Ağır demir kapı gıcırdayarak açıldığında önemsemeden ufak pencerenin parmaklıkları arasından dışarı bakmaya devam ettim. Şu topraklar, koskoca şehir ve görkemli saray... Buradan ne kadar da küçük gözüküyordu. Her şey eski bir hayaldi şimdi.
''Akşam yemeği.''
Borazan sesli nöbetçinin metal kabı oturduğum tahta sedirin önüne sert bir şekilde koymasıyla gözlerimi yumdum. Tanrı'm, çok zor.
''Prensin emri var, yemek yemek zorundasın.'' Onu her zamanki gibi cevapsız bıraktığımda sinirlendi ve omzumu dürttü. ''Sana diyorum... Ölmeye iznin yok. Gittikçe zayıfladın sonra cezasını bizler çekeceğiz. Şunları bitir.''
Sertçe dürttüğü kolumdaki acıyı bile hissetmeyecek kadar uzaktım artık dünyadan. Nöbetçi söylene söylene zindandan çıkıp kapıyı gürültüyle kapattığında kendi kendime gülümsedim. Belki de ölüm kurtuluşum olurdu.
Anthony'nin Percival'ı kaçırdığı gün sağ kalan az sayıdaki muhafızımla Richard'ın askerlerinin hakkından gelmeye çalışmıştım. Ama bir kusurum vardı. Daha önce de Percival'ın kalesinde halk tarafından öldürülmeye çalışıldığım gün bir kişiyi yere düşürmüş ve canını alacakken yapamamıştım. İyi dövüşüyordum, iyi kılıç kullanıyordum, karşımdakini yaralamaktan ve yahut gerekirse kolu gibi bir uzvunu kesmekten de çekinmiyordum. Lakin canını alamıyordum.
Sonumu da bu merhamet ve vicdan azabı duygusu getirmişti. O gün on kadar askerle tek başıma savaşıp hepsini yaralamıştım. Kendim de yaralanmıştım. Mühim değildi, sonuçta hâlâ hayattaydım. Tabii buna hayatta olmak denilirse. Ama karşımdakileri öldüremediğim için duraksadığım sırada gafil avlanmıştım ve yanımdaki muhafızlarım ölmüştü. Onları koruyamamıştım.
Tırnaklarımın içinde kuruyup kalmış kana baktım. Bunlar Percival'a aitti.
''Teslim ol kardeşim. Yanında kimse kalmadı.''
Kolumdaki kan sızan kesiği tutarken askerlerin karşısında dikilmeye devam ediyor, Percival'ın arkasından gitmemeleri için onlara geçit vermiyordum.
''Bunu babama nasıl reva görürsün? Seni affetti, sürgün kararını geri çekti, üstelik seni veliahtı ilan etti. Sen ise ona veba bulaştırdın! Ne için? Kararını değiştirmesinden korktuğun için mi seni korkak köpek?''
Richard sıkılmış gibi gözlerini devirerek elinde boşuna tuttuğu kılıcını toprağa sapladı. "Sözlerinin kanıta ihtiyacı var Beatrice. Kralımız bu zamana kadar yaptıklarının cezasını can çekişerek veriyor. Bunlarla benim bir ilgim yok.''
Ona inanamayarak baktım. ''Hâlâ yalan söylüyorsun!'' Danışmanlara çevirdim başımı. ''İçinizden iki kontu öldürüp birini ağır yaralayan ve tahta haksız yere geçmeye çalışan prensin mi yanında olacaksınız? Ona nasıl güvenebilirsiniz?''
Hiçbiri ağzını açıp tek kelime etmedi. Richard askerlerine eliyle geri çekilmelerinin işaretini verdi. "Şimdi seninle bir anlaşma yapacağız Beatrice. Sana sunduğum teklifi kabul edersen Woodshed Kontu'nu kaderine bırakırım ve arkasından askerlerimi göndermem.'' Yutkunarak çenemi sıktım. ''Karşılığında kılıcını ve hançerlerini bırakarak bana teslim olacaksın. Seni kuledeki zindanlara götürecekler. Babam ölene kadar hayatta kalacaksın. Akıbetine ise sonra karar vereceğim.''
Arkama dönüp Anthony ve Percival'ın gittiği yola baktım. Acaba saklanabilecekler miydi? Percival yaşayacak mıydı?
Gözlerimi sertçe yumarak kılıcımı yere attım. Percival'ın o derin yarasına rağmen hayatta kalma şansı varsa bunu riske atamazdım. Zaten tek başıma kalmışken buradan kaçmam da artık zordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GAYRİMEŞRU PRENSES
Historical FictionGayrimeşru bir prensesten kraliçeliğe gidilen meşakkatli bir yol... En büyük varisi ölen kral, kızını öldürmeye çalışan küçük oğlunu sürgün ediyor, eşi kraliçenin ise bütün haklarını elinden alıyor. Yıllarca halktan ağıza alınmayacak sözler işiten p...