"Gerçeğin mayası gözle görülmez."
-Antoine De Saint-Exupéry🩸🩸🩸
30 Mart (22.03)
Gözlerimi açmadan bilincimi toparladığımda, burnuma sandal ağacıyla bütünleşen o koku dolmuştu. Evimde değildim. Burası bir hastane odası değildi. Karakolda da değildik. Fazla sessizdi. Yanı başımda sessizce oturan adamın uyanmamı beklediğini fark etmiştim.
Kolum sızlıyordu. Kolum baya sızlıyordu. Ama şu an bunu mu düşünmeliydim? Gözlerimi kapatmadan önce yaşadığım hangi olaya, kafamda dönen hangi soruya cevap aramalıydım bilemiyordum. Belki de gözlerimi hiç açmamam gerekiyordu. Saat kaçtı?
"Sonunda uyandın." dedi Cihangir Baysal. Sesinin sert tonu dışında başka bir tonu varsa o da çok bilmiş tonuydu. Uyandığımı nefes düzenimden anlamış olmalıydı.
Çenem gerilirken derin bir nefesle gözlerimi açtım. Küçük bir odadaydık. Oda da pencere yoktu. Duvarlar siyaha yakındı. Üzerinde yattığım gri düz çarşaflı yatak, karşımdaki duvarın köşesinde yanan ahşap abajur, hemen yanındaki küçük giysi dolabı ve solumda kalan onun oturduğu siyah beyaz ekoseli berjer dışında da bir şey yoktu.
Etrafta gezdirdiğim gözlerimi koluma çevirdikten sonra olduğum yerde doğrulmuş ve Cihangir Baysal'a dönmüştüm. "Neredeyim?"
"Evimde."
"Sebep?"
Derin bir nefes almıştı. Vereceği cevabı mı toparlıyordu? Hiç sanmıyordum. Cevap verirken çok düşünmesi gereken biri değildi anladığım kadarıyla. O sırada kafamda biriken ve öncelik sırasına koyamadığım sorulardan birini seçmiştim. Gözlerim tam olarak kapanmadan, kesin olarak babamdan geldiğini anladığım mektuba uzanmadan önce, başucuma gelen Yağız'dı.
"Yağız nerede?"
"Baban nerede?"
Soruma karşılık sorduğu soruyla kaşlarımı çatmıştım.
"Babam mı nerede?" diye afallayarak karşılık verdiğimde sıkıldığını anlamıştım. Aptal gibi karşılık vermem canını sıkmıştı ama yaşadıklarım normal olarak beni aptallaştırmıştı. Neler oluyordu açıklayabilir miydi artık?
"Fatih Işık nerede?"
Sesi buz gibi, ifadesi netti. Bu kadar alçak tonda konuşurken sağır edecek kadar yüksekmiş gibi duyulmasını nasıl sağlıyordu?
İçimde bir yerde saklanmış sönmüş bir volkanın küllerini canlandırmıştı sanki, sert tavrıyla sorduğu soru. "Cehennemin dibindedir!" diye bağırdım birden. Bu ismi birinin ağzından duymayalı yıllar olmuştu. Bakışlarım ilk kez onu bulduğunda elindeki zarfı salladığını yeni fark etmiştim. Mektup zarfı? Üzerinde Fatih Işık'ın çizdiği lotus olan zarf.
"Cehennemin dibini bana tarif etmek zorundasın Hazar."
Cümlesini garip bir tonlamayla adımla bitirdiğinde zarfı bana doğru fırlatmıştı. Dizlerimin tam üstüne düşen zarf bilmem kaç ton ağırlıktaymış gibi üzerime çökmüştü. Soluklarımı yavaşlatmıştı, hatta belki açıp okuduğumda nefesimi kesecekti.
Cevabını öğreneceğim meçhul sorular beklemek zorundaydı. Çenesi kasılmış ve çatık kaşları üzerime sabitlenmiş Cihangir Baysal, muhtemelen defalarca kez okuduğu mektubu bir de benim okumamı bekliyordu.
Ellerim titrerken, üstü yırtılarak açılmış zarftan mektup sayfasını çıkardım.
Kalbim, bizi terk edip giden adamın yazdığı birkaç satır yüzünden sıkıştığın için seni affetmeyeceğim!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Beyaz Lotus
Teen Fiction"Davette beni öpmek istediğini söylemiştin." Cesaretimi toplayıp söylediğim şey üzerine gözlerimin içine şaşkınlıkla baktı. "Ben o iddiayı kaybettim." diye mırıldandığında adımlarını da durdurmuştu. "Ben de isteğimi değiştirmiştim ama sen yine de ba...