♑︎VI

188 23 4
                                    

•

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Amaçsız bir şekilde bunca zamandır oradan oraya savrulup durmuştum. Göğsümün ortasındaki o çorak topraklarda atmayan o canlılık beni fazlasıyla bunaltmaya başladığında Seul'e kadar gelmiştim o rüzgarlarla. Birçok sonun ucundan dönmüşsem de bir süre sonra tekrar durgunlaşmıştım. Şimdi yine bir canlılık hissetmeye başlamıştım. 

Söz verdiğim gibi sabah ilk hasta olarak Bayan Kang'ın kliniğine geldiğimde her zamanki yerimi almıştım. Artık ezbere bildiğim odanın her bir köşesinde bakışlarımı dolaştırırken saate gözlerim takıldı. Her seferinde aynı şey oluyordu. İlk defa görmüş gibi tüm odayı inceliyor. Kendimce dizaynı hakkında yorumlar yapıyordum ama bu oldukça klasik ve antika duran sarkaçlı saate geldiğinde uzun uzun durup izliyordum akrep ile yelkovanın bitmek bilmeyen çatışmasını. 

"Haftan nasıl geçti Minaya?" 

Bayan Kang'ın melodik bir şekilde çıkan zarif sesini duyduğumda dikkatimi ona vermeyi başardım. Bazen ciddi anlamda dış dünya ile bağlantımı kesebiliyordum. Dışarıdan gelen uyaranlar sayesinde bir rüyadan uyanmış gibi odağını kaybetmiş gözlerimle normale dönmeye çalışıyordum. 

Bahsettiği haftaya düşününce belirgin bir yüz de anıların arasından canlandı. "İyiydi." diye mırıldandım.

Bayan Kang'ın kaşları kalktı. "Bu bir gelişme mi yoksa?" dedi dingin bir gülümseme işliğinde. "Seanslara başladığından beri ilk defa ağzından bu kelime çıkıyor." 

Sanırım öyleydi. Derin bir nefes ile ciğerlerimi doldurduktan sonra kelimelerin ağzımdan öylece dökülmesine izin verdim. "Biri var." dedim. "Geçen hafta buradan ayrılırken tanıştık." Pek bir tanışma denmezdi ama... "Onunla konuşurken daha az düşüncelerden sıyrılıp gerçek hayata karışıyor gibi hissediyorum." 

Uzun bir düşünce sarmalının ardından birbirini takip eden soruların cevabını bulmuştum. Aslında buna çok bir bulma denmezdi. Hala yetersiz gelen bir şeyler vardı ama şu ana kadar verdiğim en iyi cevap buydu. Mark ile geçirdiğim o kısacık anlarda kendimi daha konuşkan, meraklı, ilgili ve dış dünyaya odaklı biri gibi bulmuştum. Bunun iyi mi yoksa kötü mü olduğunu bilemiyordum henüz. 

"Öyle mi?" dedi Bayan Kang'da en az benim kadar şaşkın bir sesle. Ben de şaşırmıştım. Bu his beni korkutmuştu da üstelik. Bir insan hiç tanımadığı bir insana karşı bu kadar ilgili olabilir miydi? Böyle bir ilginin sonucu ne kadar sarsıcı olabilirdi? "Nasıl birisi peki bu?" 

Konuşmaya başlamadan önce onu tanımlayabilecek birkaç kelime bulmaya çalıştım. Dudaklarımı hafifçe ıslattığımda kırmızı rujumun tadı damağıma dağıldı. "Bir erkek. Adı Mark'mış. Aynı bölümdeyiz ama o bir üst sınıf." Duraksayarak işaret parmağımı kaş bitimimde gezdirdim. "Aslında yolda görseniz hiçbir dikkat çekici yanı yok. Herkes gibi duruyor. Zaten benim de bunca zamandır aynı kampüste olmamıza rağmen onu fark edemememin sebebi bu sanırım." Onu düşünürken gözlerim kısıldı. "Geniş bir arkadaş çevresi var. Bir grubu var hatta. Müzik grubu. Ve... hoşlandığı biri de var." İşte söylemiştim sesli bir şekilde. Parçaları birleştire birleştire en sonunda çıkardığım sonuç buydu. Çevreyle bağımsız biri gibi görünsem de dikkatimi verdiğim sürece başkalarının kolay kolay yakalamayacağı ayrıntıları bulabiliyordum. Bu sıralar Mark'a da dikkatimi fazlasıyla verdiğim için onu gözlemleme şansım hem yakından hem de uzaktan olmuştu ve ilk izlenimim de Park Suji'den hoşlandığı yönündeydi. Ona bakarken gözlerinde oluşan parlaklık, konuşurken tüm odağını ona vermesi ve sürekli yan yana olmaları; ayrıca kızın da bana karşı tavırları bu düşüncemi doğrular nitelikteydi. Tabii bunlar sadece izlenime dayalıydı. Kesin bir sonuca ulaşabilmem için onlarla daha fazla vakit geçirmem gerekirdi ama o kısmı henüz nasıl olacağını bulamamıştım. 

Don't Wake Me Just YetHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin