Gelecek
Ağır demir kapı gıcırdayarak açıldığında önemsemeden ufak pencerenin parmaklıkları arasından dışarı bakmaya devam ettim. Şu topraklar, koskoca şehir ve görkemli saray... Buradan ne kadar da küçük gözüküyordu. Her şey eski bir hayaldi şimdi.
''Akşam yemeği.''
Borazan sesli nöbetçinin metal kabı oturduğum tahta sedirin önüne sert bir şekilde koymasıyla gözlerimi yumdum. Tanrı'm, çok zor.
''Prensin emri var, yemek yemek zorundasın.''
Onu her zamanki gibi cevapsız bıraktığımda sinirlendi ve omzumu dürttü.
"Sana diyorum... Ölmeye iznin yok! Gittikçe zayıfladın sonra cezasını bizler çekeceğiz. Şunları bitir.''
Sertçe dürttüğü kolumdaki acıyı bile hissedemeyecek kadar uzaktım artık dünyadan. Nöbetçi söylene söylene odadan çıkıp kapıyı gürültüyle kapattığında kendi kendime gülümsedim. Belki de ölüm kurtuluşum olurdu.
🏹🏹🏹
''Ne zaman beni tanıyabileceğini merak ediyordum.''
Sesi şimdi kaba adamın kalın sesi gibi gelmiyordu kulağıma. Kaşlarımı çatarak onu omzundan itekledim fakat pek de hareket etmedi yerinden.
''Çıldırdın mı sen? İki gündür seni tanımamı bekleyeceğine ve bana yalanlar söyleyeceğine kimliğini açıklasaydın ya! Gerçekten kaçırıldığımı sandım!''
Gözlerinde muzip kırıntılar gördüm. Ardından kocaman kahkaha attı. "Haydut olduğumu söylediğimde yüzündeki ifadeyi görmeni isterdim.''
Elinden hızla kemanını alıp yere attığımda kahkahası kesildi. "Sen benimle oyun mu oynuyorsun? Bu aptallık da neyin nesi? İki gündür gereksiz yere beni burada tuttuğun yetmezmiş gibi babam yakında beni bulacaktır. Sana anlattıklarım, yaptığım onca plan... Hepsi boşunaymış.'' Kaşlarını çatıp tuşesinden kırılmış kemanına baktı. ''Sana güvenerek büyük bir hata yaptım. Getirdiğin mektuplar sahteydi. Bana oyun oynadın!''
Büyük bir öfke patlaması yaşıyordum. Kandırılmıştım. Bu nasıl olurdu?
''Sana getirdiğim mektuplar sahte değildi. Ağabeyinin henüz seninle görüşmeyi kabul etmeyeceğini bilmeme rağmen yaptığın plana uyup seni kaçırdım ve iki gündür ondan haber bekliyorum. Eğer seni kandırıyor olsaydım kuşağının içinde sakladığına emin olduğum mührü oldukça kolay bir şekilde senden alırdım.''
Ellerim başıma gitti. Hırsla saçlarımı çekiştirdim. "Diyelim ki söylediklerin doğru... Bu beni iki gündür kandırmanın nedenini açıklamıyor. Neden başka biriymiş gibi davranma gereği duydun? Neden?''
Kemanı ayağıyla yana iterek üstüme sert bir adım attı ve gözlerimin içine benimkine yakın bir sinirle baktı. "Çünkü beni gözlerimden tanıman gerekiyordu, sana baloda da söylemiştim.'' Ellerimi saçlarımdan çektim. "Sırf sadece gözlerime baktığında kim olduğumu anla diye sesimi kalınlaştırdım, yanında uyudum ve sürekli gözlerinin içine baktım. Seninse yüzümde ilgilendiğin tek nokta derin bıçak iziydi.''
Söylediklerinde haksız değildi. Onu rencide edecek şekilde istemeden de olsa gözüm sürekli yüzündeki izdeydi. Fakat bu onca saçmalığı açıklamıyordu.
''Ne yapmamı bekliyordun? Beni kaçırdığın ilk gün haydutçuluk oynamana rağmen sana senden bahsettim. Sense yalan söyledin bana. Yüzündeki ize olan dikkatimden dolayı da özür diledim, açıklamalar yaptım. Kendi yaralarımı anlattım sana sırf kendini kötü hissetme diye. Üstelik bunu sen olduğunu bilerek değil, beni kaçıran bir haydut olduğunu düşünerek yaptım.'' Gözlerim sinirden dolmuştu lakin elbette yaş dökecek değildim. "Ağabeyimin mühür için bile olsa beni görmek istemediğini düşünerek ne kadar hayal kırıklığına uğradığımı ve o gün sen geç kaldığın için başkalarınca kaçırıldığımı anladığında beni bulmanı ne kadar ümit ettiğimi tahmin edebiliyor musun?'' Alayla güldüm. ''Elbette edemezsin! Çünkü seni tanımamış olmam veya yüzündeki ize bakmam daha önemliydi.''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GAYRİMEŞRU PRENSES
Historical FictionGayrimeşru bir prensesten kraliçeliğe gidilen meşakkatli bir yol... En büyük varisi ölen kral, kızını öldürmeye çalışan küçük oğlunu sürgün ediyor, eşi kraliçenin ise bütün haklarını elinden alıyor. Yıllarca halktan ağıza alınmayacak sözler işiten p...