4.BÖLÜM

962 67 27
                                    

"Nefretin söz konusu olduğu durumlarda kadınlar erkeklerden daha tehlikelidir."
-Friedrich Nietzsche

🩸🩸🩸

(00.38) 31 Mart Cuma

Bir saat önce Yağız'ın anlattıklarının gerçek olma ihtimalinin ağırlığını kaldıramamış, kolumdaki acıyı umursamadan bağırarak çekiştire çekiştire odadan çıkmasını sağlamıştım. Direnmemişti. Yalan olduğunu öğrendiğim bir dostluk olsa da beni tanıyordu. Asla konuşamayacağımı, kendimi toparlamadan ağzımdan tek kelime çıkmayacağını biliyordu. Biliyordu çünkü ben bir yıldır sadece ona anlatıyordum her şeyi.

Yalan bir dostluk demenin ağırlığını dünya üzerindeki hiçbir ağırlık birimi ifade edemezdi. Kalbimdeki acının mecazi olmaması cabasıydı.

Annemin hastalığını, üniversitede neden hukuk değil de moda tasarım okuduğumu, babam gittiğinden beri tek bir haber almadığımı, merak etsem de anneme soramadığımı.. Birini sevmekten ölesiye korktuğumu çünkü seversem gideceğinden emin olduğumu, aklımdan geçeni söylemezsem rahat edemediğimi, inat edersem de yolumdan asla dönmeyeceğimi..

Yağız tüm bunları çok iyi biliyordu. Bunları ve daha fazlasını. Belki de beni benden iyi tanıyordu. O yüzden bir şey demeden çıkmıştı. Muhtemelen de Cihangir Baysal'a 'sakinleşsin konuşurum' filan demişti.

Ne acıydı. Bir amaç uğruna yalandan da olsa bir yıl geçirdiği birine karşı hiçbir şey hissetmez miydi insan? Yardımıma koşarken, derdimi dinleyip dostum derken hiç değer vermemiş olabilir miydi?

Ya ben? Nasıl bu kadar yalan bir dostluğa inanabilmiştim?

İşin en acı yanıysa bir yıllık yalanın ağırlığı, babamla ilgili öğrendiklerimden sonra arka plana atılmıştı. Beterin beteri vardır dedikleri tam olarak böyle bir şeydi sanırım. Ama bunlar çok beterdi. Çok beterdi henüz ağırlığını ifade edemediğim yalan bir dostluktan, daha ağır diyebilmek bir geçmişe.

Annemi istiyordum. Annemin kanatlarının altına girip saatlerce ağlamak ve her şeyin nedenini sormak istiyordum. Anlatmasa da onun yanında olmak istiyordum. Yirmi üç yaşında olmam umurumda değildi. Küçücük bir çocuk gibi kucağında ağlamak istiyordum.

Berjerin üstünde dizlerimi kendime çekmiş duyduklarımı hâlâ daha sindirmeye çalışırken kapım bir kere tıklatılmış ve bekletilmeden açılmıştı.

"Müsait misin değil de ben geldim tıklatması mı bu?" dedim ters ters bakarken. Cihangir Baysal hiç düşünmeden yanıtlamıştı beni.

"Müsait olup olmamanı takacak birine mi benziyorum?"

"Konuşmak istemiyorum ama zorla konuşturacak birine benziyorsun."

Dudağı yana doğru kıvrılırken burnunu derin bir nefesle çekmiş ve yeniden aynı yerini almıştı. Tam karşıma oturdu. Bakışları beni bulduğunda ifadesizdi. İfadesiz olmakta fazla becerikliydi.

"Sormak istediğin yüzlerce şey var biliyorum. Sana bu şansı ilk ve son kez vereceğim Hazar. Merak ettiğin ne varsa sor. Sonra işimize bakalım. Günlerce seninle ve kafanda dönen boş meselelerle uğraşamam."

"Annemin yanına gitmek istiyorum."

"Annenin yanına gitmeyeceksin."

Beni annemle tehdit ederken tabi ki buna izin vermeyecekti. Ama şansımı denemekten zarar gelmezdi. Bir kere içimden geçmişti elbette dilimden dökülecekti. Bana net cevaplar vereceğinden emin olmuştum. Benziyorduk. Az konuşmak ikimizin de işine gelecekti.

Beyaz LotusHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin