Bölüm 23: İçinden Geldiği Gibi

1.4K 44 13
                                    


Bölüm 23:
İçinden Geldiği Gibi

🌺


🎵 Tan Taşcı - Yalan

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

🎵 Tan Taşcı - Yalan

*

Yattığım süslü masada, şaşkınlıkla gözlerimi ağırca araladım.
 
Kahve gözleriyle buluştu gözlerim.
 
Erman yüzünü yavaşça benden uzaklaştırırken, dudaklarında ufak tebessümünü gördüm. Çocukların çığlık çığlığa zıplamasıyla, sahnede olduğumu idrak etmeye başladım.
 
“Pamuk prenses uyandı! Pamuk prenses uyandı!”
 
Erman kalktı ve elini bana uzattı. Bedenim uyuşmuştu. Boğazıma oturan yumruyu hırsla yutkunarak geçirmeye çalıştım. Ardından elimi, avucunun içine yerleştirdim.
 
Kalabalığa karşı zorla gülümsedim. İnsanların alkışlarıyla, eğilip selam verdik.
 
Kendimi zorla arka tarafa attım. Burun kemerimin sızlamasıyla, nefessiz kalmış gibi kısa ama derin soluklar almaya başladım. Gözlerimin dolmasına ise mani olamadım.
 
“Meyra?” Onun sesiyle öfkeyle yüzümü ona çevirdim.
 
“Bana neden bunu yapmaya devam ediyorsun Erman?” Ne kadar öfkeli olsam da sesimi sakin tuttum.
 
Anlamadığını belli ederek kaşlarını çattı. “Yalan söylediğimi mi düşünüyorsun?”
 
“Sana tekrar inanmamı mı bekliyordun?” Hırsla nefesimi toparladım. “Ama ben aptalın tekiyim değil mi? Sana nasıl en başta inandıysam, tekrar inanabilirim.”
 
“Kendine haksızlık ediyorsun. Sadece beni dinle.”
 
“Seni dinlemek istemiyorum.”
 
Perdenin arasından Uraz koşarak geldi. “Meyra!”
 
Burnumu çekerek gülümsedim. “Merhaba! Beğendin mi prensesi?” Diye sesimi canlı tutmaya çalıştım. Onu kucağıma aldığımda hızlıca boynuma sarıldı. Ardından herkesi, teker teker yanımızda görmeye başladım.
 
“Çok beğendim. Ama hani ben prens olacaktım? Ben seni öpünce uyanacaktın.”
 
“Tamam evde tekrar oynarız. Sen beni öpünce ben uyanırım.”
 
“Bana da aşık olacak mısın o zaman?” Diye sorduğunda kahkaha sesi yükseldi.
 
Bir tek Tufan’ın sinirle çıkan sesi kulaklarımızda yankılandı. “Öpemezsin!”
 
Erman, Tufan’ın omuzundan tutup gülümsedi. “Sakin ol şampiyon. Ne bu hiddet?”
 
Tufan kaşlarını iyice çattı. “Sana da çok sinirliyim Erman abi.”
 
“O niye?”
 
“Öptün çünkü. Niye öpüyorsun ablamı?!” Eliyle beni işaret ederken başını da sinirle çevirdi.
 
Tekrar gülüşme sesleri çoğaldı. Uraz’ı yere bırakırken Tufan’a bakıp gülümsedim.
 
“Sadece oyun oynadık ablacım. Alt tarafı oyun.”
 
Erman ile aramızdaki gerilimi kızlar çoktan fark etmişti. Erman ile kısa bir an göz teması kurdum. Kaşlarını çatmış, bana bakıyordu.
 
Zehre şakıyarak telefonunu çıkardı. “Hadi bakalım! Bir fotoğraf!”
 
🌺
 
Duşumu almış, saçımdaki havluyu sinirle çıkardım. Zehre'ye doğru gözlerimi kıstım.
 
“Biliyor muydun doğru söyle?!”
 
Zehre şaşkınlıkla dudaklarını açtı. “Saçmalama! Abimi görünce neye uğradığımı şaşırdım.”
 
Ezgi, yatağımda daha da yayıldı. “Valla hepimiz şok!”
 
Ekin, “Nasıl oldu anlatsana,” dedi.
 
Dudaklarımı hızlıca ıslattım. Aklıma geldikçe gözlerim doluyordu. “Boş verin.” Diye omuz silktim. Duygu sessizdi. Birkaç dakika sessizlik oldu.
 
“Akşama bir yerlere gidelim en iyisi.” Diyen Ezgi idi.
 
“Evet ne zamandır, birlikte dışarı çıkmıyoruz.” Zehre keyifle sırıtmaya başladı.
 
Saatler sonra bahçede oturmuş kızları bekliyordum. Üzerlerini değiştirip geleceklerdi güya ama ne gelen vardı ne giden.
 
Sosyal medyada gezerken Zehre’nin koyduğu fotoğrafı gördüm. Hepimizin olduğu bir fotoğraf. Annem ve Yasemin abla da vardı. Kucağımda Uraz, yanımda ise Erman.
 
İçimi çekerek telefonu cebime koyduğumda ellerimi de montumun cebine soktum. Annem kapıyı açarak bana seslendiğinde irkilerek ona doğru döndüm.
 
“Meyra içeride bekle dedim sana. Bu soğukta dışarıda mı beklenir?”
 
“Anne üşümüyorum ben!”
 
“Hasta olacaksın!”
 
Duygu'yu bahçe kapısının önünde gördüm. “Bak işte, Duygu geldi. Hadi ben gittim.” Anneme el sallayıp bahçe kapısından çıktım.
 
Duygu, “Kimse yok mu daha?” Diye sordu.
 
“Yok. İyi ki üzerinizi değiştirip gelecektiniz.. ağaç oldum burada. Neyse en önce sen geldin bari.”
 
“Ya ben daha önce çıktım aslında. Barbaros’u gördüm. Onunla görüştük biraz.”
 
Sırıtmaya başladım. “Maşallah, Allah bozmasın aranız iyi.”
 
Duygu öyle bir gülümsedi ki, onu ilk kez böyle içten gülümserken gördüm. “Amin. Aramızda biraz sıkıntılar var ama artık konuşarak çözebiliyoruz.”
 
“İlerleme var!” Diye güldüğümde başını salladı. “Kızlara ne zaman söyleyeceksin?”
 
“Hiç söyleyesim yok. Arka arkaya soru sorarlar şimdi, onlarla uğraşamam.”
 
Birlikte gülüştük. O sırada aramıza Ekin de eklendi. Ezgi de geldiğinde yürümeye başladık. Zehre'lerin evin önüne geldiğimizde, Sezai abi ile birlikte indiğini gördük.
 
Sezai abi arabaya binip çalıştırırken, Zehre bizi çağırdı. Anlaşılan bizi Sezai abi bırakacaktı. Arabanın arka koltuğuna dizildik.
 
İlk ağzını açan Ezgi idi. “Nasılsın Sezai abi?”
 
“İyiyim kızım. Siz nasılsınız?” Diyerek arkaya doğru hafifçe baktı. Daha sonra önüne döndü.
 
“İyiyiz.” Diye mırıldandık.
 
“Kızlarım soğukta yürümesin, ben bırakacağım sizi.” Diyerek Sezai abi gülümsedi.
 
“Teşekkür ederiz Sezai abi!” Hepimizin ağzından aynı cümle döküldü.
 
“Nereye gideceksiniz? Söyleyin bakalım şimdi.”
 
Kızlarla birbirimize baktık. Duygu, “Sakin bir yer olsun,” dedi.
 
Zehre ön koltukta iyice bize doğru döndü. “Hani emniyet müdürlüğüne giderken yeni bir kafe açılmıştı. Oraya gitsek?”
 
Ezgi, “Bak orası olur,” dedi. “Geçen gün gittim ben oraya. Hem çok güzel yapmışlar hem kalabalık değil.”
 
Zehre, “Adı neydi orasının?” Diye sordu.
 
“Albatros!” diye yükseldi Ezgi.
 
Kafenin önünde arabadan inerken Sezai abiye teşekkür ettik. Sezai abi de, “Üşümeyin, eve giderken arayın beni,” dedi.
 
Zehre, “Tamam baba, hadi görüşürüz,” diyerek o da arabadan indi.
 
Uzun masaya geçip, oturduk. Gerçekten tenha bir yerdi. Büyük ve ferahtı. Baştan hepimiz kahve ve tatlı söyledik.
 
Keyifle havadan sudan sohbet ederken masanın üzerindeki telefonum çalmaya başladı. Yanımda oturan Ezgi, arayanın Deniz Can olduğunu görmüştü. Kızlar muhabbet ediyor diye masada konuşmak istemeyip, telefonumu alıp kafenin açık alanına geçtim.
 
“Efendim?”
 
“Pamuk prenses bu kadar güzel miydi acaba?” Gülmeden edemedim. Deniz Can’ın sesi keyifli geliyordu.
 
“Abartma.”
 
O da güldü. “Partnerin Erman olmuş.”
 
“Evet. Bende bilmiyordum son anda öğrendim.”
 
“Gerçekten mi?”
 
Derin bir nefes alıp verdim. “Evet. Bayağı kimse bilmiyormuş.”
 
“Senin hoşuna gitmemiş sanki..”
 
“Yani,” diye kıvırdım. “Neyse bugün bunu konuşmaktan gına geldi. Sen ne yaptın?”
 
“Otobüsteyim. Yoğun bir gündü. Ama aklımda sürekli sen vardın.”
 
Gülümsediğimi fark ettim. Bana karşı bu kadar kibar davranması ve güzel şeyler söylemesi hoşuma gidiyordu. Her kadın güzel şey duyduğunda gülümserdi. Ona aşık olmama gerek yoktu. O, beni gülümsetiyordu.
 
Son on beş gündür ise bunu daha sık yapıyordu. Yılbaşı gecesi onunla telefonda konuştuktan sonra!
 
Arama kaydını görür görmez onu geri arayıp saçmalayıp saçmalamadığımı sordum. O da kötü ve alakasız espriler yaptığımı söylemişti. Hatta onu telefonda zorla beni dinlemesi için tuttuğumu söyleyerek dalga geçmişti. Bense o gece hiç bir şey hatırlamıyordum.
 
“İstanbul'a neden gittin?”
 
“Futbol.” Dedi. “Haftaya Melek ve Sedat'ın nişanına geliyorsun değil mi?”
 
“O kadar az kaldı mı ya? Bu arada tabi ki geleceğim.”
 
“Sedat ile telefonda konuştum bugün. Melek de yanındaydı. Nerede oturduğunu falan sordu. Davetiye getirecekmiş.”
 
“Ya! Gerek yoktu aslında, kız o kadar koşturuyor bir de beni düşünmüş.”
 
Güldü. “Birlikte gider miyiz?”
 
“Olur.” Kısa bir sessizlik oldu.
 
“Sen? Dışarıda mısın?”
 
“Nereden anladın?”
 
“Rüzgâr sesinden. Bu soğukta ne yapıyorsun dışarıda?” Diye sordu. Ama gülümsediğini hissetmiştim.
 
“Kızlarla dışarı çıktık.”
 
“Peki. O zaman sana iyi eğlenceler. Seni daha fazla esir altına almayayım.”
 
“Teşekkür ederim.”
 
İçeri geri döndüğümde kızların kahveleri ve tatlıları bitmişti.
 
Ezgi, “Ne konuştunuz arkadaş!” diye laf atmadan edemedi.
 
“Haftaya Melek'in nişanı var. Hem ona birlikte gideriz dedik, hem de öyle biraz konuştuk.” Ekin’e baktım. “Sen haftaya geliyorsun değil mi? Hep birlikte gideriz.”
 
“Murat da birlikte gideceğimizi söyledi.” Hepimiz manalı bakışlarımızı Ekin’e çevirdiğimizde ofladı.
 
Zehre ise gülüşlerimizin arasından bana baktı. “Bana bak. Sen Deniz abiden hoşlanıyor falan olmayasın? Bayağı gülümsüyordun telefonda onunla konuşurken.”
 
Baştan dudaklarımdan alay eder gibi bir kıkırtı çıktı. Sonra duraksadım. Dudaklarım aralanırken dilimi ağzının içinde yuvarladım. Ardından kekeleyerek itiraf ettiğimi fark ettim.
 
“Bilmiyorum. Galiba.. ondan hoşlanıyorum.”
 
Kızların hepsi şok içinde bana baktı. Ezgi yanımda neredeyse çığlık atacaktı. “Sen ciddi misin?”
 
Zehre’nin neredeyse gözleri dolacaktı. “İnanmıyorum.”
 
Omuzumu sakin bir tavırla silktim. “Bilmiyorum işte. Bana farklı davranması hoşuma gidiyor.”
 
Ekin hayretler içinde kaşlarını kaldırırken, Duygu tepkisiz bir şekilde bana bakıyor, kahvesini yudumluyordu.
 
Ezgi, “Yani, arkadaşsınız hala dimi?” diye sordu. “Bence acele karar verme. Üniversiteye gideceksin, uzak kalmak senin için zor olmaz ama o seni seviyor. Onun için zor olur.”
 
“Hayır.” Diye aynı sakinlikle devam ettim. “O da bu konu da ısrarcı değil. Ama zamanın ne göstereceğini bilemem.”
 
Duygu, “Sıkıştırmayın kızı,” diye araya girdi. “Kiminle birlikte olacaksa olsun.”
 
“Bir dakika Duygu..” Zehre, hala inanamıyormuş gibi masaya doğru eğildi. “Hata yapmana izin vermeyeceğim.”
 
Ezgi, “Şuan o da mantıklı düşünemiyor bence,” diye mırıldandı.
 
Duygu bıkkın nefes vererek, “Barbaros ile ben birlikteyiz!” diye atıldı. Bunu dikkati benim üzerimden dağıtmak için yaptığına emindim. Bunun için Duygu'yu öpüp teşekkür etmek istiyordum.
 
“Ne?!” Kızların ağzından arka arkaya çıkan tek tepkiydi bu.
 
Ezgi, “Hanginize şok olacağımı şaşırdım ben!” dedi.
 
“Barbaros abi? Mahalledeki?” Ekin sakince şaşırıyordu.
 
Duygu dayanamayıp elini kaldırdı. “Soru sormayın. Bir süredir görüşüyorduk ve şimdi de birlikteyiz.”
 
Zehre hayretle ellerini kaldırdı. “Başka şok etkisi yaratmak isteyen var mı?”
 
Saatlerce sohbet etmiştik. Ama hala üzerlerindeki şoku atlatamamışlardı. Arada bir doğruluğunu tespit etmek için Duygu'ya tekrar tekrar soru bile soruyordu Ezgi.
 
Zehre ise Asım ile arasının iyi olduğunu ama sürekli Erman’ın onu sıkıştırdığından şikayetçiydi. Rahatça görüşemiyor, hatta konuşamadığı için sinirle söylenip durdu.
 
Ezgi de hala Mehmet ile barışmadığını söyleyerek bizi şaşırtmayı başarmıştı. Normalde ayrılıkları bu kadar uzun sürmezdi. Ama konuşmasından anlamıştık ki, bu kez gerçekten bazı şeyler bitmişti.
 
Ertesi gün, beni Pazar sabahı uykumdan uyandıran telefonumun sesiydi.
 
“Niye beni rahat bırakmıyorsunuz ya?!” Diye söylenirken telefonumu elime aldım.
 
Erman arıyordu.
 
Âdeta donmuştum. Ne yapmam gerektiğini düşündüm. Telefon kapandı. Saate baktım. Neredeyse öğlen olmuştu. Peki neden Erman beni arıyordu?
 
Tekrar telefonum çalmaya başladı. Telefonumu gerisin geriye komodinimin üzerine geri bıraktım. Ne söyleyeceğini deli gibi merak etsem de açmayı düşünmüyordum.
 
Telefon sustu. Ama ardından mesaj geldi.
 
“Meyra en azından telefonumu aç. Yoksa oraya gelmek zorunda kalacağım.”
 
Birkaç dakika sonra telefon tekrar çalmaya başladı. Açtım. Saçma bir şekilde, açmak için deliriyordum.
 
“Meyra..” diyen sesiyle, yüreğim bir kuş edasıyla, göğüs kafesime sığmıyor, acıyla çırpınıyordu.
 
“Efendim Erman?” Zorlukla yutkundum.
 
Nefes alıp verdiğini duydum. “Konuşmalıyız Meyra.”
 
Yatağın içinde oturdum. Kızaran gözlerimi görmediği için şükrettim. “Erman.. Neden böyle davrandığını merak ediyorum. Deli gibi merak ediyorum. Ama sebebini öğrenmek daha fazla canımı yakacağından korkuyorum. Beni rahat bırakmanı istiyorum sadece.” Yaşaran gözlerime parmaklarımı bastırdım. Sesimin titrememesi için yutkundum. “Bana daha fazla acı mı çektirmek istiyorsun?”
 
“Hayır.” Dedi net bir sesle. “Seni kıracak bir şey yapmam.. bundan sonra yapmam!”
 
“Biliyor musun?” Boğazıma oturan yumruyu hissettim. “Bende buna inanmıştım.” Sızlayan burun kemerim ile birlikte derin bir nefes aldım. “‘Erman asla beni kıracak bir şey yapmaz’ diyordum. İnsan kimseye güvenmemeliymiş.”
 
“Mecburdum.”
 
“Kimse bir şeye mecbur kalmaz.”
 
“Anlamıyorsun.”
 
“Evet anlamıyorum. Belki de anlamak istemiyorum. Seni dinlemek istemiyorum. Seni görmek, sesini duymak bile istemiyorum.” Sesimin acıyla kısıldı. “Çünkü, ben iyi olmaya çalıştıkça, sen buna izin vermiyor daha da canımı yakmaya çalışıyorsun.” Kızaran dudaklarımı ısırdım. “Ama ben bir daha buna izin vermeyeceğim.”
 
Suskunluğunun ardından telefonu kapadım. Gözümden iki damla yaş süzülürken, dudaklarımı birbirine bastırdım. Burnumu çekerek kendimi geriye doğru, yastığıma bıraktım. Mor pikemi yüzüme doğru çektim.
 
Pikemin altında kaç dakika ağladım bilmiyorum. Ama annemin adımı seslenmesiyle Tufan'ın da odaya daldığını hissetmiştim.
 
Pikeyi hızla yüzümden çektiğimde Tufan'ın sinsi bir şekilde bilgisayarımı kucakladığını gördüm. “Hayır!” diye bağırdığımda kucağında bilgisayarım kaçmaya başladı. “Çabuk bilgisayarımı geri ver!”
 
Arkasından koştum. Mutfakta annemin arkasına saklandı. Annem suratını buruşturdu. “Ya ne oluyor yine?!” Diye söylendi.
 
“Bilgisayarımı bana sormadan alıyor!”
 
Tufan dizlerini hafifçe bükerek yüzünü acımam için büzdü. “Ya abla lütfen! Bir oyun var onu oynayacağım birazcık sadece!”
 
Dişlerimi sıktım. Saçımı hırsla geri attım. “Tamam! Sadece bir saat!”
 
“Tamam söz!” Diyerek mutfaktan kaçtı. Biliyordum ki bu asla bir saatle kalmayacaktı. Biraz daha diye yalvaracaktı.
 
Annem elindeki havluyla, gözlerini devirdi. “Bir gün de didişmeyin.”
 
“O başlatıyor her zaman.”
 
“Tufan da hep senin başlattığını söylüyor.”
 
“Ama doğruyu söyleyen benim.” Diyerek sandalyeye oturdum.
 
Annem kıkırdadı. Sonra kaşlarını çattı. “Ne bu yüzünün hali? Akşam geç mi yattın yine?”
 
“Evet.” Diye yalan söyledim. “Film izliyordum. Onu bitirmeden uyuyamazdım.”
 
“Kalk elini yüzünü yıka. Koştur koştur çocuğun arkasından gelmiş, yüzünü yıkamadan masaya oturuyor.” Diyerek havluyu koluma çarptı.
 
Sandalyeden kaçar gibi kalktım. “Annemin yine eşref saati anlaşılan.”
 
“Bak konuşuyor hala!” dediğinde koşarak kaçtım.
 
Elimi yüzümü yıkayıp, üzerimi değiştirdim. Üzerime yeni aldığım krem rengi kazağımı, altıma açık kahve pantolon taytımı giydim. Saçımı at kuyruğu yaptım. Belki kızlara giderdim.
 
Kendime ufak bir kahvaltı hazırladım. Kahvaltıdan sonra çayımı alıp odama çıkacaktım ki, salonda koltuğun üzerinde bilgisayarımı gördüm. Ve Tufan başında yoktu!
 
Kesin bir kabahat işlemişti. Çünkü, elindeki bir şeyi bırakıp ortalarda gözükmüyorsa, kesin arkasından bir şey çıkardı. Ben malımı bilirdim!
 
“Anne!” Diye çığlık attım.
 
Annem aceleyle merdivenlerden indi. “Ne oldu?!”
 
“Tufan nerede?” Elimde çayım, her an kalp krizi geçirecekmiş gibi yerimden kıpırdamıyordum.
 
“Ne bileyim ben! Odasını topluyorum. En son burada oynuyordu.”
 
“Ama yok anne..” koltuğu işaret ettim. “Tufan ben bilgisayarı bırakmasını söylemeden bırakmaz. Ve benim bilgisayarım şuan burada!”
 
“Canı sıkılıp dışarı çıkmıştır belki.”
 
“Kesin bir şey yaptı!” Hızlı adımlarla koltuğa çöktüm. Çayımı masaya bırakıp, bilgisayarımı açtım.
 
“Ne yapacak canım? Belki arkadaşı çağırmıştır.” Basamaklardan indiğini duydum annemin.
 
Bilgisayarımı açar açmaz çığlık attım. “Tufan! Seni öldüreceğim çocuk!” korktuğum şey başıma fazlasıyla gelmişti.
 
“Ne oldu?!” Annem panikle yanıma geldi.
 
“Bilgisayarıma virüs bulaştırmış!”
 
Zaten dokunsan ağlayacak durumda olan ruh halimle tekrar ağlamaya başladım.
 
“Ne olmuş? Kötü bir şey mi?” Annem telaşla sorduğu soruyla daha çok ağlamaya başladım.
 
“Her şeyim gidecek! Bütün etkinliklerim. Dosyalarım.”
 
“Ah Tufan ah!” Sinirle söylediği cümleyle, yanaklarımı kazağımın kollarıyla sildim. “Şimdi ne olacak?”
 
Bilgisayarımı kapatıp, ayaklandım. “Zehre’ye götüreceğim. O anlar belki. Daha önce kendi bilgisayarına format atmıştı.”
 
“Tamam götür.”
 
Hırkamı üzerime geçirip ağlayarak evden çıktım. “Bugün berbat bir gün.” Diye kendi kendime mırıldandım.
 
Yürürken birden aklıma Erman’ın evde olacağı aklıma geldi. Zehre’yi aramak için telefonuma baktım ki cebimde değildi. Koltuğun üzerinde unutmuştum. Daha çok sinirlenmiş, bu kez sinirden ağlamaya başlamıştım.
 
Kolumla gözlerimi silerek geri döndüm. Barış’ı evden çıkarken gördüm. O da beni görmüştü.
 
“Meyra? Ne oldu sana?” Diye sordu.
 
Burnumu çektim. “Bilgisayarıma virüs girdi de, ona sinirlendim.”
 
“Bunun için mi ağlıyorsun?” Diyerek güldü.
 
“Her şeyim içinde Barış! Tüm emeklerim!” Sesimin yükselmesine mâni olamadım.
 
“Tamam tamam kızma. Ben hallederim istersen?”
 
“Sahiden mi?” Sesim şimdi daha sakin çıkmıştı.
 
“Evet. Bilgisayarcıda çalışmıştım daha önce. Dosyalarını da korumaya alırım.”
 
Gülümseyerek yanaklarımı sildim. “Bunu yaparsan sana çok büyük borçlanırım.”
 
“Asla. Hadi gel.”
 
Barış’ın ardından eve girdim. Gülçin teyze seslendiğinde görüş açıma o da girdi.
 
“Merhaba Gülçin teyze.”
 
“Meyra! Sen neden ağlıyorsun?”
 
Barış ayakkabılarını çıkarıp bilgisayarımı elimden aldı. “Meyra'nın bilgisayarı bozulmuş ona bakacağım anne. Ona üzülmüş bu kadar.”
 
Gülçin teyze yüzünü buruşturdu. “Bir halta yara bari.”
 
Salona geçip Barış bilgisayarımla ilgilenirken Gülçin teyze hepimize sütlü kahve yapmış getirmişti. Yanında da ekler vardı.
 
“Teşekkür ederim Gülçin teyze. Niye zahmet ettin?” Burnumu çekerek, kızarık gözlerimi parmaklarımla sildim.
 
“Afiyet olsun kızım.” Yerine otururken, “Ağlama artık,” dedi.
 
Omuzlarımı düşürdüm. “Bütün okul şeylerim bunun içinde Gülçin teyze nasıl ağlamam? Allah razı olsun Barış yaparsa çok büyük sevaba girer.”
 
Barış gözlerini bilgisayarımdan ayırmadı. “Nasıl oldu bu?”
 
“Tufan! Başımın tatlı belası işte.” Sinirle mırıldandığımda Gülçin teyze ile Barış kıkırdadı.
 
Barış, bilgisayarımı yapmış, ona çeşit çeşit dua ediyordum. Gülçin teyze kapının dışına kadar beni geçirdi. Barış da kaskını alıp çıktı. Kapının önünde çocuk gibi zıplayıp Barış’a bir kez daha teşekkür ettim.
 
Gülçin teyze, “Vallahi deli bu kız,” diyerek güldü. Bana el sallayıp kapıyı kapadı.
 
Barış, kaskını aldı. Gülçin teyzeyi kontrol edip tekrar ona döndüm. “Sen nasıl oldun?”
 
“İyiyim.” Diyerek gülümsedi. “İki aydır da temizim zaten.”
 
“Çok sevindim Barış.” Gerçekten bunu içten söylemiştim.
 
“Arkadaş çevremi değiştirmemin büyük etkisi oldu. İnsanlarla fazla samimi olmuyorum zaten.” Kafasını kendinden emin bir şekilde kaldırdı. “Ayrıca paket serviste çalışıyorum.”
 
“Gerçekten senin adına inanılmaz mutlu oldum arkadaşım.” Koluna hafifçe dokundum.
 
“Biraz geç oldu ama oldu.”
 
“Ne demişler! ‘Geç olsun, güç olmasın!’” Güldüğümde o da güldü.
 
“Eyvallah, Meyra. Kimse bana inanmazken sen bana inandın.”
 
“Değişmek isteyen insanlar için her zaman umut vardır Barış.”
 
Hafifçe sarılıp, sırtıma yumruğunu naifçe vurdu. “Eyvallah.”
 
Barış ile vedalaştıktan, eve gitmek için arkamı döndüm. Erman, öfkeli bakışlarını dikmiş bana bakıyordu. Bir kaç saniye duraksadım.
 
Sabah açıklayıcı olmuşum ki; bu kez, bakışlarını benden o kaçırdı. Beni hiç görmemiş gibi yaptı.
 
Bir yabancı gibi yanımdan geçti. Anlaşılan selam vereceğim, tanıdık bile değildi artık.
 
Ne acı..
 
Nefesim genzimde takıldı. Ciğerlerime varamadı. Kollarımın arasındaki bilgisayarı, göğsüme daha fazla bastırırken, parmak eklemlerim sızladı. Lakin; göğsümdeki bu sancının yanında bir hiçti..
 
Birkaç günün ardından, gül kurusu elbisemi yatağıma bıraktım. Bu elbiseyi Sedat ve Melek'in nişanında giyecektim.
 
Zehre içini çekerek gülümsedi.
 
“Çok güzel! Yeni mi aldın bunu?”
 
“Çok olmadı alalı internette karşıma çıkınca dolabımda dursun dedim.”
 
“Kesinlikle doğru bir karar!”
 
🌺
 
İki gün sonra
 
Erman, yatağının ucuna oturmuş, düşünmekten kendini kaybetmiş bir durumdaydı. Büyük bir ikilemdeydi. Ne yapacağını düşündükçe, kafayı yiyecek gibi hissediyordu.
 
Neredeyse iki ay önce Meyra ile geçirdiği, huzur dolu günü hatırladı. Hatırlamasıyla gözleri parladı. Ama hemen ardından o günün akşamını da istemeden hatırladı.
 
Sıkıntıyla saçlarıyla oynadı.
 
Dirseklerini dizine yasladı. Ve o akşam, kardeşi kadar ona yakın olan, Doğan aklına geldi.
 
Yolda, ona ağlarken rastlamıştı. Şimdiki aklı olsa, ne olduğunu sorar mıydı, emin değildi.
 
Meyra ile aldığı kararı, o akşam Doğan’ın kendi omuzunda ağladığı sırada değiştirmişti. Dostu, en yakın arkadaşı, Meyra’yı nasıl sevdiğini anlatmıştı ona..
 
Yanaklarını şişirerek ofladığı sırada, odasına kardeşi Zehre’nin gelmesiyle, sıkıntılı düşüncesinden ayrıldı. Biçimli kaşlarını çattı. Zehre karşısında belki ilk kez bu kadar ciddi duruyordu.
 
“Abi?” Diyerek kendini içeri attı ve kapıyı kapadı.
 
Erman sırtını dikleştirdi. “Ne oldu?”
 
Zehre, elini beline koydu. Ciddiyetle abisine baktı.
 
“Meyra’yı gerçekten seviyor musun abi?”
 
Erman sinirle gözlerini kısarken, dudaklarını ıslattı. “Zehre git başımdan.”
 
“Onu kaybetmek üzeresin. Tamamen!”
 
Erman gerilmişti. Kardeşinin bir şey bildiğini biliyordu. Daha fazla dayanamayıp merakla ayağa kalktı.
 
“Ne diyorsun Zehre?”
 
“Meyra, geçen hafta kendi ağzıyla Deniz abiden hoşlandığını söyledi.”
 
Erman neye uğradığını şaşırdı. Göğsünün ortasına koca bir taş oturmuş gibi hissediyordu. Mümkün olabileceği ihtimalini tarttı. Ama bu düşünce bile, onu yıkmaya yetmişti. Üzerine oturan ağırlıkla, ağırca kalktığı yere oturdu.
 
“Meyra mı söyledi bunu?” Dili tutulmuş gibiydi. Kelimeleri zar zor toparladı.
 
“Şuan, ikisi birlikte düğüne gidiyorlar.” Abisini kışkırtmak için onun söylediğini duymazdan geldi. “Ve Meyra, bir peri kadar güzel oldu. Yanlış adamın onu öpmesini istemedim sadece.”
 
“Damarıma mı basmaya çalışıyorsun Zehre?!” Erman öfkeyle kalkıp sesini yükseltti. Zehre arkasındaki kapıyı hızlıca açıp kaçtı.
 
Erman, başından aşağı kaynar sular dökülmüş gibi hissediyordu. İçindeki yangın, tenine vuruyordu. Hırsla yüzünü sıvazladı. Düşündükçe aklını kaybedecek gibiydi.
 
Kokusunun özlemiyle, ciğerleri can çekişiyordu.
 
Meyra’yı sandığından daha fazla sevdiğini anlamıştı. Hırsla açtığı kapıdan çıkıp, Zehre’nin odasının kapısını açtı.
 
“Nerede bu düğün?!”
 
🌺
 
Meyra, arkadaşı Ekin, Murat ve Deniz ile birlikte bir masada oturuyordu. Birkaç dakika sonra Melek ve Sedat dans için ortaya çıktı. Murat, Ekin’i dansa kaldırdı. Deniz de Meyra’yı.
 
Dans parçası bittiğinde Meyra ile Deniz yerine geçmek üzereydi. İkisi de karşılarında Erman’ı görmeyi beklemiyordu. Meyra ise, neredeyse bayılacak gibiydi.
 
Erman’ın, üzerine doğru hızlı adımlar atmasıyla, bacakları titremeye başladı.
 
Deniz, Erman’ın sürekli karşısına çıkmasına daha fazla dayanamadı. Büyük ve seri adımlarla önüne geçti. Erman ise sadece Meyra'ya odaklıydı.
 
“Çekil önümden Deniz.” Gözlerinden adeta ateş püskürüyordu.
 
Deniz kararlılıkla karşısında durmaya devam etti. “Çekilmem Erman. Meyra’nın kafasını bu saatten sonra karıştırmana izin vermem.”
 
“Deniz.” Adını sinirle ağzının içinde yuvaladı.
 
Deniz, işaret ve baş parmağını birleştirmek üzere aralık bırakarak Erman’a gösterdi. “Şu kadar Erman. Meyra’nın bana aşık olmasına şu kadar kaldı.”
 
Erman hızlıca Deniz'in elini kavradı. Dişlerini sıkarak kendine hakim olmaya çalıştı. İnsanların merasimi bozulmasın diye öfkesini kontrol etmeye çalışıyordu. Murat ve Ekin de onları fark etmişti. Murat adımlarını arkadaşının yanına doğru atmaya başladı.
 
Erman tehdit edercesine Deniz'in kavradığı parmaklarını sıktı. “Bundan sonra Meyra’nın adını bile anmayacaksın.”
 
Meyra panikledi. Aralarındaki sohbetin hoş olmadığının farkındaydı. İstemeyerek ikisinin yanına yürüdü.
 
Erman, Meyra’yı fark  eder etmez, Deniz'in elini bıraktı. Ne kadar öfkeli olsa da, onun güzelliğinin farkındaydı. Şimdi küçük bir çocuk gibi kalbinin heyecanla atmasına inanamıyordu.
 
Meyra nefesini toparlayarak araya girdi. “Erman sen ne arıyordun burada?”
 
“Seni almaya geldim.” Dedi ve uzanıp Meyra’nın bileğini kavradı.
 
Meyra, Erman’ın ardından iki adım sürüklendi. Şaşkınlığını kısa sürede attı ve bileğini kurtarmayı denedi. Fakat Erman bileğini öyle bir tutmuştu ki Meyra kurtulamayacağını anladı.
 
Deniz, Meyra’nın öylece gitmesine izin vermek istemedi. Erman’ı omuzundan tutup kendine çevirdi.
 
“Onu hiç bir yere götüremezsin.”
 
Erman’ın asla Meyra’yı bırakmaya niyeti yoktu. Bırakırsa onu kaybedeceğinden emindi. Diğer eliyle sertçe Deniz’in yakasını kavradı.
 
“Sabrımı zorluyorsun!” Yakasını iterek bıraktı.
 
Deniz bir hamle yapacağı sırada Meyra araya girmesi gerektiğini anladı. “Deniz Can! Lütfen. Melek ve Sedat'ı düşün.” Onların nişanının mahvetmek istemiyordu.
 
Erman, öfkeli bakışlarını Deniz'in üzerinden çekip, aceleyle adımlarını dışarı attı. Meyra’yı da arkasından sürüklüyordu.
 
Meyra can havliyle, “Bırak bileğimi, geliyorum işte görmüyor musun?!” dedi. Deniz de onları takip ediyordu. Deniz'in arkasından Murat ve Ekin de geliyordu. “Erman!” Dışarıdaki soğuk havaya çıktıklarında Meyra kolunu kurtarmak için sarsmaya devam etti. “Bu yaptığın çok saçma!”
 
Erman hızlıca Meyra’yı önüne aldı. “Senin yaptığın saçma!”
 
Deniz ve diğer arkadaşları kapıda durdu ve onları izlemeye başladı.
 
“Dengesiz davranan ben değilim!”
 
“Sebeplerim vardı!” İkisi de birbirine karşı seslerini yükseltiyor, öfkelerini birbirlerinden çıkarmaya çalışıyorlardı.
 
“Yalan söyleme!” Meyra titreyen sesiyle bağırdığında ağlamaktan korktu. Yenilmiş bir sesle, tüm gardını düşürmüştü.
 
Bu hissettiğinden kaçmak istiyordu. Gözlerinde bulunan hayal kırıklığı Erman’ı daha umutsuz bir çıkmaza sürüklüyordu. Ne söyleyecek sözü, ne yapacak bir şeyi yoktu. Artık düşünmeden, içinden geldiği gibi davranacaktı.
 
Hemen önünde duran Meyra’ya, bir adım daha yaklaşırken, ellerini onun yüzüne doğru uzattı. Elleri Meyra’nın yanaklarına yerleşirken, dudaklarını onun dudaklarıyla birleştirdi.

Beyaz GardenyaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin