•
Bir insan en çok nerede evindeymiş gibi hissederdi? Doğup büyüdüğü, bir ailenin sıcaklığını tattığı o dört duvar bir çatı mı bir evdi, yoksa rotasını bile tam belirlemeden çıktığın bir yolda kalbine uzanan dalların kök saldığı yer mi? Ev, tam olarak neydi, kimdi, nasıl hissettirirdi?
Kore'ye taşındıktan sonra o sabah sofralarında yüzlerimizdeki gülümsemelerle konuşurken aslında her şeyin bir oyundan ibaret olduğunun farkındaydım. Küçük bir çocuk yetişkinlerin arasında yetersiz görülse de bazen bir yetişkinin farkında olmadıklarını görüp duyabilir ve hissederdi. Bu hissiyat hep benimleydi. On yaşından yirmi bir yaşıma kadar. Benimle uyuyor, nefes alıyor, yürüyor, gülüyor akla gelebilecek her şeyi yapabiliyordu. Gözle göremezdim ama oradaydı biliyordum.
NeoZone'dan sonra eve gelmiştik. Neredeyse sabaha yakın bir zaman dilimi olduğu için yorgunlukları gözlerinden akıyordu. Hepsi birbirine iyi geceler dileyip -teknik olarka iyi sabahlar olması gerekiyordu- tek tek odalarına gittiklerinde ben hala salonda oturuyordum. Mark ve Suji de.
Tekli koltukta bacak bacak üstüne atarak sırtımı geriye yaslamış yolda gelirken bir marketten aldığım kuru şeftalileri kemirmekle meşguldüm. Tabii aç olduklarını tahmin ettiğim için onlar için de ramen almıştım. Tam da tahmin ettiğim gibi bana minnet dolu bakışlar atmışlardı. Yemeklerini yedikten sonra da bulaşıkları yıkama işini de aralarında taş-kağıt-makas oynayarak belirlemişlerdi. Günün şanssızı Suji olmuştu.
Suji aşırı yavaş yemek yiyen biri olduğu için bir saattir ağzında getirip götürdüğü son lokmasını yuttu ve tabakları toplamak için ayağa kalktı. Onunla birlikte ayağa kalkan Mark ile aynı anda bir tabağa ellerini uzattıklarında elleri çarpıştı ve aynı anda ellerini çekip bakışlarını kaçırdılar.
"Bırak ben yaparım." dedi Suji kısık bir sesle. Benimle konuşurken bir aslan kesilen kız, Mark ile birlikteyken süt dökmüş kediye dönüşüyordu.
Mark anlayışlı bir şekilde gülümsediğinde sevimli dişleri de ortaya çıktı. "Yardım ederim. Sorun değil."
Tabii birbirilerinin gözlerinin içine içine bakmakla o kadar meşgullerdi ki benim orada olduğumu bile unutmuşlardı. Gıcık bir tavırla -romantizmleri midemi bulandırdığı için ya da- boğazımı temizledim.
"Ee ama oyunu Suji kaybetti." dedim. İkisinin bakışları çarpılmış gibi beni bulduğunda eğildikleri için birbirlerinin neredeyse diplerinde duruyorlardı. Sonunda gereksiz yakınlıklarının farkına vardıkları için benim uyarmama gerek kalmadan geri çekildiler. "Bir dahaki sefere kaybedene de yardım etmeni beklerim Mark." Kaşlarımı kaldırdım. "Yoksa bu ayrıcalık bir tek Suji'ye mi?"
Mark bozguna uğrarken Suji kıpkırmızı kesildi ve kaşlarını çatarak bana çirkef bir bakış attı. "Ne alakası var?" diye homurdandı. Birkaç tabak alıp mutfağın yolunu tutarken. Çok uzaklaşmasına gerek olmamıştı. Hemen karşımda kalıyordu mutfak. "Mark kibar bir insan. Herkese yardım eder."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Don't Wake Me Just Yet
FanfictionBana gelip elini uzattığında hiç düşünmeden tutunmuştum ona ve onun kırık kalbine. Konuşmadan bile anlardım ben onu. Ben onu ama o bir başkasını. Bazen aradığın o yuvayı bir başkasının gülüşünde de bulabilirdin. Ama bu bir rüyaysa bile beni henüz uy...