Daha fazla bekleme yapmamak için fotoğrafları es geçiyorum.Keyifli okumalar 🌸
〖 •••••••••••••••••• 📸 •••••••••••••••••• 〗
Nurlar içinde uyusun. Dedeciğim, bu evi satın alırken Manisa merkezdeki babadan kalma iki dükkanını da sattığını söylerdi sürekli. Dediğine göre, şehrin en çok getirisi olan yerdelermiş. "Oğlanın bokuna sattım, boka basan ben oldum." derdi hep. Yıllar sonra o dükkanların paralarının üzerinde torununun bir adamla sevişeceğini bilseydi, boklular listesine beni de eklerdi, eminim.
Ege üzerimden (ki gerçekten beni yatağı sandığını düşünmeye başladım) kalkmamakta ısrar edince, ben de kafasını kendime sehpa yapıp keçi peynirli sandviçimi yemeye devam ettim. Neticede aç karnımla baya enerji sarfetmiştim ama, değil mi?
"Kafama ekmek kırıntıları döküyorsun. Senin yüzünden çarpılacağız." dedi.
"Yarım saattir çırılçıplak üzerimde yatan adam mı diyor bunu?" dedim. Tabi son lokmamı ağzımda döndürmeye çalışırken anlaşılmamış olabilirim.
Avucunda sıkı sıkı tuttuğu 50. fotoğrafı havaya kaldırıp sırıtarak baktı.
"Şu görüntünün sebebi olabilmek için binlerce kez çarpılabilirim." dedi.
Sonunda, gerçekten çarpıldık. O son lokmanın boğazıma takılarak beni öldürmeye çalışmasının başka açıklaması yok çünkü. Ama ölmedim. Ege'nin, halı çırpar gibi beni silkelemesinden sonra nefes trafiğim düzene girdi. Yine, elindeki fotoğrafa sırıtan adamın altında pestil olmuş bir halde uzanıyordum ama bu kez sırtım koltuğun kenarına yaslıydı.
Çıplaklığımız mı? Hâlâ yerli yerinde. Şu sıcakta ne gereği varmışmış giyinmenin... Eylülün daha ilk günden, sabahki güneşinin aksine yağmur yüklü bulutlarla gökyüzünü doldurmasından başka sorun yoktu tabi.
Karşımdaki kocaman camın Karadeniz'e açılan manzarasına bakarken bir elimle gerdanıma serili olan saç tutamlarını okşuyordum. Diğer elimse saatlerdir olduğu gibi illa ki sıcak teninin herhangi bir noktasına yapışıktı. Çünkü günlerdir etrafımı saran boşluk öylesine ürperticiydi ki, şimdi yanımda olduğunu kendime ispatlamaya ihtiyacım vardı.
"Ege." dedim. Nefesi tenimi yalayıp geçiyordu ve değdiği herbir nokta uyuşuyordu sanki.
"Söyle güzelim."
"N'olur bir daha gitme." dediğimde başı hızla hareketlendi ve yüzünü yüzüme denk getirdi. "Gerekiyorsa beraber gidelim. Ama beni, senin olmadığın bir şehirde bırakma. Üşüyorum."
Beni ısıtmaya acilen başlama ihtiyacı duymuşçasına kollarını kollarıma sardı ve bacaklarımın arasındaki bedenini yukarı doğru sürükleyerek kırık cam parçalarından oluşan ballarını seyrime sundu. Şimdi, soluğunun durağı dudaklarımdı.
"Hayatımın sonuna kadar kalbimle senin arandaki mesafe en fazla bu kadar olacak, sevgilim. Bedenim senin çevrende olamadığında hep bunu getir aklına. O an, nerede olursam olayım, seni aşkımla ısıtacağım." dedi ve sıcaklığını derhal sunmak üzere dudaklarıma sokuldu.
Onun yörüngesine kapıldığımda zaman; hem yaşamak istediklerime yetmeyecekmiş gibi hızlı, hem de beraber evrenin bir köşesine saklanıp kalmışızcasına yavaş akıyordu.
Ruhum bir gün yeniden dirilip başka bir hayat daha yaşayacak mıydı, bilmiyorum. Lakin o hayatın içerisinde bir yerde Ege'ye denk gelemeyeceksem şayet, tüm nefes hakkımı bu hayatımda kullanmak istiyorum. Çünkü benim hayatım o. Soluğu soluğuma karıştığı için ben varoluyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
49
General FictionHiçbir adamın zehirli tenine, tutkudan başını döndürecek kadar uzun dokunmamıştım bile... Ama şu an başı dönen bendim. Bir şarkının notalarını kusan parmakları kadınlığımın duvarlarına dokunduğunda, bataklığa dönmüş bahçemde toprağa bir tohum düşmüş...