23

7K 227 12
                                        

Merhaba, bu bölüm genel mesaj kurgumuzdan epey farklı. Bu bölümde Umay'ın gerçek hikâyesiyle tanışacak, onu çok daha iyi anlayacaksınız. İyi okumalar!

HE'S MINE | 23

Umay Saygıner'den, 

Onu aklımdan çıkarabilirim sandığımda henüz on dokuz yaşında, yaşadığı dünyayı tanımaya çalışan küçük bir kız çocuğuydum. On dokuz, kimileri için oldukça büyük bir sayı kabul edilebilirdi ancak ben, ailesi tarafından şımartılmış, hayatın gerçekleriyle hiç yüzleşmemiş o prensesi hatırladığımda ortada küçük bir kızdan başka bir şey görmüyordum. 

Sonra onunla tanıştım. Onunla tanışmam, ailemin bana sırtını döndüğü zaman diliminin başlangıcına tekabül ediyordu. Onların kabul edemeyeceği bir şey yapmıştım. Ayakta duramayacak kadar sarhoş olup erkek arkadaşımı aldatıyormuş gibi yakalanmak... İşte bu, benim zehirli dilimin dahi kabullenemeyeceği bir hareketti. Kerem her şeyi yanlış anlamıştı. Burak denen o aptal çocuk beni öpmeye çalışmış, aldığı tokadı gururuna yedirememiş ve beni kenara sıkıştırmıştı. Tüm bunlar yaşanırken erkek arkadaşım bizi görmüş ve delirmişti. Sonrası tam bir felaketti. Kerem, beni dinlememiş, kolumdan tuttuğu gibi babamın yanına getirmiş, olanları bütün açıklığıyla anlatmış ve çekip gitmişti.

Babam İbrahim Saygıner'in suratıma attığı o tokat, bugün aynaya her bakışımda sol yanağımın üzerinde, bana bakıyordu. Aldığım darbenin sertliği ve kanımdaki alkolün etkisiyle ayakta duramamış, diz kapaklarımın üzerine yığılmıştım. Bu, hayatın acı olduğu gerçeğiyle ilk karşılaşışımdı.

Ertesi gün kredi kartlarıma el koyulmuş, arabamın anahtarı elimden alınmış ve adeta ev hapsi yaşamaya başlamıştım. Yalnızca okula gitmek için evden çıkıyor, akşam yemeklerini babam yüzümü görmek istemiyor diye odamda yiyor arkadaşlarımla yalnızca telefonumla konuşabiliyordum. Bu durum bir hafta kadar devam etmişti ve en nihayetinde hayatımı dipten uca değiştirecek o adımı atmıştım. 

Bana sırtını dönmeyen tek insan kreşten arkadaşım Lara'ydı. Telefon görüşmesinde ondan beni bir hafta kadar idare edebilecek bir para istemiş ve telefonumu komodinin üzerine bırakıp evden çıkmıştım. Babamın şoförü Ahmet amca, beni her zamanki gibi kampüsün kapısında bırakmış, çıkış saatimi sormuştu. Ona, üç saat sonra, yalanını söyledikten sonra doğrudan öğrenci işlerine gitmiş ve Kanada'dan gelen burs teklifini kabul ettiğimi söylemiştim. 

Kanada'dakilerle konuşuldu. O süreçte hocalarım bana oldukça yardımcı olmuşlardı. Uçuşum tamamen okul tarafından karşılanacaktı ve dört gün sonraydı. O gece eve dönmedim. Okulun yakınlarında dört gün kalabileceğim bir pansiyona yerleştim. Evden üzerimdekiler hariç tek parça bir şey almamıştım. Cebimde yalnızca dört yüz lira vardı ve ben o parayla kalacağım yerin ücretini ödedikten sonra geriye elli lira arttırabilmiştim. 

Dört gün boyunca aç ve uykusuz kalmıştım. İlk gece korktuğum için uyuyamamış, ikinci gece yerimi yadırgamış, üçüncü gece  stresten uyuyamıştım. Günlerimi bir simitle bitiriyor, aç olmama rağmen bir şeyler yemek istemiyordum. Dört gün, bana cehennemde geçirilen saatleri yaşatmıştı. Zaman geçmek bilmiyor, içimdeki stres bir an olsun azalmıyordu. 

Dördüncü gece cebimde kalan 41 lira 50 kuruş ile İstanbul'a veda etme kararı almıştım. O zamanlar üç bira içebilirdim o parayla. Pekala, üç bira benim için yeterliydi çünkü son kez alkol alıp sarhoş olduğumda başıma gelenleri henüz unutmuş değildim. Adımlarım, beni Taksim'de sessiz bir bara yönlendirdiğinde günün doğmasına birkaç saat kalmıştı. 

Birkaç saat sonra bu şehri terk edecektim. Geride ailemi, bir tanecik dostum Lara'yı, komodin aynasında saatlerce saçlarını tarayan o küçük kız çocuğunu ve beni bir kez olsun dinlememiş o aptal çocuğu bırakacaktım. 

Sonra onu gördüm. 

Başımı çevirdiğim yerde duran genç adamı. Biçimli dudaklarında dünyanın en güzel gülümsemelerinden biri vardı. Bir arkadaş grubunun doldurduğu masada oturuyor, masadaki bas gitarın telleriyle uğraşıyordu. Kaşları hafifçe çatıkken konuşan arkadaşını dinliyor ve aynı zamanda gülümsüyordu. 

Onu tanımıyordum, onu daha önce hiç görmemiş; tanımamıştım. 

Ama onunla göz göze geldiğimde kalbimde çarpan o tuhaf hissi de anlamış değildim. Bira şişemi dudaklarıma götürdüğümde izleniyor olduğunu hissetmişçesine bakışlarını kaldırdı ve göz göze geldik. Gözlerimi kaçırmadan ona baktım ve saniyeler eteklerimizden dökülmeye başladı. 

Bu gece, ben her şeyini kaybetmiş hiçbir şeysiz bir kadındım; kız çocuğu değildim. 

O ise, sahip olduğunu en paha biçilemez şeyi, gülümsemesiyle bana bakan genç bir adamdı. 

HE'S MINE (+18) TEXTINGHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin