16.BÖLÜM

651 61 11
                                    

"İki yakın dosttan biri her zaman öbürünün kölesidir."
-Mihail Lermontov

🩸🩸🩸

Gözlerimin, kulaklarımın hatta her şeyden önce karşımda gördüğümün adamın beni yanıltıyor olması gerekiyordu. Gerçekten yıllar sonra, babam bana onu mu yollamıştı?

Ne diyeceğimi bilemez halde net olarak seçemediğim yüzüne öylece bakıyordum. Sessizliğime saygı duyduğundan mı sesi çıkmıyordu yoksa beş yıl onda hiçbir şey değiştirmemiş miydi bilmiyordum.

"Berat?" diye sorgularken sesimin çıkıp çıkmadığından bile emin olamamıştım. Bedenimi taşımak çok zor geliyordu.

"Benim." dedi o da en az benim kadar sessiz bir tonda. Kafamın içi karıncalanırken soracak söyleyecek şeyleri sıraya koymak çok zordu.

"Beni ona mı götüreceksin?" diye sordum tüm sırayı da söylenecekleri de siktir ederek.

"Bilmeceyi hala çözemedin mi?" dediğinde kaşlarım çatılmıştı. Her şeye yine hakim olduğu kesindi ama bilmeceyi sorgulaması onun da babamın yerini bilmediği gerçeğine çıkıyordu.

"Beni ona götürmeye gelmedin mi? Yerini bilmiyor musun?" diye sordum beklemeden.

"Seni almaya geldim Hazar. Beraber babana gidebilmek için." dediğinde bu konuşmanın bir sarmala dönüşmemesi için kafamı toparlamaya çalıştım. Birkaç adım ondan uzaklaşarak düşünmeye çalıştığımda ben sormadan açıklama yapmayı tercih etmişti.

"Bana ulaştı, yerini senin bildiğini ve seni ona götürmemi istedi. Ben de durum bu."

Onun söylediklerinin üzerine ne yapmam gerektiğine hala karar verememiştim. Babamın gönderdiği mektupta yazanlardan çok daha fazlasını bildiğimi söylemeli miydim yoksa yalnızca mektubu umursamadan hayatıma devam ettiğime mi inandırmalıydım?

"Her şeyi öğrendin değil mi?" diye sordu birden. Arkam ona dönükken elim alnıma ulaşmıştı. Oyunun gittikçe büyüdüğünü fark ettiğimde hamlelerimi doğru yapmak zorunda olduğumu da anlamıştım. Fakat ne acıdır ki benim için en doğrusunun ne olduğuna asla karar veremiyordum. Sırtımı yaslayacağım güveneceğim tek bir kişi bile yoktu. Kime inanacak, kiminle hareket edecektim?

Benden neden bu kadar çok şey alınmıştı?

"Neyi öğrenmem gerekiyordu?" deyip karşısına geçtim yeniden. Yüzüne yayılan alaycı gülümsemeyi görmem zor olmamıştı.

"Yapma Hazar. Cihangir Baysal'la sevgili olmanız tesadüf mü?"

"O ne demek? Cihangir'le ne alakası var Berat?" diye ses tonumu yükselterek sorduğumda kaşları çatılmıştı. Yüzümü, ifademi inceliyordu. İçten içe kendini ikna etmeye çalışıyordu. Berat'ın ne kadar zeki olduğunu iyi biliyordum ama söz konusu insan okumak, birine inanıp inanmamak olduğunda benimle yarışamayacağından da adım kadar emindim. Zeka bazı konularda fazlasıyla göreceli olabiliyordu. Duygusal zeka bu oyunda çok büyük bir kozdu.

"Yarın mimarlık fakültesindeki bilgisayar sınıfına gel. Saat 10'da." demişti birdenbire. Bir adım geri gittiğinde elim koluna ulaştı. Bunu söyleyip kaçıp gidemezdi.

"Berat ne oluyor? Nereye?" diyerek onu durdurmaya ve olan biteni anlamaya çalıştığımda yüzüme birkaç saniye bakıp benim geldiğim merdivenlerin aksi yönüne ilerlemişti. İkinci bir çıkış kapısına ulaştığında "Mutlaka gel." demiş ve arkasına bile bakmadan hızlıca gitmişti.

Olduğum yerde kıpırdamadan gidişini izlerken ne kadar gerildiğimi ve nefesimi tuttuğumu yeni fark etmiştim. Gözlerimi kapatıp ellerimi ağrısı git gide artan başımda gezdirdim. Saatlerce uyusam ya da saatlerce bir boşluğa dalıp gitsem biraz olsun durur muydu kafamın içinde dönenler?

Beyaz LotusHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin