Bölüm 13: Ölmeden Cennete Gitmek

103 18 106
                                    

Selam ben ve uzun bölümlerim geldik~ Zaten karakterim gereği kısa kısa bölüm yazamıyorum ve bu kitapta kısa kelime sayısı olan bölüme rastlamak çok nadir. Yavaş yavaş, sakin sakin okuyun ara falan verin ama bırakmayın çünkü ilerde çok güzel şeyler göreceğiz. <3

Keyifli okumalar!

━━━━━━━━━━━━━━━━━

Alkım çevresine bakabilecek şekilde normal görmeye başlayana kadar biraz beklemesi gerekmişti. Tepedeki güneş o kadar parlaktı ki, yaydığı ışıktan dolayı sanki bir gök cismi değil de tanrının kendisi gibiydi. İnsan alemindeki güneşe uzun süre bakamazdı, fakat buna bir saniye bile bakamıyordu. İlaveten o kadar genişti ki bütün göğü kaplıyordu.

"Sen insan olduğun için, güneşimizin parlaklığına katlanamaman doğal." Diye izah etti Çora. Alkım dizinden destek alıp ağırca kalktığında Çora onun alnına hafifçe dokunmuştu. Alkım şaşırarak alnına dokunup, "Bu neydi?" diye sorduğu vakit, "Hala bir insan gibi görünürsün, o nedenle seni değiştirdim. Şimdi kimse senden şüphelenmez." dedi ve arkasını döndü. "Gidelim."

Alkım kılığına kıyafetine bakmak için başını eğdi. Önceden mavi bir hanfu giyiyordu lakin şimdi, altın renginde geniş kolları olan ve göğsünün yarısını açıkta bırakacak kadar gevşek olan ipek bir kıyafet giyiyordu. Eliyle başını yokladığında saçlarının muhtemelen altın olan bir metalle yüksekten toplandığını algıladı ve görebildiği üzere ateş rengindeydi. Kaşlarını kaldırdıktan sonra yakasını çekip önünü kapatıp kendine çeki düzen vermiş ve Çora'nın peşine düşmüştü.

İrisleri ilgiyle her tarafı dört dolaşıyordu. Çok enteresandı. Sanki bir rüyada gibiydi, böyle bir yerde gerçekten bulunacağını hiç düşünmezdi. Zira, bu alemde toprak yerde değil gibiydi. Havada uçan büyüklü küçüklü adalar ve onların üzerinde ihtişamlı yapılar vardı. Bu savurgan varlıklar kafayı altınla bozmuştu. Yürüdüğü yolların taşları bile altın süslemeliydi. Fazlasıyla müsrif bir görüntüydü.

Cennet tam olarak bu olmalıydı. Etraftaki adaların hepsi yemyeşil, taze çimler, ağaçlar ve nadide çiçeklerle doluydu. Serin ırmaklar şarıl şarıl akarken kocaman güneşin turuncu ışığını yansıtıyordu. Bazı ırmaklar sudandı, bazıları ise kırmızı veya sarıydı. Alkım Çora'ya "Bunlar ne ırmağı?" diye sorduğunda Çora'nın yanıtı, "Onların kırmızı olanları üzüm şarabından, sarı olanları altından ırmaklar. İmparatorluk Şehrinde, elmastan ve daha çeşitli ırmaklar da akar. Yakında göreceksin." olmuştu.

Alkım hayranlıkla mırıldanmaya engel olamıyordu. Ne sıcak ne soğuk bir yerdi, tam olarak olması gereken bir havaya sahipti. Güneş yakmıyor, ferahlatıcı bir şekilde çiçek ve mis kokular barındıran rüzgar estiğinde üşütmüyordu. Bu Uçmak dedikleri yer bir hayli refah içindeydi. Buradaki, insanların fütursuzca üzerinde yürüdüğü altın yollardan bir tuğla alıp insan alemine götürse bütün kasabasını doyuracak bir ziyafet verebilirdi.

Tamuda doğanlar aşırı şanssızdı. Yeryüzünde doğanlar ne şanslı ne şanssızdı. Ve Uçmakta doğanlar, onlardan şanslısı yoktu. Üç alem ve üç ayrı yaşam şartları, bir hayli adaletsizdi.

Yanından adeta süzülürcesine hafif adımlarla geçip giden Sigunlar göz kamaştıracak kadar güzeldi. Hem kadınları hem erkekleri, temiz yüzleri ve uzun boyları vardı. Bedenleri sağlıklı ve güçlü görünüyordu. Ancak Alkım içinden bu Sigunların Çora kadar güzel olmadığını geçirdi, onun siması tamamıyla başka bir meseleydi.

Çora, oldukları adanın sonuna geldiklerinde durdu. Aşağıda başka adalar ve uçsuz bucaksız bir boşluk vardı. "Buranın altında ne var? Düşersem ne olur?" Diye meraklı bir çocuk gibi sormadan edemiyordu.

Asil Kan (ᛒᚷᛒ)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin