♑︎XXXI

131 17 24
                                    

•

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Mark yalnızdı. Ufak bir çocuğun yaşıtları ile oyunlar peşinde koşup kahkahaları ile etrafı şenlendirmesi gerekirken o annesine biraz daha alkol almak için marketleri dolaşırdı. Annesi evden çıkacak kadar kendisinde olmadığı için kargacık burgacık bir yazı ile gönderdiği izin kağıtlarını market sahiplerine verir ve onlardan aldığı ucuz içkileri annesine götürürdü.

Bu daha ne kadar devam edecek diye düşünürken bulurdu kendini her zaman. Daha ne kadar annesinin kendisini zehirlemesine, gözlerinin önünde yitip gitmesine katlanacaktı.

Daha Kore'ye taşınalı bir sene olmuştu. Babası yeni işler bulabilmek için Kanada'daki düzenlerini bozup onları arkasından Seul'e kadar getirmişti. Ama planlar hiçbir zaman istenildiği gibi gitmezdi. Sadece birkaç ay sonra annesini büyük bir borç batağının içinde bırakarak sırra kadem basmıştı. Annesi de sanki tüm dünya yanıp kül olmuş gibi kendisini alkol ve sigara batağına saplamıştı.

Geçimlerini bile zar zor yapabiliyorlarken bu sorumsuzluk ile Mark, daha sekiz yaşında küçük bir çocukken dünyanın tüm yükü omuzlarına binmiş gibi hissediyordu. Onu tanıyana kadar.

Yaşadıkları küçük mahallede herkes herkesi tanırdı ama pek tekinsiz bir yer olduğu da inkar edilemezdi. Geceleri serseriler sokakları mesken tutar yalnız yakaladıklarını köşeye sıkıştırarak cüzdanını boşaltmasını isterlerdi. Bir keresinde annesi onu uykusundan uyandırıp markete kadar gönderdiğinde o serseri çetelerinden birine rastlamıştı ve cebindeki wonları da onlara kaptırmıştı. Mark da eli boş eve döndüğü için annesinden iyi bir azar işitmişti.

Bu sevimsiz mahallede çocuklar başı boş sayılırdı. Aileleri biraz olsun çocuk gürültüsünden kurtulabilmek için daha sabahın erken saatlerinde kapı dışarı eder ve bu ufaklıklar da hiç buna gocunmadan, akşam vakti çökünceye kadar toprak bir sahada top peşinde koşardı. Mark bazen onları uzaktan izleyip oyunlarına katılmak istese de Korecesi çok iyi olmadığı için çocukların onunla dalga geçeceğini düşünerek aralarına girmezdi. Üstelik bakımsızdı. Kuzgun karası saçları darmadağınık bir şekilde siyah gözlerinin içine kadar girerdi. Çelimsiz kolları ve bacakları üflesen düşecekmiş gibi beceriksizlerdi.

Bu zamanlarda yalnızlığı kendine dost edinmişti.

Karmaşanın hüküm sürdüğü bu gecekondu mahallesinde bazı zamanlar bir takım sesler yükselirdi. Bunlar yabancısı olduğu sesler değildi. Çoğu zaman annesi ve babasının da tartışmalarına ilk sıradan şahitlik ettiği için bu mahallede başka tartışan ailelerin olmasına şaşırmamıştı. Her zaman çıkacak bir kavga, pusuya yatmış bir tilki gibi kurnazca beklerdi sırasını.

Bu seferki tartışmasına şahitlik ettiği ailenin evlerinde perdesi hiç çekilmeyen bir pencere vardı. Ne zaman ki sesler yükseldi mi o pencere açılırdı ve kendi gibi çelimsiz bir kız, oradan hiç yükseklikten çekinmeden atlayarak aşağı taraftaki boş araziye doğru koşardı.

Don't Wake Me Just YetHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin