♑︎ XX

170 20 9
                                    

•

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Şok anında insan beynine yeterince oksijen gitmediği için mantıklı davranamazdı. Bu mantıksızlık ise sonrasında pişman olacağı kararlar vermesine sebep olabilirdi. Nefes egzersizleri bu tür anlar için ne kadar işe yarardı bilmiyordum ama benim için yaramayacağı kesindi. Nefes almak neydi ya da nefes nasıl alınırdı Mark'ı gördükten sonra unutmuştum. 

Mark kapının girişinde belirmiş bize sorgulayan bakışlarla bakarken beynimde dolanan çarklar ve aklımda gezinen tilkiler birbirine girmiş gibiydi. Zihnimde kırmızı renkli ikaz ışıkları yanarak acil durum sinyalleri veriyordu. Acil durumdu, çünkü bir haftadır saklandığım Mark hiç olmayacak bir zamanda bizi suç üstü yakalamıştı. Benim yüzümü saklayacak vaktim bile olmamıştı. 

Mark'ın siyah gözleri koltukta oturan Jumi'ye kaydı sonra bana ve en sonunda yakın arkadaşına döndü. "Neler oluyor burada?" 

Jaemin'le göz göze geldiğimiz o saniyelik zaman diliminde gözlerindeki paniğin sebebinin kendi yaşamından kaynaklı olmadığını, Mark'ın bizi burada bulmasından kaynaklandığını anladım. Ne de olsa Mark ile çocukluktan beri arkadaştı ve ona kendi ile ilgili gerçekleri anlatmış olmalıydı. 

Bizden bir ses yükselmeyince, daha fazla çatarak düz bir çizgi almasını sağladığı kaşları ile tedirginliği hat safhada yaşayan Jumi'yi işaret etti. "Bu kim?"

Jumi'nin titrek sesi "Ben-" diye söze başlayacağı esnada bir adım öne çıkarak "Arkadaşım." dedim. "Başına talihsiz bir olay gelince onu buraya getirdim." 

"Talihsiz bir olay." dedi kafasını ağır ağır sallayarak kapıyı kapatıp içeri girdi. Üstündeki siyah ceketi çıkarıp mavi renkli hoodie ile kaldığında bana çevirdi gözlerini. "Seninki ne oluyor tam olarak?" Yüzümü işaret ediyordu. 

"Daha önceden bahsettiğim gibi kaza geçirdim. Ailemin yanına, Busan'a, gittim. Bu sabah geri döndüm ama haber verecek vaktim olmadı." 

Jaemin çok hafif gözlerini büyütüp bana baktı. Art arda soluksuz yalan söyleme yeteneğime hayret ettiği belliydi ama bu şaşkın ifadesini başka bir zaman saklasa iyi ederdi. Mark bir şeyler anlarsa onun kellesini uçurmam için önümde bir engel kalmazdı. 

"Minaya..." dedi Mark derin bir nefes eşliğinde bana doğru adımlamaya başladığında siyah parlak gözlerinde beliren koyulaşma ondan çekinmeme sebep olmuştu. Sıktığı çenesini kaldırarak yüzüme baktı. "Bana bir kez olsun doğruyu söyleyecek misin?" 

Nabzım atmayı bırakmıştı ama soğuk soğuk bakan gözlerimi ondan çekmedim. "Ne?" dedim anlamadığımı belli eder bir sesle kaşlarımı çatarak. 

Diliyle dudaklarını ıslattı. Sakin tutmaya çalıştığı ifadesi patlamaya yakın bir volkanı anımsatıyordu. İşte bu en tehlikelisiydi. Genelde sakin olan insanlar içlerine atar atar ve en sonunda büyük bir öfke ile infilak ederdi. Mark'ın da bunca zamandır damarına basıyor olmamın son kırıntılarıydı bunlar. "Busan'a gittiğin yoktu. Bu yüzünün hali de bir kaza falan değildi muhtemelen." dedi. Bir adım daha attı üstüme doğru ama çekilmedim. "İki gün önce evine gitmişsin. Yanında o sırık arkadaşın ile birlikte."

Siktir. "Bunu sen nereden duydun? Asıl yalan olan bu. Ben Seul de bile değildim bu sabaha kadar." 

"Bana yalan söylemeyi bırak Minaya?" diye daha yüksek sesle konuştu. "Bu sabah markette geçen sefer yanında olan ufak çocuğu gördüm. Bana senin burada olduğunu, kendi gözleriyle gördüğünü söyledi."

ManSe. 

Geçen sefer Lucas ile birlikte eve gitmiştim. O vazoyu alırken ben de ManSe ile karşılaşmıştım ve ufak bir kaza geçirdiğimi söyleyerek bunun kesinlikle aramızda kalması gerektiğini söylemiştim. Küçük şeytan Mark'ı ilk gördüğü yerde ötmüştü. 

"Mark..." dedim kısık bir sesle. Omuzlarım çökmek için direniyordu ama yine de ayaktaydım. "Hiçbir şey göründüğü gibi değil." 

Köşeye sıkıştığımı düşündüğüm asla bir çıkış yolu bulama dediğim anda Mark'ın ağzında o mucizevi sözler döküldü: "Bunu sana yapan o mu? Seni zorla mı yanında tutuyor?" 

Omuzlarım çöktü ve beklemediğim bir başarı ile gözlerimden firar eden yaşlarla Mark'a sarıldım. Anında kolları göğsünde küçücük kalmış gövdemi sardığında çenesini saçlarımın üstüne yerleştirdi. "Yalan söylediğim için özür dilerim." dedim hıçkırıklarımın arasında. Göz yaşlarım göğsünü ıslatıyordu. "Daha önce söylemek isterdim ama yapamadım." 

Lucas'ı daha önceden tatsız bir olay ile tanımıştı. Onun bana o gece vurduğunu sanıyordu. Eski psikopat takıntılı erkek arkadaş. ManSe'nin anlattıkları ile de yüzümün bu halini birleştirince onun bana şiddet uygulayıp zorla yanında tuttuğunu düşünüyordu. Ben de bu senaryoya sıkı sıkı tutunmuştum. 

Ben ağlamaya devam ederken şok içinde kalmış beş karış açılmış ağzı ile bu oynadığım tiyatroyu izleyen Jaemin'e baktım. Bu şaşkınlığını çabuk atlattı çünkü onu çok çabuk bastıran bir öfke belirmişti gözlerinde. Dudaklarını sıkıca kapattı ve sıktığı çenesi ile beni ezip geçmek ister gibi baktı. Onun en yakın arkadaşına yalan söylememden hoşlanmamıştı. Jaemin burada büyük bir sorun teşkil ediyordu. Önlemini almazsam ilk fırsatta Mark'a gerçekleri anlatırdı ama benim gerçeklerim bir çorap söküğü gibiydi. Bir kez başladım mı birbirini takip eder uzardı da uzardı. Ve ben kendimi birilerine açmaktan ölesiye nefret ederken bunun gerçekleşmesine asla izin veremezdim. 

Jaemin, bastırmaya çalıştığı bir öfke ile bana hayal kırıklığı dolu bakışlarını doğrulttu ve bunu yapmamam gerektiğini belli eder şekilde kafasını iki yana sallayarak yanımızdan uzaklaştı. Kapıdan çıkıp gittiğinde bir tek Jumi vardı içeride. O da benim tarafımda sayıldığı için haddi olmayan konulara karışmama nezaketi gösteriyordu. 

Bu yaptığımdan ben de mutlu değildim ama bir kez bataklığa girince paçalarınıza çamur sıçramaması imkansızdı. 

"Tamam, geçti." dedi Mark yatıştırıcı bir sesle elini saçlarıma götürüp kısa tutamları okşadı. Ilık nefesi kulağım ile boynum arasında bir yerde bir meltem gibi eserken yüzümün yakın olduğu boynundan yükselen kokusu baş döndürücü bir şekilde ciğerlerime doluyordu. 

Bir kez daha o an gözlerimin önünde belirdi. Suji bir kriz geçirirken ona sarılmıştı ama benimle yaşadığı sarılmadan daha farklıydı. Ona daha sıkı sarılmıştı ve gerçekti. Bizim sarılmamız ise bir yalan üstüne kuruluydu. Bedenen yakın olsak bile ruhen birbirimize o kadar uzaktık ki oradan yükselen soğukluk kanımı donduruyordu ama gövdesi bir cehennem gibi sıcaktı. Kollarımı tahminimden daha ince olan beline daha sıkı sararak iyice sokuldum ona.

Sonra bir şey oldu. İçimde, uzun bir süredir derin bir uykuda olan bir şey tekrar canlandı. Göğsümün ortasında beliren bu sıcaklığın ondan mı kaynaklandığı yoksa benden mi olduğunu bilemiyordum. Tam olarak da istediğimin bu olduğuna karar verdim. Onunla böyle birbirimize karışalım, sıcaklıklarımızı ayırt edemez hale gelelim, bir tek onun kollarında derin nefesler alarak biraz olsun yaşadığımı hissetmek istedim. Bu uzun zamandır eksikliğini çektiğim bir şeydi. Ben artık birilerini sevmek, birileri tarafından sevilmek istiyordum. Bu bir kişi olacaksa da Mark olmalıydı. 

...

-Raen

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

-Raen

Don't Wake Me Just YetHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin