"Başkalarında tutuşturmak istediğin, kendinde alev almış olmalıdır."
-Augustinus🩸🩸🩸
6 Nisan (11.12)
Saat 10.00'daki vizeme girmemle çıkmam bir olmuş kimseyle tek kelime konuşmadan Yağız'la eve dönmüştüm. Giderken de döndüğümde de Cihangir Baysal'ı evde görmemiştim. Sanki bir anlığına karşıma çıksa kendimi öldürtmek pahasına boğazına yapışacakmış gibi hissediyordum. Yağız belli ki olanlardan haberdardı ve ben delirmeyeyim diye hiç konuşmamıştı.
Eve girer girmez üzerimdekileri değişmiş, gün geçtikçe ısınan havanın güzelliğine kendimi kaptırmak adına oversize bir tişört ve mini taytımı giymiştim. Hafif bir serinlik olsa da vücudumun ısısı her şeyi kontrol altında tutuyordu. Kolay kolay üşümemek güzeldi.
Dün Cihat Baysal ve ailesi geldiği için ertelenen işimi halletmiş, giyinme odasında olan makineye eşyalarımı yıkanması için atmıştım. Sonra salona geçip koltuklardan birine yayıldım. Evin içinde Cihangir'in takım elbiseli suratsız adamlarından birinin olmaması biraz olsun rahatlamamı sağlıyordu. Yağız ve Görkem'den başka adamını evin içinde görmemiştim. Aklımda annem ve nasıl olduğunun merakı dolanırken, gözlerim de salonda geziniyordu.
Köşe berjerin yanındaki sehpada oyuncak bir araba gördüğümde bakışlarım ona takıldı. Yağız, Cihat Baysal'ın ailesinden bahsetmişti. Onun çocuğunun olabilir miydi bu oyuncak? Tabi ki öyleydi.
Ayağa kalkıp oyuncağı almaya gittim. Küçük bir kamyonetti. Bir an hayal dünyam beni esir almıştı. Baysallar silah ticaretine küçük yaşta eğitmenlik yapıyorlardı belki de. Sevkiyat yapan bir kamyonetin minyatürüydü elimdeki. Asabım iyice bozulmuş bu düşüncem üstüne kendi kendime gülmeye başlamıştım. O sırada arkamdan biri yaklaşmıştı. Burnuma dolan parfüm kokusunu tanımam çok uzun sürmedi.
"Nasılsın?" diye sorduğunda yüzüne dönmüş fakat bir şey söylememiştim. Bakışlarımın da ifademin de en az onunki kadar donuk olduğuna emindim. Gözlerini kaçıracağı bir mahcubiyet hissetmediğinden dimdik duruyor ve her zamanki gibi karşılık veriyordu bana.
İçimde dolup taşan bir öfke olsa da sesimi çıkarmamak için zorluyordum kendimi. Biraz da onu tartmak istiyordum. Bu kadar ifadesiz birine karşı aynı ifadesizlikle mi karşılık vermeliydim yoksa haddinden fazla mı gürültülü olmalıydım kestirmeye çalışıyordum.
Gözlerim elimdeki oyuncağa düştüğünde onun da bakışları beni izlemiş olacak ki "Vefa'nın." demişti. Açıklamak zorundaymış gibi "Yeğenim." diye tamamladı.
Yeğeninin kaç yaşında olduğunu, Cihat Baysal'ın çocuğuna nasıl davrandığını, eşinin bu bataklığa rağmen mi yanında kaldığını.. İç dünyamda bunların hepsini çok kısa bir an sorgulasam da gözlerine öfkeyle baktığım Cihangir Baysal'a tek kelime etmeden oyuncağı aldığım yere bıraktım. Sonra da odama gitmek için hareketlendim.
Her yanından geçişimde yapmayı alışkanlık haline getirdiği gibi kolumdan yakalamış, ondan uzaklaşmak için çırpınan adımlarımı durdurmuştu. Cevap vermediğim için hesap soracak hali yoktu. Trip attığımı da düşünüyor olamazdı. Özür mü dileyecekti dün için? Annemle mi konuşacaktım yoksa?
"Bir gelişme var mı?" diye sordu canımı daha çok yakmak istiyormuş gibi. Sinirden sıktığım dişlerimi kırmak üzereydim. Cihangir Baysal'ın da, Yağız'ın da, onların kirli dünyasındaki herhangi birinin de kalbi olmadığına yemin edebilirdim.
Kalbi olan hangi insan, defaatle yakıp yıkardı karşısındakini? Kalbi olan hangi insan, karşısındakinin kalbini her seferinde söküp alabilirdi hiç düşünmeden?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Beyaz Lotus
Novela Juvenil"Davette beni öpmek istediğini söylemiştin." Cesaretimi toplayıp söylediğim şey üzerine gözlerimin içine şaşkınlıkla baktı. "Ben o iddiayı kaybettim." diye mırıldandığında adımlarını da durdurmuştu. "Ben de isteğimi değiştirmiştim ama sen yine de ba...