Meryem Ana... Yüce İsa! Yalvarırım bana yardım edin!
Büyük bir korkuyla çadırın kapısından içeriye girmek üzere olan adamları beklemeye koyulurken kınından çekilen bir kılıç sesi kulaklarıma geldi.
"Geri çekilin soysuzlar! Prensesi kimseye teslim etmeyiz!"
Başka bir adam telaşla konuştu. "Hata yapıyorsun, Dük Aaron. Prenses mağlup oldu. Canımızı kurtarmak için onu teslim etmemiz şart."
Aaron'un sert sesiyle adama bağırdığını duydum. "Korkaklar! Prenses Beatrice bizim müstakbel kraliçemiz. Bir hainin tahta çıkmasına göz yummayız biz! Derhal geri çekilin!" Birkaç kılıcın daha kınından çıkan tiz ses duyuldu. "Yoksa canınızı almasını bilirim! Çekilin akbabalar! Prensesi kimseye teslim etmeyiz!"
Uzaklaşan adım sesleri duyduğumda çadırımın içine birinin girmesiyle birkaç adım geri çekildim. Ta ki yumuşak sesin sahibini tanıyana kadar. "Prensesim.... Benim, Dük Aaron. Siz iyi misiniz?"
Ellerim boşalınca kılıcı yere düşürdüm. Otuzunun ortalarında olan adam kılıcını kınına yerleştirip koşarak yanıma gelip düşecekken beni yakaladı.
"Sakin olun. Sizi benden alamazlar. Ben buradayım ve sizi koruyacağım," diyerek belimden tutarak beni yatağa doğru yürütmeye başladı.
Derin nefesler alarak sessizce gözyaşlarımı dökmeye devam ettim. Bir soyluya karşı böylesine küçük düştüğüm için kendimden nefret etmeme rağmen güçsüzlüğümü kontrol edemiyordum. Yolun sonuna geldiğimi sanmıştım. Kendimi hiç bu kadar çaresiz ve yalnız hissetmemiştim. Sanki içimdeki tüm savaşları tek başıma vermemişim gibi kimsesizlik beni ürkütmüştü.
Yatağa oturmama yardım edip hızla çadırın içinde göz gezdirdi ve bir kupaya sürahiden su doldurup yanıma oturdu. Elinden kupayı alamayacak kadar güçsüzdüm. Bunu fark edip kupayı dudaklarımın önüne getirip bana yavaş yavaş içirmeye başladı. Suyu içtikçe boğazımdaki büyük yumru geçiyordu.
Sakinleşmek için nefeslerimi kontrol etmeye çalıştığımda bana endişeyle bakıyordu. "Merak etmeyin, muhafızlarım çadırınızın önünde nöbet tutacaklar. Benim dışımda kimse içeri giremeyecek."
Gözümdeki yaşları silerken ona minnettar olmuş şekilde baktım. "Teşekkür ederim. Siz olmasanız onlara karşı koyabileceğimi sanmıyordum."
Burukça gülümsedi yüzümü incelerken. "Arşidük Aldous sizi bana emanet etti. O gelene kadar gözümü üstünüzden ayırmayacağım."
Aldous ve Anthony kara birliği vaktinde gelmediği için onları karşılamaya gitmişlerdi. Fakat onlar gideli en az on gün olmuştu. Şimdiye dönmüş olmaları gerekirken ikisi de dönmemişti. En azından merakta olmamam için bana bir ulakla haber yollarlardı ama kimse gelmemişti. Bu durumda aklım bana kötüyü düşündürüyordu.
Onlar öldüler. Hiç kimse seni kurtarmaya gelmeyecek. Sonunda düşmanına teslim olmak zorunda kalacaksın.
"Mallarınıza el koyduğum için benden hoşlanmadığınızı düşünmüştüm," dedim titreyen ellerimi birbirine kenetleyip zemine gözlerimi dikerken.
"Kim olsa mallarına el koyduğunuz için sizden mühürlü belge isterdi. Ben de bunu yaptım prensesim. Lakin hakkınızda kötülüğünüzü istemem mümkün değil. Siz müstakbel kraliçemizsiniz."
Alaylı bir nefes verdim burnumdan. "Az önce müstakbel kraliçelerini teslim etmeyi düşünen bir grup soyluya karşı çıktınız, Sayın Dük. Soylu da olsa insan canı için en yakınına bile kıyabilir," diye fısıldadım aklıma ağabeyimi ellerimle zehirlediğim gelirken.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GAYRİMEŞRU PRENSES
Historical FictionGayrimeşru bir prensesten kraliçeliğe gidilen meşakkatli bir yol... En büyük varisi ölen kral, kızını öldürmeye çalışan küçük oğlunu sürgün ediyor, eşi kraliçenin ise bütün haklarını elinden alıyor. Yıllarca halktan ağıza alınmayacak sözler işiten p...