"Senin görevin krala ve prensese gelen her yemeği önceden tatmak değil mi? Sen nasıl hayattasın?"
Aldous'un öfkeli sesiyle gözlerimi yumup elimi alnıma götürdüm ve başım ağrıdığından ovuşturmaya başladım.
"Yemin ederim bütün yemeklerin tadına baktım efendim. Tanrı şahidim ki baktım."
Sert adım seslerinin ardından bir tokat sesi yankılandı büyük salonda. Ardından bir tane daha. "Sen bizimle oyun mu oynuyorsun? Kimin köpeğisin?"
Adamın ağlamaklı sesi yalvarır gibiydi. "Bağışlayın. Tatlılar mutfaktan çıkmadan onların da tatlarına baktım. Yemin ederim ki baktım. Şahitlerim de var."
Başka bir adamın sesi duyuldu. "Evet efendim. Tatlıyı yapan bendim. O da tadına baktı. Ardından bir uşak gelip bizden aldı ve prensesin odasına götürdü."
Anthony kulağıma doğru eğildi. "Mutfaktan sizin odanıza gelirken tatlıya zehir koymuş olabilirler." Gözlerimi açıp ona baktım. Ağır ağır başımı salladım.
"Kralımızın tabağı geri getirildi mutfağa. İsterseniz tadına bakarım."
Çeşnicibaşı Aldous'u ikna etmeye çalışırken kaşlarımı çattım. Aldous eliyle masadaki tatlıyı gösterdiğinde adam titreyen elleriyle tatlıdan bir çatal aldı. Birkaç dakika bekledik fakat gayet iyi durumdaydı.
Ayağa kalktım. Kalkmamla saray mutfağında görevli herkes korkuyla başlarını eğdiler. Masaya yaklaşıp tatlı tabağına baktım. Kaşlarımı kaldırdım. "Bu tabak kimin demiştiniz?"
Tatlıyı yapan adam hemen öne çıktı. "Kralımızın tabağı."
Tabağı elime aldım. "Nereden biliyorsunuz? İki tabak da aynıydı."
Adam başını iki yana salladı hızla. "Hayır prensesim. Kralımızın tabaklarının altında her zaman isimlerinin baş harfi olur. Bu bir kuraldır."
Tabağı kaldırıp altına baktım ve altın rengindeki L harfini gördüm. Gözlerimi iri iri açarak Aldous ve Anthony'e baktım. "Zehirlenmek istenen bendim! Kral babam değil." İkisi de yanıma gelip tabağı ellerine alıp altındaki harfi gördüler. "Uşağa tatlımı geri götürmesini söyledim. Babamın tabağını ona verdim. Babam da benim tatlımı yedi. Uşağın hali de bir tuhaftı." Hızla ip gibi dizilmiş hizmetkârların karşısına geçip onları incelemeye başladım. "Nerede o? Tatlıyı getiren uşak hanginiz?" Kimseden ses çıkmayınca öfkeyle bağırdım. "Hanginiz?"
Çeşnicibaşı ve tatlıyı yapan aşçı birbirlerine bakıp ardından uşakların olduğu tarafa baktılar. Aşçı tedirginlikle mırıldandı. "Burada değil."
"Nerede o halde?" Anthony'e çevirdim başımı. "Bul onu. Çabuk bul onu!"
Anthony aşçıyı ve çeşnicibaşını yanına alarak salondan çıkarken başım döndüğünden masanın kenarına tutundum. Aldous yanıma gelip beni kolumdan ve belimden tutarak destekledi. "Muhafızlar, atın şu işe yaramazları zindana! Hepsi tek tek sorguya çekilecek."
Muhafızlar onları götürürken Aldous bana sandalye çekti. Gözlerimden yaşlar akmaya başladığında başımı ellerime yasladım ve masaya kapandım.
"Benim yüzümden öldürüldü. Canı alınmak istenen bendim." Ciğerlerim çıkarcasına ağlayıp masayı yumruklamaya başladım. "Benim suçum! Kendi tatlımı ona verdim! Hepsi benim suçum!"
Babam dün gece ölmüştü. Hekimler geldiklerinde müdahale edemediler. Zehirlenmiş olduğunu söylediler. En acısı da babam ağabeyime verdiğim zehirle zehirlenmişti. Eğer o tatlıyı ben yeseydim ağabeyimle aynı sonu yaşayacaktım. Ama lanet olsun ki bunu babam yaşamıştı. Dün gece sabaha kadar sarayda çığlıklarım yankılanmıştı. Sonunda hekimler sakinleşmem için daha önce koklattıkları kokuyu bana koklatıp zorla bir çay içirdiklerinde sakinleşip kendime gelebilmiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GAYRİMEŞRU PRENSES
Historical FictionGayrimeşru bir prensesten kraliçeliğe gidilen meşakkatli bir yol... En büyük varisi ölen kral, kızını öldürmeye çalışan küçük oğlunu sürgün ediyor, eşi kraliçenin ise bütün haklarını elinden alıyor. Yıllarca halktan ağıza alınmayacak sözler işiten p...