"Rüzgarın nasıl estiği fark etmez. Farkı yaratan, yelkenlerinizi nasıl açtığınızdır."
- Vera Peiffer🩸🩸🩸
(19.14)
Siparişlerimizi verip beklemeye başlayalı birkaç dakika olmuştu. Mekana gelene kadar da, geldikten sonra da bir hareketlilik olmamıştı. Planın buradan çıkarken hayata geçeceği belliydi. Cihangir, abisiyle ilgili bir şey söylemeyince, yol boyunca da konuşmamıştık.
Boğazı gören bir restoranının iç tarafında oturuyorduk. Sanırım bugün ki kotası fazlasıyla dolduğundan üşümek istememişti. Deniz havası bu saatlerde üşütebilirdi. Karşımda titremeye başlaması ve bana o anı hatırlatmasıysa en son isteyeceğim şeydi.
Etrafta göz gezdirdikten sonra bakışlarımı ona çevirdim. "Ayakkabılar senin tercihin miydi?" diye sordum.
Beklemiyor olacaktı ki anlamak için birkaç saniye duraksadı. Hemen sonra gülümseyerek "Beğenmene sevindim." demiş, ukalalığına karşılık benim de gülümsememe sebep olmuştu.
"Bu haberlerden sonra, araştırılan birine dönüşmem değil mi?" diye sordum bu kez. Sorduğum sorunun cevabından ziyade dışarıdan bakıldığında nasıl bir çift olarak göründüğümüzü merak etmiştim bir an. Beni bu saçma düşünceden sıyıran alaylı bir tavırla konuşan Cihangir olmuştu.
"Ben ünlü bir sanatçı değilim Hazar, iş adamıyım. Paparazziler peşimden koşmuyor benim."
"Aslında asıl işini söylesen, çok koşarlar peşinden." diyerek güldüğümde, sinirlenmesini beklemiştim. Fakat o bana ayak uydurup gülmüş hatta ufak bir kahkaha atmıştı. Sanırım dışarıdan izleyenler varsa diye ikimizin ilişkisine iyi bir imaj çizmeye çalışıyordu. Çarptığım lafı yok sayarak ilk söylediklerime odaklanmıştı.
"Bu bilgi sadece birkaç gazetecinin ve bizim camianın dikkatini çeker. O yüzden bundan öncesi değil, sonrası önemli. Ben de seninle bunu konuşacaktım." diyerek ellerini masanın üzerine koymuş, bir elini tutmam için bana uzatmıştı.
Bu hareketine karşılık vücudumda büyük bir gerginlik hissetsem de yapmaya çalıştığı şeyi anlayarak diğer masalardaki insanlarda göz gezdirip bozuntuya vermedim ve elimi uzattım. Ellerimiz buluştuğunda gözlerim sanki bana ait değilmiş gibi bağımsızlığını ilan etmiş, dolmuştu.
Fark etmesini istemiyordum. Aklımdan geçenlere engel olamıyordum. Elimi kavrayan bu soğuk el, belki de her gün bir hayata son veren, korkunç bir adama aitti. Fakat hapsolduğum bakışlar küçük bir çocuğunkinden farksızdı.
Kurduğum bu oyun belki de beni bir çıkmaza sürükleyecekti. Elbisemin eteklerinde olan diğer elim yumruk haline geldi. Gerginliğim git gide artıyorken söylediklerine odaklanmaya çalıştım.
"Artık Moon Piece'de çalışamazsın. Yani satış temsilcisi ya da şef olarak. Ama istersen müdür ola-"
Sözünü "Asla." diyerek bölmüş tamamlamasına izin vermemiştim. Kaşlarını çatarak bana bakmaya devam etti. Elimin hâlâ elinde olmasıysa nefesimi zorluyordu.
"Dışarıdan bakıldığında, büyük patronu tavladı, sonra mağazasında kendini müdür yaptırdı gibi meselelerin bırak konuşulması, düşünülmesine bile izin vermem." dediğimde alaylı bir gülümseme belirmişti yüzünde. Masanın üzerinden hafifçe bana yaklaşırken kısık tonda konuştu.
"İçeride beni kendine aşık edip, arada kalmamı planlıyorsun. Meseleler daha küçük olunca mı sorun haline geliyor? İlginç."
"Sen şu an baya saçma-" diye öfkeyle başladığım cümlemi, siparişlerimizi getirdiğini gördüğüm garson bölmüştü. Eğer kendimi tutamasaydım tüm restoran şahane bir sinir krizine tanık olacaktı. Ellerimizi sonunda ayırmıştık.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Beyaz Lotus
Teen Fiction"Davette beni öpmek istediğini söylemiştin." Cesaretimi toplayıp söylediğim şey üzerine gözlerimin içine şaşkınlıkla baktı. "Ben o iddiayı kaybettim." diye mırıldandığında adımlarını da durdurmuştu. "Ben de isteğimi değiştirmiştim ama sen yine de ba...