştığımda, o da adımlarını yavaşça bana doğru attı. Elini yanağıma yerleştirdi. Yanağımı, ardından saçımı okşayarak sakince kendine çekti. Sarıldı ve saçımı uzunca koklayarak öptü. Ardından bedenimi kollarının arasında sıktı.
 
“Vicdanım sızlıyor Meyra.”
 
Gözlerimi sıkıca yumdum ve açtım. Parmaklarım kabanının yakasında oyalandı. Kendimi kısa bir an onun yerine koydum. ‘Ben böyle bir şeyin altından kalkabilir miydim?’ Diye sordum kendime. Düşünmek bile kötüydü.
 
“Ne yapacağız?” Kısık çıkan sesimle birlikte Erman omuzlarımı sıvazlayarak derin bir nefes alıp verdi. Ama rahatlayamamış gibiydi.
 
“Bilmiyorum çiçeğim.” Yanağını başıma yasladı. Boyun girintisine daha da sokuldum. “Şuan hiç bir şey düşünmek istemiyorum.”
 
Bana ‘çiçeğim’ dedi.
 
Bana ilk söylediği sevgi sözcüğüydü.
 
Midem kasılıyor, içim içime sığmıyordu. Ayaklarımın altı karıncalanıyordu. Bu yüzden ayaklarımın üzerinde tepinmek, heyecanımı dışarı atmak istiyordum.
 
Yıllarca hasretini çektiğim kokusunu, şuan rahatla içime çekiyordum. Lâkin doyamıyordum.
 
“Onunla hala görüşüyor musun?” Diye sordu. Ama benden ayrılmamıştı.
 
“Deniz Can ile mi?”
 
“Evet.” Sesi kızgın değildi.
 
“O akşamdan sonra görüşemedik.”
 
“Görüşmek istiyor musun?” Başımı hafifçe göğsünden kaldırıp ona baktım. “Bence görüşme.” Kaşlarını çatmıştı, ama bunu kızmak için değil, ikna edici bir şekilde tatlı tatlı bakıyordu çatık kaşlarının altından.. “Biliyorsun işte..”
 
“Farkındayım.”
 
Elini omuzumdan çekip alnıma düşen saçımla oynayıp geriye doğru attı. “Ona karşı.. herhangi bir ilgin yok değil mi?” Gözlerini kaçırıp bana baktı.
 
“Nereden çıktı bu?”
 
Saçımla oynamaya devam etti. “Yani çok yakındınız. Gereğinden fazla. Belki..” Dudaklarını bıkkın bir nefes bırakırken ıslattı. Ardından dayanamayıp ofladı. “Tamam Zehre söyledi! Ve ben bunu düşündükçe deliriyorum.”
 
“Zehre’ye gerçekten inanamıyorum.”
 
Kaşlarını kaldırdı. “Doğrusu beni biraz delirtti. Ama ona kızamıyorum.” Gözlerime beklentiyle bakmaya devam etti.
 
Dudaklarım aralandı. Yalan söylemekten ya da bana yalan söylenmesinden hiç hoşlanmazdım. Erman’a yalan söylemek istemiyordum. Ama herkes, beyaz yalan söyler. Ben bile..
 
“Hayır..” diyerek yakasıyla oynadım. Yalan söylemekten hoşlanmadığım gibi beceremezdim de. Gözlerimi kaçırdım. “Ona karşı bir şey hissetmedim.”
 
Nasıl anlatsam? Birine alışırsınız, yokluğunu fark edersiniz ya! Öyleydi işte. Onu kaybetmek istemiyor oluşum bencilce miydi? Oysa sadece değer verdiğim bir arkadaşımdı o.
 
Yavaşça rahatlamış bir nefes verdi. Ardından, tekrar beni kollarının arasında sıktı. “Ne yaptın bana böyle Meyra? Kalbim daha önce hiç böyle atmamış, hiç böyle korkmamıştı.”
 
Daha önce acı sözleriyle nasıl kanatlarımı kırdıysa, şimdi beni tatlı sözleriyle uçuruyordu. Aşk böyleydi işte. Hem acı hem tatlı. Asla tarifi olmayan bir şeydi.
 
Bankta birkaç dakika oturmuş konuşmuştuk. Sohbetimiz nasıl yıllarca geçtiyse öyleydi. Biz aynıydık birbirimize. Sadece şimdi daha yakındık.
 
Daha önce nasıl eli omuzumdaysa, şimdi de öyleydi. Sadece nedeni farklıydı.
 
Daha önce nasıl güldüyse, öyle gülüyordu. Sadece daha sıcak.
 
Daha önce nasıl bakıyorsa, şimdi de öyle bakıyordu. Sadece anlamı farklıydı.
 
Biz hep böyleydik. Ama şimdi daha fazlasıydı.
 
Parktan ayrılmış eve doğru yürüyorduk. Erman, yıllar önce Zehre ile benim onların arabada oynarken, nasıl arabayı boşa alıp kaldırıma çıkardığımızı anlatıyordu. Bir yandan gülüyor bir yandan anlatıyorduk. O gün, Erman telaşla yanımıza gelmiş bir şeyimizin olup olmadığına bakmıştı. Sezai abi bize kızmasın diye de suçu kendi üstlenmişti.
 
“Elini tutup seni çıkardığımda sımsıkı elimi tutmuştun. Çaktırmıyordun ama çok korkmuştun.”
 
“Hiçte korkmamıştım.”
 
“O zaman da böyle burnun havadaydı işte. Aynı o; on bir yaşındaki halin gibisin!”
 
“Belki biraz.” Kıkırdadım. “Sende Sezai abi bize kızmasın diye suçu üstlenmiştin.”
 
“Yalan değil. Benim hatamdı. Anahtarı üzerinde bırakmamam lâzımdı. Yani bir şekilde iki delinin başıma bir şeyler açacağını da tahmin etmem lazımdı.” Diyerek güldü.
 
Dudaklarımı şaşkınlıkla açtım. “Pes!”
 
Gülüşürken birden Zehre’yi sordu. “Zehre? Hâlâ Asım ile görüşüyor mu?”
 
“Evet.” Dedim hemen.
 
“Görüşsünler de.. abartmasınlar.”
 
“Biliyorum onu korumaya çalışıyorsun. Ama merak etme. Asım'ın onu üzeceğini sanmıyorum.” Tebessüm ettiğimde içini çekti.
 
“Hele bir üzmeyi denesin. Onun yüzünden tek damla gözyaşı döktüğünü görürsem, o Asım’ı kimse elimden alamaz.”
 
Birden içim burkulmuştu. Zehre’yi bir başka erkeğin onu üzmesinden korkuyordu. Ama o, göz pınarlarım kuruyana kadar ağlatmıştı beni.. Tek tek yaşattıkları gözümün önünden geçmiş, yüreğim sızlamıştı.
 
Ellerimi önümde birleştirirken gözlerim yerde duran sakız kağıdına takılmıştı. Ayağımın ucuyla kağıdı ittim.
 
“Maalesef herkesin koruyacak bir abisi olmuyor.”
 
Dirseğime dokundu. “Defalarca özür dilerim..” sıkıntıyla içini çekti. “İnan ben bile kendimi affedemiyorum.”
 
Ben? Ben affetmiş miydim?
 
“Bende, içimde henüz seni affettiğimi düşünmüyorum.” Şaşkına dönmüştü. “Seninle birlikte olduğum için çok mutluyum. Ama bu, bir taraftan canımı yakıyor Erman.”
 
“Tamam.. kolay olmayacağını biliyordum.” Uzanıp baş parmağıyla yanağımı okşadı. Yemin ederim eridim bittim. “Beni affettiğin gün, dünyanın en mutlu adamı olacağım.”
 
“Nasıl olacak peki? Doğan abi elbet öğrenecek. O zaman da bırakacaksan beni..”
 
“Sakın.” Dedi avucunu yanağıma iyice yerleştirirken. “Ben bir daha asla seni bırakmam Meyra. Bırakamam. Hayatımdaki varlığın değiştiğinden beri, hayatım da değişti. Sen yokken her şey eksikmiş gibi.” İçimi çektim sessizce. Severek bıraktı yanağımı. “Bir süre saklarız aramızda olanı. Kimse bilmez. Gizli saklı buluşup, uzaktan izlerim seni.” Dudaklarım kıvrıldığında o da gülümsedi benim gibi.
 
“Ben buradan sonra giderim. Geldik artık zaten.” Başını salladı yavaşça. Öylece çekildi adımlarım ondan. Biliyordum arkamdan izliyordu beni. İçeri girene dek bekleyecekti. Bahçe kapısına ulaştığımda arkama baktım son kez. El salladım usulca, tebessümle kaldırdı elini.
 
Eve girdiğimde babam adımı seslendi. “Sen mi geldin kızım?”
 
“Evet baba! Duygu ile ders çalıştık.” Cümlemi bitirdiğimde içeri girdim. Yasemin ablayla Sezai abiyi gördüğümde heyecanla duraksadım. Sanki az önce çocuklarıyla birlikte olduğumu biliyorlarmış gibi baktılar bana. Ya da bana öyle geliyordu, korkumdan. “Hoş geldiniz.” Diyerek gülümsedim. Aynı güler yüzü onlarda gördüm.
 
Uraz hızla yerden kalkıp bacaklarıma sarıldı. “Meyra!” Tufan ters ters baktı. Kızgındım ona saçıma yapıştırdığı sakızdan beri. Annem ceza vermişti elbet, ama ya kurtaramasaydım saçımı?
 
Yasemin abla “Hoş bulduk güzelim,” dedi.
 
Annem tazelediği çayları getirdi. Yanlarına oturup biraz sohbet ettim. Zehre’yi sordum. Keyfî yokmuş, o yüzden gelmemiş. Hatta Yasemin abla ne zamandır onlara gitmediğimden de şikayetçiydi.
 
Dakikalar sonra Sezai abi, “Hadi hanım, saat geç oldu kalkalım,” dedi.
 
Babam, “Ne güzel oturuyoruz Sezai,” dedi. “Sanki her zaman geldiğiniz mi var?”
 
Sezai abi güldü. “Sizin geldiğiniz var mı?”
 
“Bizde geliriz. Oturun bir çay daha için.”
 
Yasemin abla, “Çocukların da uykusu geldi zaten kalkalım,” diyerek ayaklandı.
 
Onları yolcu ettikten sonra odama çıktım. Çiçeklerimi görür görmez gülümsedim. Üzerimi değiştirip yatağıma girecekken annem geldi.
 
“Anne?”
 
Sessizce yatağımın kenarına oturdu. Hemen yanına elini vurdu. “Otur bakayım yanıma.” Oturdum.
 
“Ne oldu?”
 
Gözleriyle çiçeklerimi işaret etti. “Kim gönderiyor bunları?”
 
“Bilmiyorum.”
 
“Yalan söyleme Meyra. Sevgilin mi var senin?”
 
“Nereden çıkarıyorsun anne?”
 
“Kaç gündür ağzın kulaklarında dolaşıyorsun etrafta.” Sorgulayıcı bakışlarını üzerimden çekmeden tekrar çiçeklerimi işaret etti. “Senin bir sevgilin var belli.”
 
“Yok anne sevgilim falan.”
 
“Deniz mi gönderiyor yoksa bunları sana? Aklını çelmeye mi çalışıyor senin? Bak Meyra sakın. Üniversite sınavına gireceksin, sevgili falan dinlemem çıkartmam seni kapı dışarı.”
 
Ardı ardına sıraladığı cümlelerle kaşlarımı çattım. “Deniz Can falan göndermiyor. Yok diyorum anne anlamıyor musun?”
 
“Bu çiçekler gökten düşüp gelmedi ya?!” Anlamıştım ki annem sinirlenmeye başlamıştı.
 
“Tamam. Söyleyeceğim ama kızma.” Merakla kaşlarını kaldırdı. “Sana demiştim; o beni sevmiyor diye.”
 
“Hatırladım.”
 
“O da beni seviyormuş anne.” Kocaman gülümsedim.
 
“Bak bak! Gözlerin oldu ışıl ışıl?” Yine sinirle sarf etti cümlesini. “Kızım ben sana üniversite sınavın var diyorum sen ne diyorsun? Aklın bir karış havada nasıl gireceksin sen bu sınava?”
 
“Bende onu düşünüyorum zaten. ‘Unutma beni’ diyor çiçek gönderiyor.”
 
“Görüşmüyor musunuz yani?”
 
“Yok. Görüşmüyoruz.” Yalan söylediğimi anlamış mıydı bilmiyorum ama korkudan ödüm kopuyordu. Annem olur da anlarsa dediği gibi dışarı çıkarmazdı beni. Onun için en önemli şey; geleceğime bağlı bu sınava herhangi bir şeyin engel olmamasıydı.
 
“Doğru söylüyorsun değil mi?”
 
“Tabii! Tabi doğru söylüyorum.” Annem derin bir nefes aldı. Sırtıma koydu sıcacık elini. Daha da yanıma sokulup, omuzumu sıvazladı. Başımı omuzuna koydum.
 
“Senin kötülüğün için söylemediğimi biliyorsun Meyra'm. Genç kızsın, sevemezsin demiyorum ya sana.. Ama önceliğin okulun olmalı.”
 
Kucağıma bıraktığı elini tuttum. “Biliyorum annem. İçin rahat olsun.”
 
Güldü sessizce. “E kim bahsetmeyecek misin bana?”
 
“Anne!” Utanmıştım.
 
“Sanki biz genç değildik.” Diye trip attı ve omuzuma vurdu. Doğrulup bana baktı. “Okuldan mı nereden?”
 
“Yok değil anne. Boş ver.” Ödüm kopuyordu mahalleden mi diye soracak diye.
 
“Çalışıyor mu okuyor mu bu oğlan?”
 
“Anne ya.. uyuyacağım ben hadi.”
 
Oflayarak ağırca kalktı yatağımdan. Yukarıdan bana doğru baktı. “Çatlarım şimdi meraktan. İyi biri mi bari? Seni üzmesin sonra.” Elini kalbine koydu. Gülmeden edemedim.
 
“İyi anne. Çok iyi.”
 
“Çok şükür ya rabbim!” Elini hafifçe kaldırıp kapıya yöneldi. “Hadi Allah rahatlık versin.”
 
Ertesi sabah ilk iki dersim boş olduğundan kahvaltıda annemle ikimiz kalmıştık. Babam işe, Tufan ise her gün olduğu gibi isteksiz gitmişti okula. Oysa bir hevesle gidiyordu Esma uğruna.
 
Annem boşalan bardağımı doldururken gözlerimi ona diktim.
 
“Anne? Erman’ın kız arkadaşının ailesi gelecekti iki hafta önce ne oldu o iş? Merak ettim.”
 
Annem hayretle kaşlarını havalandırdı. “Ay! Erman bir oyun atmış Yaseminlere ki sorma.”
 
Çaydanlığı ocağın üzerine bırakırken, “Ne yapmış?” diye sordum.
 
Hemen yerine, karşıma geçti. “Leyla, Erman'ın üniversiteden arkadaşıymış. Dikiliyorlar ikisi karşılarına, sarmaşmışlar gülüşmüşler.” İçimdeki kıskançlığı bastırdım. “Yaseminler demiş ‘oldu bu iş’ diye. Meğer ikisi arkadaşmış işte. Kızın da başka istediği varmış.”
 
“Bak sen. Yasemin abla da kim bilir nasıl üzülmüştür?”
 
“Üzülmez mi? Çok umutlandı, çok.”
 
“Üzüldüm.”
 
“Bende üzüldüm. Hanım hanımcık bir kıza benziyordu.” Çayından bir yudum alan annem içini çekti. “Erman'ın da vardır bir yerde kısmeti illa.”
 
“Yasemin abla çok takıyor kafaya bence.”
 
“Kısmeti kapalı oğlumun, deyip duruyor. Arkadaşlarının hepsinin varmış bir onun yokmuş sevgilisi. O da dertleniyor işte.”
 
“Kimin varmış ki?”
 
“Barbaros’un varmış. Armağan zaten nişanlı. İdris evlendi. Sarp, Olcay, Kadir.. hepsinin varmış işte. Bir Doğan'ın yokmuş, o da garibim aşk acısı çeker dururmuş..” Birden içtiğim çayla tıkanıp öksürmeye başladım. “Yavaş boğulacaksın be kızım!”
 
“Ay anne! Nereden biliyorsun tüm bunları?”
 
“E hepimiz birbirimizi tanıyoruz ya kızım. Anneleri dert yanıyor işte. Meral de çok üzülüyor..” Meral abla Doğan abinin annesiydi. “Gerçi Doğan diğerlerinden küçük, gönlünü başka birine kaptırır bir gün.”
 
Gözlerim daldı. Üzülüyordum bu duruma. Doğan abiyi severdim. Neşeli biriydi her zaman. Arkadaş ortamında en çok o güldürürdü herkesi. Son zamanlarda yüzünde ufak bir tebessüm bile görmemiştim.
 
Ne olacaktı bizim halimiz? Erman ile Doğan abi? Sıkıntıyla içimi çekip masadan kalktım. Sandalyeye ayağım takıldı. Tutunayım derken elim çay bardağının üzerine basıldı. Avucumun altında kırılan bardak, canımı yakmıştı. Bu yüzden kesildiğini anlamıştım.
 
Annemin dudaklarının arasından telaş dolu bir çığlık koptu. “Eh be Meyra! Eh be kızım! Sakar mısın, dikkatsiz mi anlamadım?” Yüzünü buruşturarak elimi çevirdiğinde içini çekti hızlıca. “Ah, ah!”
 
“Anne telaş yapacak bir şey yok. Abartma.” Avucumdaki küçük cam parçasını dikkatle çektim. Avucumda bir şey yoktu da işaret parmağımın kenarı derin görünüyordu. En çok kan ise orada vardı. Annem daha da telaş yapmasın diye elimi ona göstermedim. “Yara bandı yapıştırayım yeter.”
 
“Meyra masaya kan damlıyor, görmüyor muyum ben?! Yürü hastaneye gidiyoruz. Ben taksi çağırıyorum..” çekmeceden temiz bez uzattı. “Bunu bas eline.”
 
Annem mutfağı terk ettiğinde bezi bastırmadan sakatlığımın eserine baktım. Ben bile korkmuştum. İlk kez kendimi bu kadar sakatlamıştım. Hiç ve hiç gitmek istemedim. Ama annem beni zorla hastaneye götürdü.
 
Hastaneye girdiğim gibi hasta kabulde duran Erman’ı buldu gözlerim. Annem kenarda beklememi söyleyip hızlı adımlarla onun yanına gitti. Elimdeki bez kıpkırmızı olmuştu. Gören de parmağım koptu sanacaktı.
 
Annem Erman’a ne dediyse gözleri beni bulduğu gibi ayağa fırladı. Adımlarını bana telaşla ve aceleyle atıyordu. Kalbim hem heyecandan hem korkudan deli gibi atıyordu. Sanki küt diye bayılacaktım.
 
Erman, “Meyra?” diyerek bileğimi tuttu. Elimin üzerinden bezi kavradı. Gözlerim dolu dolu baktım ona. Bez parçasını kaldırır kaldırmaz gözlerini yumdu. Hızla elimi bastırdı tekrar. “Korkma bir şey yok.”
 
Gözümden bir damla yaş süzüldü sadece. Oldum olası hastaneleri sevmezdim zaten. İğneden bile nefret ederdim.
 
“Yalan söylüyorsun.” Küçük bir çocuk gibi büzdüm dudaklarımı. “Ya dikiş derse?” Ödüm patlıyordu. “Gelene kadar durmadı kanaması.”
 
“Ağlama gönlümün çiçeği. Ben yanındayım korkma.” Fısıldadı yüzüme doğru. Gözyaşım durdu. Ama hala korkuyordum. Ellerini çekmedi ellerimden. Beni başka yere yönlendirdi. Elini omuzuma koydu. Diğeri hala elimdeydi. Anneme baktı. “Gel Filiz abla. Meyra’yı acil tarafına götüreceğim.”
 
Soluğu pansuman odasında aldım. Genç bir adamdı elime bakan. Erman bir dakika bile çekmemişti elini üzerimden. Hemen yanımda oturuyordu. Annem hemen doktorun arkasındaydı. Elimi kontrol etti. Bana göstermemeye çalışıyordu.
 
“Şimdi Meyra.. Hiç bir şey yok. Öncelikle sakin olmalısın.” Doktorun elindeki elim titriyordu. Korktuğumu o da anlamıştı belli ki. “Yaran derin evet. İçi temiz ve herhangi bir damarda kesik yok. Kendi kendine kapanabilirdi ama..” dediği an yüreğim hopladı. “Kesik, eklem yerinde ve derin olduğu için dikiş atmam gerekiyor.”
 
Elimi hızla çekerken gözlerimden yaş süzülmeye başladı. “İstemiyorum.”
 
Annem elini kalbine koydu. “Meyra..” dedi içini çekerek.
 
Erman, “Filiz abla, sen en iyisi dışarıda bekle,” dedi. “Ben Meyra’nın yanındayım.”
 
Annem dışarı çıktığı an oturduğum yerden kalktım. “Erman istemiyorum.”
 
Tekrar beni sakince yerime oturttu. Başparmağıyla gözyaşımı sildi. Ardından kısık sesini işittim. “Sana söz veriyorum acımayacak.”
 
Dudaklarımı yaladım hızlıca. “Korkuyorum.” Nasıl korkmazdım? Yıllar önce köpek ısırdığında iki dikiş atılmıştı sadece ama o zaman çok küçüktüm.
 
Yaşlı kirpiklerimin arasından onun gözlerine bakıyordum. Öyle güzel bakıyordu ki bana, halimi unuttum. Bir nefes kadar yakındı yüzüme. Saçımı taradı eliyle, yüzümü açığa çıkardı. Çenemi bir yandan okşarken bir yandan akan yaşlarımı siliyordu.
 
“Görüyorum.” Dedi kısıkça. “Ben yanındayım. Elini tutarım, gözlerine bakarım bitene kadar.” Elmacık kemiğimde gezdi parmağı. Her şeyi unutturuyordu bu adam bana. Nerede olduğumu, ne düşündüğümü, her şeyi. “Tamam?”
 
Yavaşça başımı salladım. Ona olan güvenimin ilk adımıydı bu. Boşta olan elimi tuttu. Parmaklarını, parmaklarıma kenetledi. İlk el tutuşmamız böyle mi olacaktı? Diye düşünmeden edemedim.
 
Doktor parmağımı temizledi ilk önce. “Merak etme. Elim çok hafif.” Güldü yavaşça. “Canını yakacak olursam Erman külahları değişir benimle.”
 
Ona döneceğim sırada Erman çenemi tuttu tüy gibi. Kendine çevirdi tekrar. “Bana bak sadece.” Ağzımı bıçak açmıyordu. Başımı salladım tekrar. Gözlerini gözlerimden ayırmadan konuştu. “Aman Kuzey, annesi bilmiyor bizi, ona göre.”
 
“Merak etme!” Dedi uzatarak. “Bende kolay almadım eşimi. Allah kolaylık versin.”
 
Parmağımın yanında ufak bir acı hissetmemle gözlerimi sıkıca yumdum. Kafamı hafifçe eğdim. Erman'ın dudaklarını hissettim şakağımda. Yanağından kaydı başım, omuzuna düşürdüm. Başıma yasladı başını. Boyun girintisinde kayboldum.
 
Gözlerim tekrar sıkıca kapanırken, burnumun dokunduğu teninin kokusunu çektim. Derin derin aldım kokusunu.. dudaklarını alnımda, nefesini saçlarımın arasında hissediyordum. Kolumu dikseler böyle gıkım çıkmazdı!
 
Omuzumdaki eliyle, boynuma dökülen saçlarımı düzeltti. Eli sürekli, tenimle temastaydı. Sarhoş edici sesini duydum tekrar, parmakları boynumda gezerken..
 
“Nasıl oldu bu?”
 
“Ayağım takıldı.”
 
Hafifçe güldü. “Her zamanki sakarlığın yani?”
 
“Gülüyor musun sen?” Başımı hafifçe ondan uzaklaştırdığımda o da bana baktı. Dudaklarım çenesiyle ufak bir temas kurdu. Güzel gülümsemesiyle yaşlı gözlerimin içine bakıyordu. Artık ağlamıyordum. Sadece, kalbim korkudan ziyade, heyecan ve mutluluktan gürültülü bir şekilde atıyordu.
 
“Sadece dikkatini dağıtıyordum.” Gözümün altına küçük bir buse kondurdu. “Bitti.” Öyle güzel bakıyordu ki odaklanamıyordum.
 
“Hm?” Dedim boşluğuma gelmiş gibi.
 
“Dikişlerin bitti.”
 
“A!” Kendime gelmiş ve ondan uzaklaşmıştım. Elime baktığımda, doktor Kuzey beyaz sargı bezini hazırlıyordu.
 
Kuzey doktor, parmağıma metal renginde bir spatula yerleştirdi. “Parmağını bükmemen için.” Dedi ve sarmaya başladı. “Dikişlerin alınana kadar bölge suyla temas etmesin. Günde bir kez pansumana gelmen yeterli.”
 
Erman, “Ben de pansuman yapabilir miyim?” diye sordu.
 
“Yakınlaşmak için her fırsatı kolluyorsun anlaşılan.” Doktor Kuzey gülümsedi. “Yapabilirsin tabii! Beni iyi izle. Malzemeleri yazarım. Bir hafta sonra da gelirsiniz, dikişlerin iyileşmiş mi diye bakarız. Eğer bir sorun olmazsa alırız.”
 
Erman, kenetlendiği elimi bıraktı. Kapıya baktığımda annem kafasını uzatmış bakıyordu. Ona gülümsediğimde içeri doğru adım attı.
 
“Bitti mi?” Diye sordu.
 
Başımı salladım. Doktor Kuzey, işini bitirdiğinde kocaman gülümsedi. “Elim hafifmiş değil mi?”
 
“Evet. O kadar korkulacak bir şey yokmuş.” Diyerek Erman’a baktım.
 
Doktor Kuzey ilaçlarımı yazdıktan sonra hastane çıkışına kadar Erman annemle beni geçirdi.
 
Annem Erman’a döndü. “Sağ ol çocuğum. Sen geç işinin başına, bir şey demesinler.”
 
“Merak etme Filiz abla, idare eder onlar.” Sıcacık gülümsemesi yüzündeydi. “Dediğim gibi; Meyra’nın pansumanını ben halledeceğim. Yarın işten çıkınca gelirim.”
 
“Sağ ol çocuğum, sağ ol.” Annem Erman'ın kolunu sıvazladı.
 
Taksi geldiğinde Erman bana döndü. “Dikkat et kendine.” Gözünü kırptı.
 
İçim içime sığmıyordu. Sonunda birlikteydik ama onu ilk kez görüyor gibi heyecanlıydım her zaman.
 
Takside anneme okula gidebileceğimi söyledim. Gitmemem için ısrar etti. Ama ben eskisinden daha iyi hissediyordum. Erman'ın bir kez öpmesi, yetiyormuş meğer..
 
Israrlar sonucu annem okula gitmeme izin verdi. İki dersim boş olduğundan zamanında yetişmiştim. Ekin, Zehre ve Burcu ne olduğunu sordu. Bizi gören Neslihan yanımıza geldi.
 
“Meyra! Geçmiş olsun canım! Eline ne oldu?”
 
“Kesildi. Birkaç dikiş attılar sadece.”
 
Zehre, “Abim gördü mü?” diye sordu yandan yandan gülerken.
 
“Evet. Parmağımı dikerken yanımdaydı.” Diye gülümsedim.
 
Bunun üzerine Neslihan atıldı. “Ah! Bende yarın hastaneye gideceğim. Erman’ı göreceğim. Belki bana da yardımcı olur.” Cilveli cilveli omuzunu salladı.
 
Benim mutluluğum yüzümden silinip, sinirlerim tepeme çıkarken Zehre ona doğru bakışlarını devirdi.
 
“Neslihan abime yürümeyi bırakır mısın artık?”
 
“Abini benden mi kıskanıyorsun Zehre? Aşk olsun.” Alt dudağını ısırdı. “Fena mı olur yakın arkadaşın abinle evlense?”
 
Zehre şaşkınlıkla ağzını açtı. “A yok artık!”
 
Neslihan'a doğru bir adım attığımda Ekin kolumu sıkıca kavrayıp, koluma girdi. Biraz daha konuşursa bu kızı parçalayacaktım. Dişlerimi sıktığımı Zehre de fark etmişti.
 
Neslihan inadına yapar gibi konuşmaya devam etti. “Hissediyorum. Abinle çok yakında, gereğinden fazla yakınlık kuracağım.”
 
Zehre daha da öfkelenmişti. “Neslihan sen anlamıyor musun?! Abimin deliler gibi aşık olduğu bir kız var. Asla sana bakmaz!”
 
Neslihan kollarını göğsünde birleştirip birbirine bağladı. “Ay Zehre! Nerede o zaman bu sevdiği kız?”
 
“İlişkilerini saklıyorlardır belki?”
 
Neslihan alayla güldü. “Hiç sanmıyorum canım..” Bir arkadaşını gördü. “Neyse öptüm sizi!” Diyerek yanımızdan ayrıldı.
 
Zehre sinirle saçını savurdu. “İkinizi söylememek için zor tuttum kendimi!” Gözleri benim bulduğunda hırsla nefes alıp bıraktım.
 
“Üzerine atlamamak için de ben kendimi zor tuttum.”
 
Ekin, arkadaşlarının yanına varan Neslihan’a doğru kısaca baktı. “Bu Meyra’nın başına bela olacak belli. Benden söylemesi.”
 
Oflayıp kalçamı koridordaki peteğe yasladım. “Hep böyle miydi bu?”
 
Zehre gözlerini belertti. “Şimdi iyice kafaya takmış durumda.”
 
🌺
 
Okuldan eve dönerken telefonum çaldı. Erman arıyordu. Zehre yanımda kıkırdamaya başladı.
 
“Çok özlemiştir seni..”
 
“Zehre!”
 
“Ne?” Diye gülmeye devam etti.
 
Telefonu açtım. “Efendim?” Kalbim bir kuş gibi uçuyordu.
 
“Gönlümün çiçeği?”
 
Zehre’ye yan gözle bakıp tekrar “Efendim?” dedim. Gülümsememek için kendimi zor tutuyor dudaklarımı birbirine bastırıyordum.
 
“Merak ettim seni. Elin nasıl? Canın yanıyor mu hala?”
 
“Hayır. Gayet iyi. Okula bile gittim.”
 
“Ne?” Dedi telaşla. “Meyra.. hastaneden çıkar çıkmaz okula mı gittin?” Soru sormaktan ziyade, beni azalıyor gibiydi.
 
“Evet. Bir şeyim yok. Ağrı kesici aldım. Şimdi eve gidince tekrar ağrı kesici içeceğim.”
 
Derin bir soluk alıp verdi. “İnanmıyorum sana.. Okula gitmek için Filiz ablayla inat ettin değil mi?”
 
“Belki biraz..” Diye kıkırdadım.
 
“İnatçı keçi. Sanki bilmiyorum seni?” Gülümsediğini hissettiğimde, soğuk havada içim sıcacık olmuştu.
 
“Merak etme. Evin önündeyim. İçeri gireceğim şimdi.”
 
“Hadi gir içeri. Üşütme bir de. Hava soğuk.” İçini çekti, benim gibi. “Akşama görüşür müyüz?”
 
“Annem canımı okuyacak. Dışarı salacağını pek sanmıyorum.”
 
“Aferin sana. Annenle inat etmeye devam et.” Gülüştük. “Hadi gir içeri. Dikişlerin soğuktan sızlar bak.”
 
“Peki. Görüşürüz.”
 
“Görüşürüz.”
 
Alt dudağımı ısırırken, topuklarımı heyecanla havaya kaldırıyordum. Salak gibi sırıtıp elimdeki telefonu sıktım. Onu çok, çok seviyordum!
 
Eve girdiğimde annemde ağrımın olup olmadığını sordu. Tufan ve babam da geldiğinde elimi görünce kısa bir şok geçirdiler. Babam neden ona haber vermediğimiz için kızdı. Hatta Tufan ağlayıp beni şok etmişti.
 
Ertesi gün stajdan döndüğümde duş aldım. Ve çok zordu. Elime annem poşet bağlamıştı. Tek elle uzun sürse de rahatlamıştım. Saçım kendi kendine kurumak üzereydi. Kapı çaldı. Erman'ın geldiğini tahmin ediyordum. Bu yüzden kapıya yakın koltukta oturmuş bekliyordum. Hemen kapıya koştum.
 
Kapıyı açmamla kısa bir an gülümsemem soldu. Kapıda yine bir çiçekçi vardı. Elindeki Gardenyayı aldım. Merdivenlere yönelecektim ki, kapı tekrar çaldı.
 
Annem, “Meyra duymuyor musun? Açsana şu kapıyı!” diye mutfaktan bağırıyordu.
 
Sekerek kapıya geri döndüm. Nefesim yetmiyor gibi heyecanlıydım. Kapıyı araladım. Gülümsüyordu. Hiç bu kadar güzel güldüğünü fark edememiştim sanki. Daha önce onu bu kadar gülerken görmemiştim ki! Peki her zaman bu kadar güzel mi bakıyordu bana? Sanmıyordum!
 
“Hoş geldin.” Diyerek kapıyı ardına kadar açıp geri çekildim. Elinde eczane poşeti vardı.
 
İçeri doğru adım attı. “Hoş buldum.” Montunu çıkarırken elimdeki çiçeğe baktı. “Ne kadar güzel bir çiçek bu böyle.. kimdense zevkli adammış. Güzelden anlıyor.”
 
“Beni nasıl etkileyeceğini bilen biri..”
 
Annemin “Erman! Hoş geldin oğlum,” demesiyle yakalanmış gibi birbirimizden uzaklaştık. Erman'ın montunu tek elimle alıp askıya astım.
 
“Hoş buldum Filiz abla. Nasılsın?”
 
“İyiyim Allah'a şükür.” Sabır dilercesine nefes alıp verdi. “Yine mi çiçek?”
 
Saksıya daha sıkı sarıldım. “Anne ya!”
 
“Bak söylüyorum Meyra; her kim yolluyorsa bunları kulaklarını çekeceğim onun! Hele baban duymasın. Bu kaçıncı?!”
 
Yanaklarımı şişirip ofladım. Annem içeri geçerken Erman annemi takip etti. Çiçeğimi ortadaki sehpaya bırakırken Tufan görse de sesini çıkarmadı. Aksine, es geçip üçlü kanepeye geçen Erman’a baktı.
 
“Erman abi Uraz'ı da getirseydin keşke. Canım çok sıkılıyor.”
 
“Uraz biraz rahatsız biliyorsun.”
 
“Daha iyileşmedi mi?” Diye bu kez omuzlarını düşürdü Tufan. “Oyun oynardık.”
 
“Yarın daha iyi olur.”
 
Annem hemen kaşlarını çattı. “Sen ilk önce ödevlerini yap. Bak saat kaç oldu? Daha defter açmadın.” Tufan oflayarak, odasına çıktı. Annem tekrar Erman’a döndü. “Uraz nasıl sahi Erman? Yasemin ile görüşemedik bugün.”
 
“İyi iyi Filiz abla. Bugün iştahı açıldı.”
 
“Aman aman! İştahı yerine geldiyse tamam.” Annem içini çekerek karşıya oturdu.
 
Erman gülümseyerek poşeti yanına bıraktı. “Pansumanı yapalım mı artık?” Gözlerini kısarak bana baktı. Bunu yaptığında neden kalbim sıkışacak gibi hissediyordum?
 
Yanına oturdum. Kendini bana doğru çevirdi. Erman yavaşça bandajımı açarken annem merakla ayağa kalktı ve Erman’ın yanında durdu. Dikkatle bandajımı elimden ayırdığında annem bacağına vurdu birkaç kez.
 
“Ah! Ah! Az da kesilmemiş. Eh be Meyra, eh be kızım!” Annem içini çekerek başını çevirdi. Böyle şeylere gelemezdi.
 
Parmağıma baktım. Gerçekten tam eklem yerindeydi. Parmağımdan elime doğru oval geliyordu. Muhtemelen düz bir kesik olsaydı bu saçma dikişe bile gerek yoktu bence!
 
“O kadar kötü değilmiş aslında.” Diyerek omuzumu kaldırdım.
 
Erman ciddi bakışlarını bana kaldırdı. “Damar da kesilebilirdi.”
 
“Allah korusun!” Annem daha fazla bakamadı ve yanımızdan uzaklaştı. “Ben mutfaktayım. Çay suyu kaynamıştır.”
 
Erman, kaşlarını çatmış, yarama dikkatle batikon sürerken ben onu izliyordum. Sakalsız yüzü o kadar güzeldi ki.. ne ince ne kalın olan dudakları, biçimli burnu, sık kirpikleri, çekici yüz hatları.. Kusursuzdu. Daha önce de dediğim gibi; mahallenin en güzel çocuğuydu o!
 
“Evet!” Dediğinde kendime geldim. “Şimdi sargı bezini saralım.” Metal renginde yumuşak spatulayı koymayı unutmadı. Özenle sardı ve bitirdi.
 
Elimi yanağına koydum. Dudaklarımı tüy gibi yanağına yasladım. “Teşekkür ederim.” Diyerek geri çekildim. Kısa bir an duraksadı. Yüzünde sarhoş edici bir tebessüm vardı.
 
“Filiz abla görürse sadece kulaklarımı çekmez, kafamı da kırar.” Birbirimize güldük. Erman eczane poşetini toplayıp sehpaya bırakırken, o sırada telefonum çalmaya başladı.
 
Erman'ın yüzündeki tebessüm kaybolmuştu. Sehpanın üzerindeki telefonumu alıp bana uzattı. Tekrar kaşları çatılmıştı. Deniz Can arıyordu. Elimde telefon çalmaya devam ederken ne yapacağını bilememiştim.
 
Meşgule alsam yanlış anlar diye, açsam, onunla hala görüşüyorum zannedecek diye korkuyordum.
 
“Açma dersen açmam.” Diye çıkıverdi ağzımdan.
 
“İstiyorsan aç.” Sesi bile bozulmuştu. Merakla gözlerimin içine bakıyordu sanki.
 
Telefonun sesi kesildi. Ama yalnızca saniyeler sonra tekrar çalmaya başladı.
 
“Belli.” Dedi. “Açana kadar aramaya devam edecek.. aç hadi.”
 
Birkaç saniye bekledim. Ardından telefonu açtım. “Efendim?”
 
Deniz Can’ın sesini duymakta geç kalmadım. “Ne yapıyorsun Meyra?”
 
“İyiyim. Ya sen?”
 
“Doğruyu söylemek gerekirse, aramıza konulan mesafeden beri idare etmeye çalışıyorum.” Erman duyacak da bir tatsızlık olacak diye korkuyla sırtımı dikleştirdim. Sessizliğimin ardından konuşmaya devam etti. “Ben.. geçmiş olsun, diyecektim.”
 
“Teşekkür ederim.” Stresten dolayı dudaklarımı kemirmeye başladım.
 
Bir sessizlik. Ve sonra, “Tamam,” dedi. “İyi akşamlar o zaman.”
 
“Sana da.” Telefonu kapadım.
 
Erman’a telefonu açtığımdan beri bakamıyordum. Gözlerimi ona çevirdiğimde dirseğini dizine yaslamış, parmaklarıyla gözlerini ovalıyordu. Bana baktı.
 
“Görüşüyor musunuz siz hala?”
 
“Hayır..” dedim kekeleyerek.
 
“Meyra bana doğruyu söyle, tamam?”
 
“Doğru söylüyorum zaten. Biz nişandan beri görüşmedik. Konuşmadık bile!” Neden bilmiyorum birden kendimi savunur hale gelmiştim. “Anlamıyorum. Yalan söylediğimi mi düşünüyorsun?”
 
Gözlerimin içine bakıyordu. “‘Sana ona karşı bir şey hissediyor musun’ diye sorduğumda; bana yalan söylediğini biliyorum, hissediyorum..”
 
Ağzım açık kaldı. “Hayır..”
 
Başını inkar edercesine salladı. “Bunun için bile kendimi suçlamam normal mi Meyra?” Yine gözlerini kıstı. Dilim düğümlenmişti sanki. Konuşamıyordum. “Sana olan sevgimi, geç fark etmemin cezası bu. Kafanı karıştırmadan önce.. Ondan önce davranmalıydım!”
 
“Bunları aştık biz..” diyerek bileğini tuttum.
 
“İşte buna emin değilim Meyra.”
 
Annem mutfaktan çıktığı an elimi, Erman’ın bileğinden çektim. İçime bir ağırlık çökmüş, boğazıma bir yumru oturmuştu.
 
Annem, elindeki tepsiyi sehpaya bırakırken gülümsedi. Poğaça, tatlı ve çay ikram etmişti. “Bitti mi? Hadi şimdi sıcak sıcak yiyin.”
 
Erman sıkıntı dolu soluğunu serbest bıraktı. “Eline sağlık Filiz abla. Tam ben kalkıyordum aslında.”
 
“A! Yemeden şuradan şuraya gidemezsin. Alınırım.”
 
Erman zoraki bir gülümseme gösterdi. “Peki tamam.” Annemi kırmazdı o.
 
Sadece dakikalar içinde poğaçasını yiyip, çayını içip kalkmıştı. Acele ediyordu gitmek için. Üzmüştü beni.
 
“Ne çabuk kalktın oğlum? Otursaydın ya.”
 
“Bizim çocuklar beni bekler. Halı sahaya gideceğiz.”
 
Annem, “Annenlere selam söyle,” dedi. Kapıya kadar geçirdi Erman’ı benimle birlikte. Oysa gitmeden boynuna sıkıca sarılacaktım.
 
İçeri döndüğümüzde anneme odama çıkacağımı söyledim. Çiçeğimi alıp yukarı çıktım. Toprağından aşk notumu çıkarmayı unutmamıştım. Gördüğümden beri aklım ondaydı. Kağıdı buruk bir gülümsememle açtım.
 
“Kalbimin en güzel yerinde, senin resmin asılı.”
 
Daha çok sırıtmaya başladım. Gardenyamı alıp diğerlerinin yanına koydum.
 
Saatler geçti. Annemler yatmıştı. Ama ben uyuyamıyordum. Bir sağıma dönüyor, bir soluma dönüyordum. Telefonumun ekranına baktım. Neredeyse on bir buçuktu.
 
Dayanamayıp Erman’ı aradım. Birkaç kez çaldı ve telefonu açtı.
 
“Meyra?”
 
“Uyuyor muydun?”
 
“Hayır. Duş aldım şimdi. Ne oldu, bir şey mi oldu?” Sesi telâşlandı.
 
“Yok. Bir şey olmadı.” Derin bir nefes alıp verdim. “Beş dakika aşağı iner misin? Bende çıkıyorum şimdi.” Cümlem biter bitmez yataktan çıktım.
 
“Tamam. Sen gelme buraya kadar ben gelirim.”
 
“Tamam. Annemler yattı zaten.”
 
Pijamalarımı değiştirmedim. Yavaşça merdivenlerden indim. O kadar sessizdim ki, kalbimin atışını duyuyordum. Askılıktan montumu aldım. Pembe sünger terliklerimi giydim. Tepeden tırnağa kendime baktım. Montum bedenimin çoğunu örtüyordu. Zaten Erman da beni ilk kez böyle görmüyordu.
 
Sadece bir dakika sürmüştü gelmesi. Bir dakikada buradaydı. Kabanının cebine ellerini sokarak yanıma sokuldu. Onunda altında eşofmanı vardı.
 
Konuşmasına izin vermeden atıldım. “Bana kızgın mısın?”
 
“Sana neden kızgın olayım?”
 
“Bu akşam olan şey yüzünden.”
 
“Ne duymak istiyorsun?”
 
“Bilmiyorum. Ne hissettiğini duymaya ihtiyacım var.”
 
“Ne hissediyorum? Seni gördüğümde aklımın başından gittiğini nasıl anlatabilirim ki? Ya da kalbimin her bakışında çocuk gibi heyecanla delicesine atmasını.. Kızgın mıyım? Evet, ama sana değil.”
 
“Kime?”
 
“Kendime.” Dedi net bir ses tonuyla. “Seni deli kıskanıyorum Meyra. Doğan seni bana anlattığında, Deniz'in ağzından her senin adın çıktığında, kıskançlıktan deliye dönüyorum.” Hızlıca yutkundu. “Yeter artık, demek istiyorum. ‘Meyra’yı ben seviyorum ve biz birlikteyiz’ diye bağırmak istiyorum. Kimden, neden saklıyoruz, diye düşünmeden edemiyorum. Sonra Doğan'ın gözlerine bakıyorum. ‘Bu adam benim kardeşim.’ Diyorum.” Elimi tuttu. “Deniz'in ise aklını daha fazla karıştırmasına izin vermeyeceğim. Buna dikkat etmeni istiyorum senden.”
 
Yaklaştı ve alnını alnıma yasladı. Ellerini yanaklarıma koymuş, sevgiyle okşarken ben kokusundan adeta mest olmuştum.
 
“Ben sadece seni seviyorum.” Diye aralandı dudaklarım bu kez.
 
Burnu burun kenarıma sürttü. Ardından sıcak dudaklarıyla buluştu dudaklarım. Özlemle öptü beni. Kalbimin deli gibi çarpmasına engel olamıyordum.
 
Araladığı dudaklarının arasında kayboldu dudağım. Yakasını kavradığım parmaklarım ondan ayrılmak istemiyor gibi sahipleniciydi.
 
Zorla ayrılan dudaklarımızın ardından, Erman başımı göğsüne yasladı. Sımsıkı sarıldık. Saçlarımı kokladı derin derin.
 
“Sevmekten öte bir şey varsa eğer, öyle seviyorum seni.”
 
Yüzümü boynuna soktum iyice. Bu an hiç bitmesin istedim. Sabah olmasın, ve biz sabah olana kadar böyle kalalım istedim.
 
Ama demir bahçe kapısının sertçe çarptığını duymamızla birlikte ikimizde korkuyla kapıya baktık. Kimse yoktu.
 
Ama biri bizi görmüştü!

***

Beyaz GardenyaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin