Gözlerimi açtığımda günün ilk ışıkları kulübenin camından içeri giriyordu. Bütün gece başımı arkamdaki duvara yaslayıp uyumak zorunda kaldığım için boynum felaket şekilde tutulmuştu. Elimle boynumu ovalarken gözlerim odanın içinde dolaştı. Ta ki hemen yanımda bir nefes hissedene kadar.
Yanıma baktığımda siyahlar içindeki beni kaçıran adamı görmeyi beklemediğimden şaşırdım. Aynı benim gibi sırtını duvara yaslamış, başı omzuna doğru düşmüş fakat yüzü bana dönük, kollarını göğsünde kavuşturmuş şekilde uyuyordu. Kaçmamam için içeride benimle kaldığında hemen yanımda uyuyacağını düşünmemiştim.
Aramızdaki iki karışlık mesafeyi biraz azaltarak yüzümü yüzüne yaklaştırdım ve gece dikkatli bakmaya çekindiğim bıçak yarasına baktım. Yüzündeki belirgin ize rağmen ne kadar da yakışıklı olduğunu fark ettim. Burnu keskin bir şekilde dümdüz iniyordu. Kaşları kalın, dudakları dolgun, saçları omuzlarında... O iz bile onun erkeksi güzelliğini bozamamıştı. Sadece daha bir ciddiyet katmıştı yüzüne.
Burnuma ondan tanıdık bir koku geldiğinde kaşlarımı çatarak daha da yaklaştım. Sandal ağacı... Reyhan... Hayır hayır, adaçayı kokuyordu. Buram buram hem de. Fakat bu tanıdık kokunun bana nereden tanıdık geldiğini hatırlayamıyordum. Burnumu boynuna doğru daha çok yaklaştırdım.
''Beni koklayarak ne yapmaya çalışıyorsun?''
Duyduğum uyku mahmuru sesle irkilip geri çekildiğimde istifini bozmadan, sadece gözlerini açıp boynunu dikleştirerek bana dümdüz bakıyor olduğunu gördüm.
Sen rezil bir insansın Beatrice. Seni kaçıran haydutu neden kokladığını nasıl açıklayacaksın şimdi?
Boğazımı temizledim. ''Yüzündeki ize bakıyordum.''
Harika! Adamın suyuna gitmen gerekirken onu kendine düşman edeceksin.
Haydutun çenesini sıktığını gördüm. Öyle ki çene kemikleri keskin olduğu için çenesini sıktığında yanakları içeri göçmüştü. Hızla ayaklanıp bana arkasını döndü. Kulübeden çıkacağını anlayıp ardından bende ayaklandım.
''Özür dilerim. Amacım seni kırmak değildi.''
Ayakları adım atmayı kestiğinde heybetli gövdesini inceledim. Önüne geçerek gözlerine baktım. O ise başını eğmiş bana ifadesizce bakıyordu. Ne kadar ifadesiz de olsa gözlerinin ardındaki huzursuzluğu görebiliyordum.
''Belki yüzümde yok lakin vücudumda onlarca seninkine benzeyen bıçak yaraları var. Duymuşsundur: Daha bir ay önce halk tarafından yine saldırıya uğrayıp okla yaralandım. Karnımda da kocaman bir hançer izi var. Yani demem o ki, sana kendini kötü hissettirmek istemedim.''
Kaşlarını sertçe çattığında her şeyi daha çok batırdığımı düşünmüştüm ki sözleriyle beni şaşırttı. Söylediğim onca şeye bu şekilde karşılık vereceğini düşünmemiştim. "Kraliçe ve Prens Richard mı neden oldu bütün o yaralanmalarına?''
Gerildim. İsimlerini duymak bile beni tedirgin ediyordu. "Herkes gibi sende onların tarafındaysan bir şey diyemem. Ama evet, halkı örgütleyip üstüme salan onlardı. Bir süre sonra halk o kadar sık saldırmaya başladı ki bana, kraliçe onları isyana teşvik etmediği zamanlarda bile bunu görevleri sanmaya başlayıp üstüme geldiler.''
Gözlerimi kaçırarak duvara baktım. Artık bu sözcükleri dudaklarımdan dökmek böyle zor olmamalıydı. Alışmış olmam gerekirdi. Ne kadar onlara karşı dik dursam da, savaşsam da, güçlü gözüksem de içimde bir yerlerde hep hezimete uğruyordum.
''Artık resmi olarak prensessin. Onlara karşı koyabilecek güce de sahip olduğun belli. Kendini savunmayı biliyor gibisin." Ona bakmam için bakışlarımı çevirdiğim duvarın önüne geçti. "Halk sadece güdülmeyi bekleyen bir koyun sürüsü. Kraliçe sürgünde, sen ise buradasın. Halka itaat etmeleri gereken kraliyet üyesinin sen olduğunu göstermelisin.''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GAYRİMEŞRU PRENSES
Historical FictionGayrimeşru bir prensesten kraliçeliğe gidilen meşakkatli bir yol... En büyük varisi ölen kral, kızını öldürmeye çalışan küçük oğlunu sürgün ediyor, eşi kraliçenin ise bütün haklarını elinden alıyor. Yıllarca halktan ağıza alınmayacak sözler işiten p...