35. Bölüm

195 15 2
                                    

Baba...
İnsana dağ olan baba...
Varlığı dahi huzur olan adam, baba...
En güvenilir kilitlerden bile daha güvenilir olan, baba...
Evladı için her şey olan baba...
İlk öğretmen, baba...

Ölüm, haktı. En yakınlarımıza gelince neden balyoz yemiş gibi oluyorduk? Neden yüreğimizin her köşesi ayrı ayrı üşüyordu babamızı kaybedince? Neden keşke yanımda olsa da yine de kızsa ama yeter ki yanımda olsa diyoruz? Sahi bu kadar mı zor, yaşarken birbirimizin kıymetini bilmek? Yanı başında nefes alıp verirken sarılamadığında bir bez parçasına sarılıyken sarılıyordu işte insanoğlu...
Neden hep sevdiklerimize geç kalıyoruz? Neden yanımızdayken söylemek istediğimiz sevgi sözcüklerini dillendirmiyoruz? Ölünce söylemek daha kolayımıza geliyor galiba. Bu kadar mı kendimize odaklıyız? Neden onların da çektikleri acıları görmüyoruz? Neden sürekli keşke dedirtecek şeyler yapıyoruz?

Neden,neden,neden... Bu nedenlerin sonu gelmiyor maalesef. Her bir keşkenin yerini iyi kilerle doldurmak zorundayız. Yoksa her iyi ki diyemediğimiz için sonrasında keşke demek zorunda kalacağız. Tıpkı keşke babam hayattayken ona daha çok sarılsaydım, onun daha çok yanında olsaydım dediğim gibi. Ben Furkan. Furkan Yıldız. Annesinin kokusuna hasret, hayatla küçük yaşta mücadele etmeye başlamış, babasının yüreğine girebilmek için çırpınan, iyi bir abi olabilmek için, iyi bir eş olabilmek için çırpınan aciz bir kulum. Şimdi bu aciz bedenimle arkamda gözyaşı döken eşim ve kardeşimden güç alarak kendi ellerimle babamı defnediyorum. Bir kez daha anladım ki ölünün üzerine atılan her toprak geride kalanların yüreğine atılıyor aslında. Dışım durgun bir liman gibi olsa da her toprakta biraz daha harlanıyor yüreğimdeki amansız ateş. Bak işte tahtaları da dizdim kendi elimle. İlk toprağı da ben attım üstelik. Kendi babamın üzerine ilk toprağı ben attım... Güçlü olmalıydım. 15 yaşımdan bu yana öğrendiğim bir şey varsa o da ailem için güçlü olmam gerektiğiydi. Gözyaşlarımı elimin tersiyle silerek omzuma dokunan Ömer'e verdim küreği. Henüz 15 yaşındaydı Ömer...
Benim annesiz kaldığım yaşta kardeşim de babasız kalmıştı. Hem öksüz hem yetim kalmıştık. İçimdeki çocuk çığlık çığlığa kendini yerlere atarken omuzlarımı oldukça dik tutmaya çalışarak ellerimi önümde birleştirdim ve 2 adım geriye gittim. İnsanlar sırasıyla babamın üzerine toprak atıyorlardı. Ömer hıçkırıklarla ağlıyor,ben ise Ömer'e bir kez daha yarım kalmanın acısını yaşattığım için içime akıtıyordum yaşlarımı. Abi olmak kardeşin için direnmekti değil mi? Ben de direniyordum. Ömeri kendime çekerek yüzünü göğsüme gömdüm ve saçlarını okşamaya başladım. Birbirine kenetlediğim dişlerimi çözsem feryat figan ağlayacağımı bildiğim için daha da sıktım dişlerimi. Ne zordu Yarabbi canından bir parça olarak kopup geldiğini kendi ellerinle sahibine teslim etmek. Arkadan bir anda patırtı kopmasıyla gözlerim hanımların olduğu kısmı buldu. Ne olduğunu anlayamazken ismimin seslenilmesiyle koşmaya başladım.

"Furkan, koş!" Nergise bir şey olmuş olma korkusuyla yanlarına vardığımda korktuğumun başıma gelmesiyle dizlerim titredi. Nergis yerde gözleri kapalı bir şekilde baygın yatıyordu. Ne kadar ayıltmaya çalışsalar da kendine gelmiyordu. Gözümden bir damla firar ederken hızla kucağıma alıp arabaya koşmaya başladım. Sen bana onun acısını yaşatma Yarabbi!

Arabanın arka koltuğuna dikkatlice yatırarak alnına öpücük bıraktım. Elim ayağım titrerken şoför koltuğuna geçip hızla kullanmaya başladım. Hastaneye yakın olduğumuz için kısa sürede varacağımı düşünüyordum. Gözlerim aynadan Nergise kayarken yüzünün bembeyaz olduğunu görmemle hızımı daha da artırdım. Ona bir şey olmasın Allah'ım! İki acı birden yaşatma Yarabbi!

"Kurban olduğum, aç gözlerini ne olur! Nergis! Canımın içi uyan hadi!" Gözyaşlarım görüşümü bulanıklaştırırken korna sesleri kulağımı delecek cinstendi. Nergis'in kolunun bir anda boşluğa düşmesiyle içime dolan korkuyla bağırmaya başladım.

Sîret-i GülHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin