29. BÖLÜM

46 10 1
                                    

Selim bahçenin önündeki adamın yanına gittiğinde, adam Selim'i hiç takmayarak öylece eve bakıyordu. Meğerse ev eskiden adamın ve ailesininmiş, şirketleri batınca mecbur bize satmak zorunda kalmış. Karşımızdaki ekoseli gömlekli adamı kahve içmeye çağırsak da adam ısrarla hayır diyordu. 

Etrafı ha bire inceleyen adam, mağrur bir bakışla evin pencerelerine bakıyordu. Selim ve bana bakarak "bu ev bir tarihi eser, ayrıca içeridekilerde öyleydi. Umarım sizler de mutlu bir aile olup kendi tarihi eserlerinizi bu evde büyütürsünüz" dedi. Söylediği laftan gerçekten çok etkilenmiştim kendi tarihi eserlerimizi büyütmek, çok zarif bir cümle. Adama gülümseyerek baktım. Adamın hali acınasıydı, çaresizdi. Bize son bir defa bakarak öylece gitti.  

Eve geçtim, çantamı alarak dışarıya çıktım. Tam arabama binecektim ki Selim daha nereye gittiğimi söylemeden arabanın yanına oturdu. Ona bakarak "nereye gittiğimi biliyor musun?" dedim. O ise kafasını sallayarak bana şımarık bir kedi gibi davranıyordu. 

Direksiyonu tuttum, ona bakmadan "annemin mezarına gideceğim" dedim. O ise hâlâ bana bakarak "biliyorum" dedi. Gelmekte kararlıydı, bense o kadar zorlamama rağmen arabadan indirmeyi başaramamıştım. İkimizde annemin mezarlığına gidiyorduk. Arabayı sürdüğümde, sesiz sakin ve bir o kadarda üzgündüm. Sonunda mezarlığa az kalmıştı, annemin mezarı için bir demek çiçek aldım.

Sonunda gelmiştik, hızla arabayı park ettim. Çiçeğimi alıp Selim'e baktığımda ise daha önceden hazırladığı bir demet çiçeği elinde gördüm. Onu öyle hevesli görmem çok güzeldi, onu sevdiğimi de hissediyordum am eksik bir şeyler vardı bende eksik olan bir şeyler.

İçeri girdiğimizde her yer mezarlıklarla doluydu. Bulabilmek için görevlinin  birine sorduk. O ise en ilerde, sağda dedi. Hemen hızlı adımlarla girerek annemin mezarının yanına gitmek istedim. Gittiğimde de Sedef Aygün yazan ve daha taze çiçeklerle kaplanmış bir mezar gördüm. Kimin bu çiçekleri koyduğunu çok merak etmiştim.

Çiçekleri ellerimle biraz kenara iterek, elime, nemli olan toprağı sıktım. Gözlerimden göz  yaşı süzülerek annemin toprağına düşüyordu. Aklıma hâlâ konteynırdaki hali geldikçe delirecek gibi oluyordum. Onun cenazesinde bile bulunamamak beni çok üzüp, yıpratıyordu. Amsterdam'da üç sene sürekli düşündüğüm şeyler de buydu; Annemin, teyzelerimin, kuzenlerimin cenazesini bile yapamamıştım. 

Anneme bakarak haykırmak istedim "artık buradayım, seninleyim!" diyerek hıçkıra hıçkıra ağladım. Selim beni kollarımdan tutarak kaldırdı. Ben ise öylece oturmak hatta annemin mezarına yatmak istedim. 

Selim zorla beni kaldırarak arabaya götürdü. "Sen iyi değilsin, ben süreyim" dedi. Daha yeni uçaktan inmiştik ama gecenin bir vakti annemin mezarında yorgun argın ağlıyordum. Arabaya bindiğimde hızla uzaklaşmıştık, gözlerimdeki şişkinlik ve yorgunluk beni bir hayli rahatsız etse de ayakta durmaya çalışıyordum. 

Eve geldiğimizde hemen dışarı çıktım. Odama gitmek istedim ama Selim bana bakarak "beraber yatmaya ne dersin?" Dedi. Bense kesin bir dille hayır, yorgunum diyerek kendi odasına gitmesini istedim. Selim bu konuda çok saygılıydı. Onunla çıktığımız günden beri bir kere bile doğru düzgün bir şeyler yaşamamıştım, benim isteğim üzerine olduğu için baya mahcup düşüyordum.

 Odama girip başımı yastığa koyduğumda uykumun bu kadar gelmesini İstanbul'un havasına yorumladım. Amsterdam'da geceleri fırtına sesleri yüzünden gözüme uyku girmediği için buranın sessizliği beni diyerek uykuya gömmüştü. Selim'in bana aldığı beyaz ayıcığa sarılmıştım.

Sabah kalktığımda, gecenin ne çabuk geçtiğini dahi algılayamamıştım. Etrafa baktığımda, her yer ışıl ışıldı. Aynanın önüne geçtim, gözümün altlarına bakarak ne kadar morardığını görmüştüm. Hemen göz kremimi sürerek morarmayı birazda olsun kaybetmişti. Aşağıya inip hemen kahvaltıyı hazırladım. Selim'i uyandırıp uyandırmamak konusunda çelişkiye düşüyordum. Çok tatlı bir uyuması vardı.

8. KONFERANS (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin