Kalbim deli gibi atıyordu. Hayır, henüz ölmeye hazır değildim. Ölmek istemiyordum. Hem de cani halk tarafından acımasızca...
Bu gerçek olamazdı.
Percival pencereyi açarak kalenin surlarına doğru bağırdı. "Muhafızlar! Hazır olun!''
Açık kapımın önüne birkaç eli kılıçlı muhafız koşarak geldiğinde Percy onlara emirler veriyordu. "Kadınlar ve eli kılıç tutmayan erkekler, herkes mahzenlere insin. Şövalyeleri buraya çağırın. Prensesi koruyacaklar. Acele edin!''
İki muhafız içeri girmeden kapının önünde dururken Percy bana baktı. Normalde oldukça canlı olan yeşil gözleri koyulaşmaya başlamıştı. Kaşları çatık bir halde burnundan soluyordu.
''Prensesim!''
''Maira!'' Muhafızlar onun geçmesine izin vermezlerken kapıya doğru koştum. ''Bırakın, o benim nedimem!''
Percival benden hızlı davranıp önüme geçti ve çıkmama müsaade etmedi. "Mahzene inmelisiniz. Hem de hemen.''
Başımın dönmesi normal miydi? Kulaklarım uğulduyor, gözlerim kapanmak için direniyordu. Sanki uyusam her şey düzelecek gibiydi.
Başımı iki yana salladım. "Kaçamam. Maira'yı mahzene gönder. Halk beni istiyor, masumları değil.''
Percy oldukça sinirli bir şekilde bana baksa da itiraz etmedi. ''Kızı götürün,'' diyerek muhafızlara emir verdi.
''Prensesim! Sizi bırakamam!''
Maira titreyen sesiyle çığlık çığlığa bana seslense de Percival önümü kapattığı için onu göremiyordum. Seslerden anlaşıldığına göre muhafızlar onu zorla mahzenlere götürüyordu.
''Şimdi sıra sizde,'' diyerek kolumu tuttuğunda zaten gergin olduğum için onu bütün gücümle ittim.
''Bırak beni!''
Odamın kapısını kapatarak yanıma geldi ve beni nazikçe iterek pencere önüne getirdi. Ben şu an ne kadar olayları algılayamıyorsam o tam tersi her şeyi çözmüş gibiydi.
Öyle öfkeliydi ki, ona karşı gelmem durumunda beni kendi elleriyle halkın önüne atmasından korkuyordum. Her şey buraya kadardı. Percival'a güvendiğimi düşünmüştüm. Ama hayır, ona güvenememişim. Çünkü ona güveniyor olsam beni teslim etmesinden korkmazdım.
''Gelenleri görmüyor musunuz? Kaçıp saklanmak zorundasınız.'' Başımı iki yana salladığımda bana güven vermek istercesine omzuma dokundu. ''Sizi koruyacağım. Canım pahasına söz veriyorum. Lütfen siz de kendinizi koruyun.''
İşte şimdi kendime gelmiştim. Yıllarca küçük, korkak, aciz bir kız gibi halk tarafından defalarca kez saldırıya maruz kalmıştım. Şimdi ise ben onların prensesleriydim. Kraliyet soyundan geliyordum. Tahta en yakın varistim. Beni hâlâ çaresiz köylü kızı sanıyorlarsa onları beni yakmak istedikleri ateşin dumanıyla boğacaktım.
Hızla Percival'ın elinden kılıcını alarak kapıya doğru büyük adımlar atmaya başladım.
''Prenses!''
Öfkeyle ona dönüp kılıcımı tehditkarca savurdum ve bağırdım. ''Bana prenses demekten vazgeç Percival! Gördüğün gibi senin dışında kimse beni prenses olarak görmüyor. Onlarla savaşacağım. Hiç değilse onurumla öleceğim.''
Ona arkamı dönüp kapıyı açtığım gibi kapıdaki üç şövalyeyle iki muhafız peşime takıldı. Percival ardımdan gelip onlara emir veriyordu.
"Şövalyeler, siz önden giderek prensese güvenlik koridoru sağlayın. Muhafızlar, arkada kalın.''
Herkes emri yerine getirirken merdivenlerden inmeye başladım. Percival muhafızdan kendi için kılıç almıştı. Kısık sesle bana hitaben konuştu. "Beatrice.''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GAYRİMEŞRU PRENSES
Historical FictionGayrimeşru bir prensesten kraliçeliğe gidilen meşakkatli bir yol... En büyük varisi ölen kral, kızını öldürmeye çalışan küçük oğlunu sürgün ediyor, eşi kraliçenin ise bütün haklarını elinden alıyor. Yıllarca halktan ağıza alınmayacak sözler işiten p...