♑︎XIV

149 19 3
                                    

•

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Korkunç bir his kanıma sızmıştı uykumun en derin olduğu anda. İliklerime kadar girip derin bir ürperti bırakarak bir hayalet gibi kendini hissettirdiğinde derin bir iç çekiş ile birlikte uyandım. İlk birkaç saniye zaman-mekan kavramını yitirmiş bir şekilde odağı kaymış gözlerimi etrafta gezdirdim. Kısacık kaküllerim tel tel ayrılıp özenle yapıştırılmış gibi alnıma yapışmıştı. Bir ter damlasının şakağımdan kayıp tişörtümün açıkta bıraktığı boynuma doğru kaydığının iç gıdıklatıcı etkisi ile boynumu oraya doğru büküp kuruyan boğazımı nemlendirmek adına art arda yutkundum ama bir işe yaradığı yoktu. Kalbim bir yarış atının kalbi gibi göğsümde çifteler atıyordu sanki. 

Ellerimi yüzüme bastırarak beni bu hale getiren kabusu hatırlamaya çalıştım ama yine aynı şey olmuştu. Hiçbir şey hatırlamıyordum. Bazı zamanlar dehşet verici bir his ile uyanırdım ama bunun ne olduğunu ne kadar hafızamı zorlarsam zorlayayım hatırlamazdım. Bunun yanında daha hatırlamadığım çok şeyin varlığı da eklenince iyice boğuluyormuş gibi hissederdim. 

Elimi sıkıntılı bir biçimde boynumda gezdirdikten sonra üstümden kayarak yere kadar düşmüş yorganın son parçasını da tekmeleyerek ittim ve çıplak ayaklarımı bir ürperti ile yere yaslayıp ayaklandım. 

O sabah berbat bir güne başlamıştım. Devamının da öyle olmamasını umut etmekten başka elimde başka bir seçenek yoktu. Ilık bir duşun ardından dizleri yırtık bir pantolon ve kocaman bir tişört giyinerek hazırlandım. Saçlarımı kurutarak olduğu gibi bıraktıktan sonra odamdaki aynanın karşısında kırmızı rujumu sürdüm. Soluk bakan gözlerime de bir şeyler yapmak istesem de ne yaparsam yapayım bu ifadeyi silemeyeceği bildiğim için vaktimi heba etmek istemedim. 

Kahvaltı işi ile hiç uğraşmadan eskimiş derili postacı tarzı çantama kitaplarımı tıkıp telefon ve cüzdanımı da içine attım. Odadan çıkmadan önce köşede duran vazoya gözlerim takıldı. Onunla geçirdiğimiz vakit oldukça az kalmıştı. Yapılacak olan müzayedenin ayrıntılarını öğrenmiştim. Bir hafta kadar bir süre kalmıştı ve katılım listesi kapanmadan adımı yazdırmayı başarmıştım. Bu en başta gerekliydi ama istemediğim takdirde adım açıklanmayacaktı. Vazonun bir fotoğrafını yetkili kişilere göndermiştim dün. Uygun bir vakitte onlarla buluşarak bir değer biçmek için vazoyu gösterecektim. 

Botlarımı giyindikten sonra ceketimi de alarak evden çıktım. Yaşadığım apartman gerçekten çok sessiz sakindi. Bu katta iki daire daha vardı ama girişler birbirine uzak olduğu için dip dibe olup özel alanın işgal ediliyormuş gibi olmuyordu. Arada bir canım isterse bir alt katımda bulunan Kim ailesinin iki çocuğuna İngilizce dersleri veriyordum. Ufaklık benim gibi okula gitmek için çantasıyla beraber girişte belirdiğinde dökülen süt dişlerinin bıraktığı boşluk ile bana sırıtıp iyi günler dilemişti. 

Adımlarım dalgın bir şekilde her zaman bisikletimi bağladığım demirlere doğru gittiğinde orada yeller esiyordu. Farkındalık sonradan açığa çıktı. Alışkanlıklardan kolay vazgeçilmiyordu. 

Don't Wake Me Just YetHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin