"Bence insanların birbirini tanımaları için en iyi zaman ayrılmalarına yakın zamandır."
-Dostoyevski🩸🩸🩸
2 Mayıs (00.19)
Eylem ve Cihat Baysal'ın, yanıma gelip baş sağlığı diledikten sonra Vefa'yı alıp gitmelerinin üzerinden 2-3 saat geçmişti. İkisinin de samimiyeti hatta Eylem'in yanımda olduğunu fazlasıyla hissettirmesi iyi gelmişti. Fakat ısrarlarına rağmen yanımda kalmalarını istememiştim. Bahçede boşluğu izlemeye devam ettiğim saatler birbirini kovalarken Cihangir yanımdan hiç ayrılmamıştı.
Güçlü olacaktım, olmak zorundaydım ama bu kaybı karşılamak, buna direnmek sandığımdan daha ağır ve zordu. Yıllardır buna alışkın olduğumu sansam da, çabuk toparlanacağıma kendimi ikna etmeye çalışsam da alışılmışın dışında bir şeyin içinde olduğumu kabullenmem gerekiyordu. Bu defa öncekilerden farklı bir başa çıkma yöntemi bulmalıydım. Dibine kadar yaşamalı, hepsinden daha güçlü halde atlatmalıydım.
Başımı dışarıdan gelen sesle kaldırdığımda Yağız'ın düşük omuzlarıyla bize yaklaştığını gördüm. Gerçekten onun da benimle birlikte dibe düştüğünü biliyordum. Günlerdir bunu fazlasıyla hissettiriyordu. Tam o anda içime dolan güçlü isteğe kulak verdim. Yağız sesini çıkarmadan yanıma oturacakken uzun zamandır ilk kez konuştum.
"Bir şey isteyeceğim." dediğimde Yağız'dan çok Cihangir'in meraklı bakışları dikkatimi çekmişti. Heyecanla söyleyeceğim şeyi beklemeye başladılar. Benim için bir şey yapmanın bu kadar önemli olması neden bu kadar iyi hissettiriyordu?
İçimdeki yangını söndüremeyeceğimi bildiğimden o yangının bir parçası olmaya karar vermiştim. Ölmesini istesem, ölecekmiş gibi bakıyordu Yağız.
"Sarhoş olmak istiyorum." dediğim anda omuzları mümkünmüş gibi daha çok düşmüştü. Boğazımdaki yumru da sesime yansımış olacak ki karşımdaki iki adam kimsesiz bir çocukmuşum gibi hüzün ve merhamet dolu gözlerle bakıyorlardı bana. Fakat Yağız'ın bakışlarında daha büyük acılar vardı. Çünkü o, biliyordu. Hayatımın en acı gününü yaşadığımda içecektim ve o acıyı unutmak istiyorsam sarhoş olacaktım.
Yüzüme bir süre daha baktıktan sonra alnıma büyük bir şefkatle öpücük kondurmuş "Nasıl istersen." diyerek eve ilerlemişti. O içeriye girer girmez Cihangir ben de olan bakışları eşliğinde yerinden kalkıp yanıma oturmuştu.
"Sana iyi gelemiyoruz." dediğinde kendime çektiğim dizlerimi aşağıya bırakmış başımı ona çevirmiştim.
"Vefa bana çok iyi geldi. Teşekkür ederim. Ama-" deyip güçlükle yutkunmuş derin bir nefes almıştım. Cümlemi tamamlamam için bana alan açan sabırlı bakışlarına, burnumun sızısı ve dolan gözlerimle karşılık veriyordum. Sıktığım dişlerimi derin bir nefesle gevşetip titreyen sesimle tamamlayabildim.
"Ama içim cayır cayır yanıyor Cihangir." dediğim anda saatler önce kendime verdiğim sözü çiğnemiş, sessiz hıçkırıklara boğulmuştum.
Bu gece o sözü ertelemek zorundaydım. Bu gece güçlü olmayı bir kenara atmalıydım. Yangını söndüremiyorsam yangının bir parçası olmalıydım. Sonra sönerdim. Sönerdim ve belki de küllerimden doğardım. Başka türlü baş edemeyeceğimi biliyordum.
Cihangir bana sarılmak için yeltendiğinde tamamen önüme dönmüş başımı gökyüzüne çevirmiştim. Tıpkı onun her huzur aradığında yaptığı gibi. Gözyaşlarım yanaklarımı ıslatıyor, ılık rüzgar tenimi okşuyordu. İçime dolan ürpertileri yok sayıyordum. Saniyeler içinde Yağız elinde birkaç şişeyle yanımıza geldiğinde bardakları siktir ettiğini anlamam yüzüme ufak bir gülümseme yayılmasına sebep olmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Beyaz Lotus
Teen Fiction"Davette beni öpmek istediğini söylemiştin." Cesaretimi toplayıp söylediğim şey üzerine gözlerimin içine şaşkınlıkla baktı. "Ben o iddiayı kaybettim." diye mırıldandığında adımlarını da durdurmuştu. "Ben de isteğimi değiştirmiştim ama sen yine de ba...