Bölüm 42: Tuzağa Düşüş

56 6 109
                                    

Bölümün şarkısı ilan ediyorum.

Keyifle okursunuz inşallah. (* ̄3 ̄)╭

━━━━━━━━━━━━━━━━━

"Gökbörü!"⁴

Aşağıda huşu içinde izleyenlerden biri kendine hakim olamayarak bağırdı. Kalbini huşuyla tuttu ve dizleri üzerine çöktü, gözleri kızarmıştı. O bir Sigun askeriydi.

Sadece o da değil, Erlikler ve Sigunlar, mevcut olan bütün canlılar zihinleri ele geçirilmiş bir tapınmayla titredi, dizlerinin bağı çözüldü ve bir saniye içinde tüm savaş meydanı sessizce diz çöktü! Onları bu duruma sokan şeyin ne olduğunu bilmiyorlardı, sadece yüreklerinin derinliklerinden bu ilâhi kurda boyun eğmek geliyordu!

Buna zorla itaat ettirmek denemezdi, tarifi çok zor bir durumdu. Sanki, uzun zaman sonra ortaya çıkan efendilerinden karşı konulmaz bir emir almışlardı ve uzun bir bekleyişin sonunda huzurla bellerini bükmüşlerdi. Bu varlığı yüceltmek, ona iman etmek geliyordu içlerinden delicesine.

Bu, Kutlu Asena'nın evladı Alkım Alp Tigin'in gücüydü! Kimse ona başkaldırmaya cesaret edemezdi! Bir anda tüm otoriteyi eline almıştı işte!

Tenşi'yi durdurmaya çalışan generaller, Kızagan Han, Üyge Tigin, hepsi de aynı şekilde büyülenmiş ve diz çökmüştü. Sadece Tenşi, gözlerini bu etkileyici sahneyi yansıtırken daraltmış ve diz çökmeye direnmişti. Kılıcını toprağa saplayıp ona dayanarak, "Sana boyun eğeceğime... şuracıkta can vereyim yeğdir..." diye tıslamıştı.

Kurdun gözleri ona çevrildi, başını mağrur bir tutumla kaldırdı. Etrafını saran beyaz aura tüm tepeyi kaplayacak kadar genişlemişti, bakmak neredeyse çıplak gözle güneşi izlemek kadar acıtıyordu. Ağzı açılmadan, gür bir sesle, "İtaat et." diye emretti.

Konuştuğunda diz çöken bazı Sigunların kalpleri tir tir olmuş, ve gözyaşlarına boğulmuştu. Yerlere kapanıyorlar ve çok büyük bir günah işledikten sonra, cezalarını kesmesi üzere tanrının huzuruna çıkmış gibi suçluluk ve pişmanlıkla doluyordular. Tenşi Yabgu bile kalbinin dalgalanmadan kaldığını söyleyemezdi, oradaki direnilemez varlık ruhuna işliyordu adeta.

"Günahlarını kabul et."

Tenşi Yabgu ağlayan ve inleyen tüm meydanda ayakta durmakta ısrar eden yegane kişiydi. Dişlerini gıcırdattı. "...Asla!" Diye karşı koydu inatla.

"O halde..." Gökbörü'nün alnındaki işaret aniden parladı, dişlerini ortaya çıkarırken korkutucu bir tavırla yüzünü sertleştirdi. "Al kanlara boyanasın!"

Tüm ahali aniden kulaklarını diken bir kurt sürüsü gibi doğrulmuştu bir anda. Hepsinin başları peş peşe isyan eden zâta çevrilmişti. Açıkça hiçbiri kendinde değildi, kimse bir şey dillendirmese de, ilahi bir emir almışlarcasına teker teker ayaklandılar. Tenşi Yabgu şiddetle bakan gözlerini çevresini sarmaya başlayan on binlerce varlıkta gezindirdi, aldığı derin soluklardan göğsü alçalıp yükseliyordu, dudakları titredi.

Yüksekteki Gökbörü, başını eğdi, dişleri saldırganca tehdit ederken uzun pençeler toprağa derinlemesine girdi. "Bugün, Atalarımın yerde kalan kanlarını paklayacağım. Atın yüğrükse bin de kaç."

Anlık bir uğultu koptu. Nefes alan bütün canlılar silahlarını kuşandı, bir solukta hepsi kudurmuşça kükreyerek, irisleri panikle titreyen Tenşi Yabgu'nun üzerine çullandı!

Sahne nefes kesiciydi. Vahşi, delirmiş bir kurt sürünün içine atılan etli bir koyun misali, başına üşüşerek onu kesmeye çalışanların arasında, Tenşi Han feleği şaşarak ellerini savurdu! "Kalleşler! Hepiniz ölümü hak ettiniz!"

Asil Kan (ᛒᚷᛒ)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin