3 SENE ÖNCE
HE'S MINE | 24
Kendime yeni bir hayat kurmamın üzerinden tam iki yıl geçmişti. İki koca yıl... Şimdi, tırnağı kırılınca ağlayan o kız çocuğu, üzerinden yıllar geçmiş ayrılıkların gölgesinde yaşıyordu. Düşüncelerini açıkça belirtmekten çekinmiyor, insanların kalbini kırma korkusu olmadan yaşıyordu. Ve son zamanlarda kendine sürekli şu soruyu soruyordu: Madem her yara zamanla kabuk bağlıyor, diz kapaklarım neden kan içinde?
Kabanıma sıkı sıkı tutunmuş, yüzüme vuran rüzgâra karşın adımlar atıyordum. Saçlarımın üzerine düşen karla karışık yağmur damlaları özenle şekillendirilmiş saçlarımın fönünü falan bozmuyordu. Ayağımda ince topuklu şık bir ayakkabı da yoktu, aksine, deri postallarımın tabanı çamurlaşmış toprakla kaplıydı.
Yürüdüğüm yolun bana biçtiği adımların sonuna geldiğimde içimde tuhaf bir his kol geziyordu. Kapıda bekleyen görevlilerin attığı bakışların altında ezildiğimi hissederken davetiyemi gösterdim. Aslında bu bakışların ardında yatan sebebi az çok tahmin edebiliyordum. Benden birkaç saniye sonra mekâna giriş yapan kadının üzerinde gezinen bakışlarım, kadının üzerinde birkaç tur atmıştı. Siyah elbise, kadının bedenini sıkıca sarmalamış, yere serilmiş halının üzerine uzanıyordu.
Görevliler kadının kürkünün hemen ardından benim kahve kabanıma uzanırken o kürkün gerçek olup olmadığını sorguluyordum kafamda. Kürk giyinen insanların vicdani vasıflardan eksik yaratıldıklarını düşünmemin yanı sıra, onların bir moda katili olduğunu düşünüyordum çünkü.
Üzerindeki gözlerin farkında olan güzel kadının yeşil bakışları bana düştü. Onun görkemli görünüşüyle kıyaslandığında beş para etmez halim, birkaç bakışı bana çevirmişti. Üzerimde güvercin mavisi denen renkte, boğazlı bir penye vardı, altımdaysa kahverengi, keten bir pantolon.
Ne diyebilirdim ki ben İstanbul soğuğuna katlanamazken şimdi Massachusetts'de genç bir ressamın sergisine davet edilmiş bir kadındım. Rahatlığımdan ödün veremezdim. Massachusetts'de olmak benim için bir başka sürprizdi. İki yıl önce İstanbul'dan taşındığımda Kanada'nın başkenti Ottawa'dan burs almıştım ve eğitimimin ikinci ayınca Amerika'dan gelen burs teklifiyle kendime yeni bir rota oluşturmuştum. Ailemin bundan haberi olduğunu sanmıyordum. Beni aradıkları da yoktu, öyle olsaydı Dilara bana haber verirdi. Kafamdaki düşünceleri bir kenara bırakıp ana odaklandım.
Mekânı ele geçiren klasik müzik beni sakinleştirmekten bir hayli uzakken bana doğru ilerleyen garsonu durdurdum. Nizami bir ölçüde doldurulmuş şarap kadehlerinden birini aldığımda derin bir nefes verdim. Etrafımdaki insanlar, bir resim sergisinden ziyade kırmızı halıda boy göstermeye gelmiş gibiydi. Onları kesmeye ara verip bu kalabalığın içinde arkadaşımı aradım, serginin sahibini. Beni buraya davet ederken ne düşündüğünü sorgulaması için kafasına silah dayayabileceğim raddedeyken arkadaşımı yüksekçe bir platformun üzerinde görmüştüm.
Sergio Damasio, bu gece satılacak her şeyin hayır kurumlarına bağışlanacağına dair bir şeyler söyleyip bu serginin onun için önemini anlatıyordu. Hayallerinden bahsedip insanların duyguları harekete geçiriyordu. Bense sessizce beyaz şarabımı yudumluyordum. Burada satılacak şeyleri satın almak bir yana dursun, onları (böyle bir ihtimal olsa) kiralamanın yanından bile geçemeyeceğimi biliyordum. Yine de gezinmenin ücretsiz olduğunu kendime hatırlatarak tuvallere bakınmaya başladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HE'S MINE (+18) TEXTING
Teen FictionUyarı: Bu hikâye yetişkin içeriklidir. +90535*******: Merhaba ben Umay, yanlış kişi doğru zaman. Geçmişten gelen gizemli bir kadın... Geçmişi ardında bırakmaya niyetli güçlü bir adam... İkisini birleştiren tek gece...