Ufak bir kız çocuğu soluk renkli hatıraların arasında canlanmıştı. Yüzünde ışık saçan bir gülümseme ile koşturup duruyordu çimle kaplı bahçede. Tepedeki Güneş onun neşe dolu kahkahalarına ayak uydurur gibi parlıyordu. Kafasını kaldırdığında güneş ışıklarının altında kızıllaşan gözlerinin önüne tombul elini siper etti. Üstündeki mini mini çiçekli elbisesi o koştukça dalgalanıyor bacaklarına sarılıyordu.
"Bak." diye seslendi tiz bir çığlık ile birlikte. "Burası daha güzel."
Kafasını hızlıca çevirdiğinde uzun siyah saçları dalgalanarak havada uçuşmuştu. Gülerek arkasından gelenlere baktı ama güneşi tam arkalarına aldıkları için yüzünü seçemedi. Birer gölgeyi andıran silüetler git gide yaklaştıkça iki kişi olduklarını gördü. Bu anları sanki bir film izliyormuş gibi üçüncü bir kişi gözüyle izliyordum. Uzakta ama orada; seslerini duyabilecek kadar yakın ama dokunamayacak kadar da dışarıda.
Ani bir titreme ile gözlerimi açtığımda bedenime giren ağrı ile acı dolu bir inilti dudaklarımdan kaçtı. Ağzım aralandığında yüzüme saçılan yağmur suları boğazıma kadar doldu. Hemen yan dönerek ağzımda birikmiş kanı tükürdüm. Üstümden koca koca yükler dolusu kamyon geçmiş gibiydi.
Acılar içinde kıvranırken tüm beynime reset atılmış gibiydi. Bulanık gören gözlerimi etrafta gezdirdim. Neredeydim? Tam olarak ne olmuştu?
Bir süre kollarımı çarmıha gerilmiş gibi iki yana uzatarak öylece uzandım buz gibi yerde. Gözlerim kapalıydı. Açmaya çalışsam da kirpiklerim ters dönüp gözlerime doğru batıyor gibi sızlıyordu. Yüzüme dökülen yağmur suları yavaşlamaya başladığında zar zor aldığım nefesler biraz daha açılmıştı. Göğsümden yükselen hırıltılı ses yakında feci derecede hasta olacağıma işaretti.
Orada öylece uzanırken yavaş yavaş hafızam da yerine gelmişti. Dayak yemiştim hem de Lee Geonu şerefsizinin adamları tarafından. Siktir, şu ana kadar ölmüş olmam gerekirdi ama yaşıyordum. Koca bir siktir.
Ellerimden destek alarak oturur pozisyona geldiğimde saatler geçmişti sanki. Her hareketimde bir sopayla vuruluyormuş gibi ağrıyordu her yanım. Elimi kafama götürerek biraz ovdum. Düşerken kafamı çarpmıştım ve ense kökümden yükselen bir ağrı tüm kafamı istila etmişti.
21. yüzyılda ne idiği belirsiz herifler tarafından resmen dayak yemiştim. Bir de burada ölüme terk edilmiştim. Bu yaptıklarına onları pişman etmezsem benim adım da Ishizaki Minaya değildi.
Burnumdan derin nefesler alarak doğrulup çantama uzandım ama başımın dönmesi bir anlık gözlerimi kararttığında yere düştüm. Bacaklarım rüzgara yakalanmış ince birer çubuk gibi tir tir titriyordu. Baştan aşağı sırılsıklamdım ve üşüyordum. Çeneme akan kanı elimin tersiyle sildikten sonra oturduğum yerden uzanarak çantamı aldım. Umarım telefonum ıslanmamıştı. Yoksa bu halimle eve gitmek zorunda kalacaktım.
Çantam deri olduğu için içine su girmemişti. Kuru olan telefonumu aldım ve bu halde güvenebileceğim tek kişiyi aradım: Lucas'ı. Burada baygın geçirdiğim süre de yaklaşık dört saatti. Gece yarısını çoktan geçtiği için burada ölüye yakın bedenim kimse tarafından bulunmamıştı.
"Piç." dedim hırıltılı bir sesle. Dudaklarımı aralamamla tırtıklı bir bıçak ağzımın içine sokulmuş gibi bir acı hissettim. Yüzümü buruşturup elimi ağrıyan ve şişmiş elmacık kemiğime götürdüm ama bu daha fazla ağrıtmıştı. "Kenarda köşede itlerini üstüme salmak ne demek sana göstermek gerek."
Savunmasız bir kızı gecenin bir yarısında kıstırıp dövdürmek o piçten beklenecek bir şeydi. Kendine duyduğu nasıl bir güvendi ki bu böyle bir şeye cesaret edebiliyordu? Ama hayır, ülke doğru düzgün yönetilse ve bu tip insan müsfettelerine gerekli ceza verilse değil dövmek, yan gözle bile bakamazlardı. Bu da arkasının sağlam olduğunu gösteriyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Don't Wake Me Just Yet
Hayran KurguBana gelip elini uzattığında hiç düşünmeden tutunmuştum ona ve onun kırık kalbine. Konuşmadan bile anlardım ben onu. Ben onu ama o bir başkasını. Bazen aradığın o yuvayı bir başkasının gülüşünde de bulabilirdin. Ama bu bir rüyaysa bile beni henüz uy...