14.BÖLÜM

653 55 15
                                    

"Önce oyunun kurallarını öğrenmelisin, sonra da herkesten iyi oynamayı."
- Albert Einstein

🩸🩸🩸

8 Nisan (08.03)

Her gece, içimdeki çocuğu gömdüğüm yerden çıkarıp, her sabah onu saklamaktan ölesiye yorulmuştum. Bunu babam gittiğinden beri her Allah'ın günü yapıyordum.

Uykuya dalmadan o çocuğa, mutluluğun belki bir gün mümkün olabileceğini söylüyor ve yine belki ikimizi de kandırıyordum.

O küçük çocuk benden daha hızlı inanıyor, ortalıkta koşturmaya başlıyordu. Ve ben sabah koşturduğu yollara, taşlar, dikenler serip, bir köşeye saklanmasını sağlıyordum.

Her gece, inandığım doğruları idam ediyor, her sabah ilerleyebilmek için ruhlarını yanıma dikiyordum.

Haksız mıydım yorulmakta?

Dinlenmek için bir durağım yokken, sızlanmam lüks mü sayılıyordu?

Hafta sonuna bu kadar erken bir saatte gözlerimi açmak şaşırtmıştı beni. Yeniden uyumayı denemiştim fakat çok gariptir ki başaramamıştım. Canımı sıkmıştı bu durum.

Annemin yastığına sinen kokusu, çok fazla içime çekersem bitecek gibi geliyordu. Her sabah uyandığımda yaptığım gibi idareli solumuştum.

Yerimde doğrulup gözlerimi karşımdaki duvara diktim. Sanki o an, dün gece yansımıştı o duvara. Videoyu izleyip ona sarıldıktan sonra ağzından tek bir kelime çıkmamıştı. Ben de ondan ayrılan bedenimi aynı sessizlikle odaya zar zor taşımıştım.

Arkamda tam olarak nasıl bir adam bıraktığımdan emin değildim. İnsanları tek bir hareketiyle analiz edebilen ben, hiçbir hareketinin anlamından kolay kolay emin olamadığım bir adamı kendime aşık etmeye çalışıyordum.

Kör talihime kaçıncı histerik gülüşümdü yüzümdeki?

Ellerimle gözlerimi ovuştururken odamın dışından gelen bir ses olup olmadığını kontrol ettim. Sessizliği birkaç saniye dinledikten sonra yataktan çıktım. Eğer şanslıysam kimsenin olmadığını varsaydığım bu evde, elimi yüzümü yıkayıp kendime güzel bir kahvaltı hazırlayabilirdim. Sonra da ağır ağır hazırlanır ve anneme verdiğim sözü en iyi şekilde tutabilmek adına atölyeye gidip deli gibi çalışırdım.

Hiçbir ses almasam da temkinli ve yavaş adımlarım merdivenlere, sonrasında da üst kata ulaşmıştı. Üst kattaki beş kapının hepsi kapalıydı. Hepsine tek tek baktıktan sonra aklımdan geçen bunlardan birinde kalmalıyım düşüncesine engel olamamıştım. Aşağıdaki oda biraz daha kalırsam beni boğacak gibiydi. Cihangir Baysal'ın annesine giden yol benden geçiyorsa artık o yola çiçekler sermeliydi.

Tekrar uykuya dalamasam da hâlâ uyuyormuşum hissiyatıyla banyo kapısını açtığımda, Cihangir'i belindeki havluyla aynanın karşısında bulmuş ani bir ayılma ve algı yetmezliğiyle çığlık atarak kapıyı gerisin geri kapatmıştım.

"Ö-özür dilerim!" diye sesimi duyurmaya çalışırken gözlerimi kapattığımı fark etmiş kaşlarımı çatmıştım. Çıplak görmediğime eminken bu telaşım niyeydi?

Kapı benden hemen sonra açıldığında Cihangir'le göz göze geldim. İçimdeki dürtü yeniden gözlerimi kapatmam için beni zorlasa da saçmalamayı bir kenara bırakmıştım. Utanma limitlerimi daha fazla sınıra çekmeyecektim.

"Günaydın." derken yüzünde yakaladığım çapkın gülümsemeyi hiç görmemiş olmayı diledim. Ben henüz cevap veremediğimde bana doğru bir adım atıp "Çıplak değilim Hazar." diyerek ellerini teslim olmuş gibi havaya kaldırmıştı.

Beyaz LotusHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin