Bölüm 49: En Layık Ceza

72 10 83
                                    

Keyifli okumalar.

━━━━━━━━━━━━━━━━━

Bunu işitince Erlik Han Bumin Rona hayretle kaşlarını kaldırdı, bakışları Alkım'ın grilerinden tekrar ağaca yöneldi. İlginç bulmuş, hatta etkilenmiş bir edayla boydan boya incelerken, "Demek öyle." demişti.

Ağacın mavi meyveleri yemeye izin verilen, al meyveleri yasaklanmış olanlardı. Alkım Alp ve Bumin Rona, düşünceler içinde Kutsal Ağaca bakmıştı. İkisinin atalarının burada yaptıklarını yad edip, şimdi bir Sigun ve bir Erlik olarak tekrar bu Kutsal Ağacın yanında bir araya gelmiş olmaları kaderin nasıl inanılmaz şeylere kadir olduğunu tekrar anlamalarını sağlamıştı.

"Nasıl buldun?" Diye bir soru gelince Bumin Rona ağırca yaklaşmış, sanki hala onu engelleyecek bir şey varmış gibi ilk başta tereddüt etmiş sonrasında yavaşça uzanıp ağacın gövdesine dokunmuştu. Barizdir ki, huşu içindeydi. "Tam da tasavvur ettiğim gibiymiş."

Atası Erlik Han'ın bir zamanlar burada, diğer alem canlılarıyla yaşamış olması, bir tek onun bu cennet bahçesinde dolaşmış olması, ve milyonlarca yıl sonra ardından gelen soydaki tek emsal olarak Bumin Rona'nın buraya gelmiş ve Kutsal Ağaca, atasından miras kalan gözlerle bakmış olması tarifsiz bir duygu uyandırıyordu. Destansı bir vukuattı. Atası Erlik Han bu ağacın meyvesiyle Tanrının en sevdiği kulunu kandırıp sözünden çıkartmıştı.

Şimdi ise kendisi, bir müddet sonra başını yanındaki ak saçlı tanrıya çevirip nükteyle gülümseyerek, "Meyvesini hiç yedin mi?" diye sormuştu.

Belki şaka yapıyordu, belki sahiden bunun olmasını istiyordu.

Sigun Han böyle bir konuşma gerçekleşeceğini zaten tahmin etmiş gibi gülüp kollarını göğsünde bağladı. "Bittabii hayır. Tanrım o meyvenin murdar olduğunu ve yememem gerektiğini söyledi."

"Ah." Her nasıl olduysa Rona buna sevinmişçe ona döndü. "Lakin Tanrı sana yalan söylemiş. O meyvenin tadı hepsinden daha güzel," Yaklaşıp sevgilisinin çenesinin altını tutmuş ve hafifçe fısıldamıştı. "Bence birazcık tadına baksan sen de bana hak vereceksin."

Kendisine dikilmiş o yoğun, kapkara gözler bir girdap gibi dönerek kana boyanmış, kurnaz bir havayla kısılmıştı ve buna müteakip gri gözler de seve seve tuzağa atlarcasına kavisli bir hal aldı. Zaten baştan çıkmış fakat biraz nazlanıyor gibi temkinle, "Öyle mi dersin?" demişti.

Erlik Han genişçe sırıttı. "Güven bana."

Elini havaya kaldırdığı vakit, mahoragi-tangsuk tıslayarak yılan biçiminde ortaya çıktı, cennet bahçesinde süzülerek yükseldi ve ağacın dalına ulaştı. Ardından ağzıyla dalından kopardığı yemişlerden efendisinin bir avucuna kırmızı, bir avucuna mavi olandan bırakıp kıvrılarak ortadan kayboldu. Bumin Rona evvela mavi olanı Alkım Alp'in ağzına uzatmıştı. Sevgilisi çekinmeden başını uzatıp bir ısırık aldı, sonra Rona meyveyi kendi ağzına götürüp sivri dişleriyle onun ısırdığı kısımdan kendisi biraz yedi.

Yedikleri gibi iki kişide huşuyla, muhteşem bir ruhsal doygunlukla mırıldanıp birbirine baktı. Sigun Han, sevgilisinin gözlerinin tıpkı insan özü yediğinde olduğu gibi binbir renkle ışıldadığını seçmişti. "Bu meyvede muazzam ölçüde manevi enerji vardır. Yediğin zaman tinsel güçlerini doruğa çıkarır." Diye açıkladı.

Erlik Han memnunca meyveyi evirip çevirirken kinayeli bir tonda, "Haklısın. Ve sanırsam Tenşi savaşa çıkmadan evvel bundan bir kazan dolusu yemiş." diye karşılık verdi. Alkım Alp buna gülmeden edememişti. Rona diğer, kırmızı meyveyi kaldırıp inceledi, başı meyveye bakar halde eğikken tekrar al rengi olan gözlerini sinsice Alkım'a dikmişti. "Bir şeyi merak ediyorum... Bunu yersen, destanda olduğu gibi karşımda çırılçıplak kalacak mısın?" Diye arsızca sormuştu.

Asil Kan (ᛒᚷᛒ)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin