Sessizce yatağa doğru yaklaşmaya başladığımda kalbim hızla çarpıyordu. Nefes almaya bile korkuyordum. Onu uyandırmak istemiyordum. Titreyen bacaklarım yatağının yanına zorlukla getirdi beni.
Özür dilerim Milo. Lakin bunu yapmak zorundayım.
Kuşağımdaki hançeri çekip dolan gözlerimi önemsemeden ona doğru eğildim. Bana arkası dönük bir vaziyette uyuyordu. Küçük göğsü inip kalkıyordu.
"Kraliçem," diye mırıldandığında hareket etmeyi kestim. Hareketlendi ve yüzünü yastığa gömdü. "Bu kılıç çok güzel." Uykusunda mı konuşuyordu? Sesi oldukça derinden ve kesik kesik geliyordu. Rüyasında bile beni mi görüyordu? Beni seviyordu, öyle değil mi?
Sertçe yutkunarak hançerimi ensesine doğru yaklaştırdım. Onu öldürecek olmak beni kahrediyordu. Bedenim istemsizce titremeye başladığında gözyaşlarım yanağımdan süzüldüler. "Özür dilerim," diye fısıldadım. "Çok özür dilerim yeğenim."
Gözlerimi bedeninden çekerek hançeri tuttuğum elimi havaya kaldırmıştım ki odanın kapısı açıldı. Hızla hançeri kuşağıma geri koyarken elinde mumla içeri giren kişi görmesin diye gözyaşlarımı silmeye çalıştım.
"Milo?"
Sesimi bulmak için başta öksürdüm. "O uyuyor."
Rosetta bana doğru yaklaşıp reverans yaptı. "Burada olduğunuzu bilmiyordum kraliçem."
Mum ışığından göremeyeceğini bilsem de buğulu gözlerimi ondan kaçırdım. "Ben de çıkıyordum zaten."
O da benden gerçeği saklıyordu. Belki de haklıydı. Az önce öz yeğenime kıymak üzereydim. Tanrı'm, bana ne oluyordu böyle? Hangi ara böyle merhametsiz bir insana dönüşmüştüm. Küçücük çocuğu nasıl öldürmeye kalkardım? Üstelik onu çok severken.
"Onunla özel olarak ilgilendiğiniz için minnettarım."
Başımı salladım. "İyi geceler Rosetta."
Odadan çıkıp kapıyı kapattığımda bedenim deli gibi titremeye devam ediyordu. Rosetta fark etmesin diye kendimi sıkmıştım fakat yarım kalan gözyaşları yanaklarıma süzülmeye devam ettiler. Bütün gücüm tükenmiş gibi taş duvarlara tutuna tutuna odama doğru yürümeye çalıştım.
Odaya girdiğimde Maira'yı görmeyi beklemiyordum. Genelde ben odamda değilken nedimelerin yaptıklarını kontrol etmek için uğrardı. O da beni görmeyi beklemiyor olmalı ki içeri girdiğim anda başını hızla eğip bakışlarını benden kaçırdı. Hıçkırığımı bastıramadım ve yatağımın önündeki deri pufa güçlükle oturdum.
Ağladığımı görüp şaşırdı. Hızla yanıma doğru adımladı. "Neyiniz var?"
Titreyen çenemi kaldırıp gözlerine baktım. "Sen haklıydın Maira. Ben caninin tekiyim." Pufun üstündeki geceliğimi alıp yırtmaya çalıştım kendime duyduğum öfkemle. "Kahretsin! Kahretsin!"
Kollarımdan tutup beni durdurmaya çalıştı. "Sakin olun. Ne oldu?"
Boynuna sarıldığımda hareketsiz kaldı. "Affet beni. Biliyorum kalbini çok kırdım. Ağabeyimi taht uğruna öldürdüm. Kahretsin! Bunu nasıl yaptım?" Şiddetli ağlamamdan dolayı boğazım ağrımaya başlamıştı. "Ölmesi gereken bendim. Taht onun hakkıydı. Bu gücü ondan çaldım. Taht da krallık da hiçbir zaman bana ait olmadı, olmayacak. Şimdi de bana ait değil. Yine çalıyorum."
"Kimden çalıyorsunuz?"
Burnumu çekerek ondan ayrıldığımda gözyaşlarımı silmeye çalıştım. "Bundan kimseye bahsedemem. Ortaya çıkana kadar, o öğrenene kadar gizlemeliyim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GAYRİMEŞRU PRENSES
Historical FictionGayrimeşru bir prensesten kraliçeliğe gidilen meşakkatli bir yol... En büyük varisi ölen kral, kızını öldürmeye çalışan küçük oğlunu sürgün ediyor, eşi kraliçenin ise bütün haklarını elinden alıyor. Yıllarca halktan ağıza alınmayacak sözler işiten p...