Herkese merhaba! Uzun süredir yoktum, yokluğumda sizlerden birçok mesaj aldım. İyi ki varsınız, birçoğunuza dönmeye çalıştım. Dönemediklerim olduysa lütfen kusura bakmasın. Çok yorucu bir final haftasını geride bıraktıktan sonra sizlerleyim. Bu sefer elimden geldiği kadar şey yazacağım ve sizlerle hislerimi paylaşacağım merak etmeyin 😊
Aranızda bana kızanlar olmuş, hak veriyorum ancak bana da hak vermenizi istiyorum. Üniversite ikinci sınıfım ve vermem gereken yığınla dersim var. Ailemden uzak bir şehirde tek başıma yaşıyorum ve yeme, içme, temizlik gibi bir yığın sorunum var. Üzerine ödevlerim ve sınavlarım eklendiğinde bu platforma ayıracak bir vakit inanın yaratamıyorum. Neyse ki ara tatile girdik ve bir süreliğine sizlerle olma vakti yakalayabildim.
Yazarınızın kendi ruh haline gelinceyse... Aşk konusunda feci darbeler aldı bu kadın. Sizi de biraz ağlatacak haberiniz olsun.
Ayrıca 130k olmuşuz ama oy sayımız yerlerde ☹ Bu beni üzüyor. Sizden bolca yorum ve oy bekliyorum lütfen, emeklerimin karşılığını almak benim de hakkım bence.
İyi okumalaar.
HE'S MINE| 39
Onu görünceye dek, daha önce kalbimi onlarca adama kaptırmış olduğumu zannetmiştim.
Onu görünceye dek, daha önce aşık olduğumu sanmıştım.
Onu görünceye dek, bir insanın kendi iç sesiyle konuşurken bile birinin hoşuna gitmek isteyeceği düşüncesini yadırgamıştım.
Sonra onu gördüm. Düşüncelerimin hepsinin üzerine kırmızı bir kalemle çizgi çektim. Kalbimin olduğu yerde durduğunu fark ettim. Daha önce hiç aşık olmadığımı anladım. Kendi iç sesimle konuşurken dahi onun hoşuna gitmek istediğimi anladım.
Tuna Başaran, benim için bir dönüm noktası olmaktan fazlasıydı. O, dönüş noktalarıma özenle yerleştirilmiş meşaleleri parmak uçlarında tutan bir adamdı. Yürüdüğüm yolların köşelerinde ona sayısız kere denk geliyor, sonrasında o meşalelerden birine çarpıyor; kendimi yakıyordum.
Zihnimdeki düşünceleri susturup gözlerimi hemen karşımdaki adama çevirdim. Sergio Damasio, Fransa'da hayatımı sayısız kez kurtarmış eski dostum tam da karşımda duruyordu. Sertçe yutkunup gördüğüm şeyin bir hayal mi yoksa gerçek mi olduğunu anlamaya çalıştığım esnada, Sergio beni ittirdi ve kaba bir şekilde içeriye girdi.
"Kızım, neden böyle dikiliyorsun?"
Fransızca kurduğu cümleyi anlamakta güçlük çekmesem de bir yılı aşkın bir süredir pratik yapmıyordum ve kafamın Fransızca kısmını açmak zannettiğimden uzun sürmüştü.
"Sen... Burayı nasıl buldun?" diye sordum birdenbire. Sergio, onunla dalga geçiyormuşum gibi gülmeye başladı ve "İki sene sonra beni görüyorsun ve söylediğin şey bu aptal soru mu oluyor Umay?" dedi.
Başımı iki yana sallayarak sırtımı arkamdaki duvara yasladım. Onu gördüğüm için elbette mutluydum. Ancak şu an, zihnimin gündeminde olan konu bu değildi. Aklımda, bedenimde, evimin dört bir köşesinde Tuna Başaran'dan izler duruyordu. Çok değil, iki dakika kadar önce hemen karşımda kalan duvarda; dudaklarım dudaklarındaydı.
Ben ne yapmıştım? Dudaklarımı aralayacak olsam koca bir çığlık atar, sırtımı yaslandığım duvardan aralayacak olsam durduğum yerde zıplar, anın etkisinden çıkmak için deli saçması hareketler yapardım. Tuna hâlâ buradaydı. Evimde, yatak odamda yarı çıplak bir vaziyetteydi. Sergio gelmemiş olsaydı onunla aramızda neler yaşanacaktı? Kafam karmakarışıktı.
"Üzgünüm, sadece seni burada görmeyi beklemiyordum." dedim bir şey söylemem gerektiğini fark ederek. Sergio kendini koltuklardan birine attı ve "Hiç değişmemişsin." diye konuştu. Yüzünde bana eskiyi anımsatan sıcak bir gülümseme vardı.
Sonra aniden, benim asla ihtimal vermediğim bir şey yaşandı. Arkadaşımın bakışları, salonumun sol köşesinde kalan rafa takıldı. Ela gözleri, buzdan heykeli şehrin ışıklarının loş bir şekilde aydınlattığı odanın içerisinden seçebildi. Kaşları çatıldığında sertçe yutkundum. O, heykelin bende olduğunu bilmiyordu ve Fransa'dayken heykeli ondan bir hafta boyunca gizleyebilmenin bir yolunu bulabilmiştim. Fakat tam da şu an, arkadaşım kendi ellerinden çıkmış sanat eserini tanımakta güçlük çekmedi ve bakışlarını hızla bana çevirdi.
Sergio, hayatımda tanıdığım en eğlenceli adamlardan biriydi. Her daim gülümser, sıcak ve samimi ses tonuyla insanın içini ısıtırdı ancak şu an işittiğim ses tonu ve karşımdaki yüz, bana hiç tanımadığım bir adamı anımsatıyordu.
"Bana bunun bir şaka olduğunu söyle." deyiverdi birdenbire. Kaşları çatılmıştı ve yüzünde bariz bir şaşkınlık ifadesi vardı. Sertçe yutkundum, neyi ima ettiğinden adımın Umay olduğu kadar emindim. Sessiz kaldım ve sessizliğim, Sergio'yu daha çok öfkelendirmiş gibi duruyordu.
"Sana diyorum!" Oturduğu yerden kalktı ve bana doğru bir adım attı. "Bu heykelin sende ne işi var?"
O heykel... Tuna Başaran ile başı sonu olmayan hikâyemizin sayısız kez kesiştiği gece birini zihnimin önüne düşürürken Paris sokaklarında el ele o mafya kılıklı adamlardan kaçışımızı hatırladım.
O gece bir taksiye atlayarak Tuna'yı ardımda bırakmış, olanlardan bihabermiş gibi davranarak bende olan heykeli arkadaşım Sergio'dan saklamıştım. Hayatımın aşkı olduğunu düşündüğüm adamdan arta kalan şeyi öylece bırakamazmış gibi hissetmiştim. Arkadaşıma ihanet ediyor olduğum gerçeği omuzlarıma bırakılmış bir yük gibi hissettirmişti ancak o gece arkadaşıma ihanet etmeyi göze almıştım ancak aşkıma ihanet etmeyi başaramamıştım.
"Sana inanamıyorum!" dedi Sergio. "Bu yaptığını aklım almıyor? Nasıl olur?!" Odanın içinde döndü durdu. Ellerini başına yaslamıştı, kafasında bir şeyleri belirginleştirmeye başlıyormuş gibi bir hali vardı. Aniden durdu. Keskin bakışları yüzümü kafesi altına alırken "O adam..." dedi.
"O adamı tanıyordun!"
"Lütfen sus." diyebildim fısıldayarak. Kendimi hiç bu kadar aciz hissettiğimi hatırlamıyordum. Kapının ardındaki Tuna Başaran'ın varlığından haberdar olmak, kemiklerimi lime lime ediyordu sanki. Öğrenmesin istiyordum. O, aşkımdan haberdar olmasın ve bu gece hiç yaşanmamış olsun.
"O adam... Tuna Başaran'ı tanıyordun! Bunu neden yaptın? Bana mantıklı bir açıklama yap!"
Aniden yatak odamın kapısını ardına kadar açan rüzgâr içeri yayıldı. Sergio ile aramdaki sessizliği yıkıp geçen tek şey, duvarlarıma çarpan rüzgârın uğultusuydu. Hızla yatak odama yöneldim ve bakışlarımı oda boyunca gezdirdim.
Hiçlik.
Karşılaştığım şey koca bir hiçlikti. Açılmış pencerenin dört bir yana savurduğu perde, sessizliğin ritmine uymuştu. Kulaklarıma çarpan yalnızlık, zihnimin hissizliklerine vuruyordu.
Gitmişti.
Tuna Başaran, bir kasım gecesi girdiği hayatımdan, bir kasım gecesinde çıkıp gitmişti.
Hiçbir şey yaşanmamış gibi...
Beni hiç öpmemiş, benliğime karışmamış gibi.
Rüzgârın uğultusuna karışıp silinen varlığı, şimdi hiç olmadığı kadar kimsesiz hissettiriyordu.
Biliyordum, bizim hikâyemizin bir sonu yoktu.
BÖLÜM SONU
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HE'S MINE (+18) TEXTING
Ficção AdolescenteUyarı: Bu hikâye yetişkin içeriklidir. +90535*******: Merhaba ben Umay, yanlış kişi doğru zaman. Geçmişten gelen gizemli bir kadın... Geçmişi ardında bırakmaya niyetli güçlü bir adam... İkisini birleştiren tek gece...