"Nereye gittiğimiz, neler bildiğimize bağlıdır. Neler bildiğimiz de nereye gittiğimize.."
-Tess Gerritsen🩸🩸🩸
31 Mart (17.48)
"Şebboyu neden elediğimizi sormadın." dedim sessizliği bozmak adına. Bandajımı sarıp üzerimi değiştirdikten sonra çıktığımız yolun sekizinci dakikasındaydık.
"Bilmecenin patronu sensin Hazar." diye kısaca yanıtlamıştı beni. Zeki olduğumu bildiğinden sorgulamaya gerek duymamıştı ve bu benim egomu fazlasıyla okşamıştı. Ama bunu anlamasına gerek yoktu. O yüzden göz devirip yeniden yola döndüm. Bir süre daha sessizce ilerleyen yolculuğumuzun büyüsünü gördüğüm şeyle yine ben bozmuştum.
"Şurada durabilir miyiz?"
İşaret ettiğim çiçekçiye anlık bir bakış attıktan sonra cevap vermeden arabayı çiçekçinin önüne çekmişti. Özel bir şoförle gitmiyor olmak garip gelse de içimdeki heyecan tüm saçma düşüncelerimden sıyırıyordu beni. Annemi çok özlemiştim. İki gün ayrı kalmamız, fazlasıyla ağır ve çekilmezdi.
Emniyet kemerimi çözerken aklıma gelen şeyle hayatım boyunca yapmadığım bir şey yapmak zorunda kalmıştım. Üstelik her seferinde öfkeyle yüzüne baktığım bu adama karşı.
"Bana borç verir misin?"
"Ne?" diye karşılık verdiğinde inanmadığından değil gerçekten anlamadığından kaşlarını çattığını fark etmiştim. Bu dudaklarımı ısırmama sebep olmuştu çünkü ikinci kez bunu söyleyecek olmak beni biraz zorlayacaktı. Telaşla gereksiz bir savunmaya geçip tüm kozlarımı dökerek ricamı tekrarlamıştım.
"Yaralı yaralı kaçırdınız ya beni. Çantam, cüzdanım. Nerede ne var bilmiyorum. O yüzden borç ver işte. Ya da maaşımdan kestir ne bileyim."
Yüzüme doğrudan bakan gözleri kısılmış, çatık kaşları gevşemişti. Yanlış görmüyorsam dudağının kenarı yukarı kıvrılmış hatta abartmıyorsam da gülmemek için kendini sıkıyordu. Bu defa ben kaşlarımı çatmıştım sessiz bakışlarından rahatsız olarak. Hemen sonra hızlı derin bir nefes alıp, görmeye kısacık sürede alıştığım hareketini yapmış, işaret parmağının yan tarafını burnunun ucuna sürtmüştü. Saniyeler içinde arabadan indiğinde yanımda durdu.
"Ne alayım?" diye sorduğunda ne münasebet der gibi bir bakış atmıştım. Anneme sevdiği çiçekleri tabi ki özenle ben seçip alacaktım.
"Hazar, ekmek almaya yollar gibi para verip çiçekçiye yollamayacağım seni." diye gayet ciddi kurduğu bu cümleye karşı kendimi tutamayarak kıkırdamıştım. Bu nadiren yaptığım bir şey olduğundan kendime şaşırmış hemen toparlanmıştım ama içimde beni daha da gülmem için zorlayan dürtüye engel olmak çok zordu. Bu bugün iki etmişti Hazar Erdem!
Yanağımı ısırıp gülmeyeceğime ikna olduğumda "Tamam zorlamayalım çiçekçiye iki kişi de girilebiliyor." demiş yürümeye başlamıştım. Bir şey demeden adımlarıma eşlik etmişti o da. "Kurşun murşun yağmaz değil mi başımıza? Çelik yelek de vermediniz bana." diyerek aklımdan geçenleri bekletmediğimde sessizliğini korumayı başarmıştı. Bense kendi kendime söylediğim şeye gülümsemiştim.
İçeri girdiğimizde bizi orta yaşlarda bir adam "Hoş geldiniz." diyerek karşılamıştı. Ben az önce takındığım gülümsememle başımı sallamış direkt çiçeklere dalmıştım. Cihangir Baysal'ı bilemiyordum. Muhtemelen donuk bakışlarıyla adamı hayattan soğutmuştu.
İçerideki yapay çiçek kokusunu umursamamaya çalışarak adımlarımı ilerlettim. Orkidelerin önünde durduğumda gülümsedim. Annem bir defilesinde çok çalışmıştı orkideye. Sonunda çok iyi bir iş çıkarmıştı. Gülümsemem büyüdü. Sonrasında gözüm her çiçekçide rastlanmayan şakayıklara kaydı. "İnanmıyorum nadirdir şakayık satan yerler." dediğimde orta yaşlı adam gülümseyerek yanıma geldi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Beyaz Lotus
Teen Fiction"Davette beni öpmek istediğini söylemiştin." Cesaretimi toplayıp söylediğim şey üzerine gözlerimin içine şaşkınlıkla baktı. "Ben o iddiayı kaybettim." diye mırıldandığında adımlarını da durdurmuştu. "Ben de isteğimi değiştirmiştim ama sen yine de ba...