Merhaba, tekrar ben :) Nasılsınız? Umarım iyisinizdir. Bence de iyi olmalısınız çünkü sizin için uzunca bir bölümle geldim.
Slipknot, Vermillion pt.2
Sentenced, Cross My Heart and Hope to Die
6 AY SONRA...HE'S MINE| 40
Güneşin kara bulutların arasından sızan cılız ışıkları, bu eski Parizyen kafenin dört bir yanını aydınlatıyordu. Dumanı tüten çayımdan bir yudum aldım ve fincanı geniş tabağa geri bıraktım. Bugün hava o kadar soğuktu ki dışarıda taktığım kahve deri eldivenlerimi çıkarmak istememiştim. Bakışlarım bir anlığına camdaki yansımama takıldı. İnsanın kendisiyle göz göze gelmesi, hiç beklemediği bir anda yaşandığında zannettiğinden de acı verici oluyordu.
Omuzlarımın üzerinde kestirdiğim dalgalı saçlarım bereme hapsolmuştu. Gözlerimin altı dün gece pek uyuyamamış olmamın verdiği yorgunlukla koyulaşmıştı. Tıpkı ondan önceki gece gibi; ve ondan önceki. Yağmurun ıslattığı asfalta baktım. Yağmurdan kaçmaya çalışan insanların acelesi sokağın dört bir yanını kaplamıştı. Trafik lambasının hemen altında dikilen küçük bir kız çocuğu, annesinin elini sıkıca kavramış, ona bir şeyler soruyordu.
Gülümsedim. Sahi annemi görmeyeli kaç yıl olmuştu? Benim kahve saçlarımın aksine güneşi andıran sarı saçlarını, mütemadiyen renk değiştiren mavi gözlerini ve her daim bakımlı olan ojeli ellerini çok özlemiştim. Henüz on dokuz yaşındayken evimin kapısını çarpıp çıktığımda ona bir veda bile edememiştim. Peki ya o? O beni bir hoşça kala sıkıştırabilmiş miydi?
Babamı da özlemiştim. Annem beni ona benzetirdi. İkimizin de keskin sınırları olduğunu söyler, ikimizin de kindar olduğunu iddia ederdi. Oysa ben babamın annemin bahsettiği gibi bir adam olmadığına öylesine emindim ki... O sert kabuğunun altında her zaman pamuk tarlaları olduğuna kendimi bir süre inandırmıştım. İnanmayı bıraktığımdaysa ailemin hayatından tamamen çıkmıştım.
Kafenin kapısının açıldığını, içeriye doluşan zil sesinden anlamıştım. Çok geçmeden karşımdaki sandalye çekildiğinde suratımdaki bu darmadağın ifadeyi hızla sildim ve sahte bir gülümseme yerleştirdim dudaklarıma. Gelen, şu an çalışmakta olduğum şirketteki iş arkadaşım Görkem'di. Yüzündeki çapkın gülümsemeyle kabanını çıkardı ve sandalyesinin arkasına astı. O kravatını düzeltirken sertçe yutkundum. Görkem Ünsal, genç yaşına rağmen sayısız başarı sağlamış bir adamdı. Üstelik yüzünün etkisiyle magazin sayfalarından düşmemeyi başarıyordu.
"Görüşmeyeli epey oluyor." dedi dirseklerini masaya yasladığında. "Nasılsın?"
Alayla güldüm. "Görüşmeyeli yalnızca dört gün oluyor."
Söylediğim şeye alınmış gibi kaşlarını çattı ve dudaklarını büktü. "Dört gün, birbirini seven iki insan için oldukça uzun bir süre olmalı Umay."
Görkem nazik bir adamdı. Ne istediğini bilen, aklı başında biriydi. Üstelik zeki ve çalışkandı. Uzun boyuyla güzel bir askıydı ve bakıra yakın sarı saçları ve mavi gözleriyle dikkat çekici bir adamdı. Ama tüm revaçta olan özellikleri, ona olan arkadaşça hislerimin boyut değiştirmesini sağlamıyordu.
"Bir şey yapmadım," dedim konuyu değiştirmek istediğimi belirtircesine. "Birkaç dosya üzerinde çalıştım. Yemek yedim, uyudum falan. Sen neler yaptın?"
"Bir iş ayarlamayı düşünüyordum ya," dedi onaylamamı beklercesine. Başımı salladığımda devam etti. "Dün o işi kısmen resmileştirdim. Karşımızdaki adam dişli bir rakip ama bilirsin. Bu sektörde rakibini ortağın yaparsan yol alırsın."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HE'S MINE (+18) TEXTING
Teen FictionUyarı: Bu hikâye yetişkin içeriklidir. +90535*******: Merhaba ben Umay, yanlış kişi doğru zaman. Geçmişten gelen gizemli bir kadın... Geçmişi ardında bırakmaya niyetli güçlü bir adam... İkisini birleştiren tek gece...