Yelkovan bir an olsun durmadan akrebi kovaladı. Zaman su gibi akıp geçti, saat 12 olduğunda çalan çan gibi zihnimde sesler yankılandı. Sırtımdan yukarıya tıvranan ürperti bir zehir hâline geldi, yakıcı hissi tüm bedenimi kapladı ve beni tüm korkularımla baş başa bıraktı.
Haftalardır burada düşünmekten başka bir şey yapmıyordum. Zihnimin duvarları yıpranmıştı, düşünme algım gitgide küçülüyordu. Düşündükçe kafayı yedim, kafayı yedikçe daha da düşündüm. Kendimi kaybettim her seferinde, her düşüncenin sonu uykuyla bitti. Uyandım. Tekrar düşündüm.
Kim yapabilirdi? Kim kraliçenin ağzından not yazıp onca insanın katili olmuştu? Beni neden buraya, ölüm kokan duvarların arasına hapsetmek istemişti? Kimdi ve benden ne istiyordu?
Sorularımın cevaplarının çıkmaz sokak olduğunu anladığım an saçlarımı parmaklarıma dolayıp çekiştirmiş, burada olan mahkumları titretecek kadar büyük bir çığlık atmıştım. Gardiyanların homurdamalarını ve hatta benim hakkımda, "Bu da delirdi." dediklerini duyuyordum. Onlar yüzünden bir kez daha çığlık atıyordum ve benim günlerim tamamen böyle geçti.
En sonunda düşünmenin bana şu anda iyi gelmediğine kanaat getirmiş, vazgeçmiştim.
Şimdi sırtımı yine duvara yaslamış, gözlerimi kapatıp dudaklarımda anımsadığım bir ninni dolandırmıştım. Kendi kendimi mi uyutmaya çalışıyordum? Kendimi sakinleştirmeye mi çalışıyordum? Acı bir şekilde güldüm, dudaklarımdaki silik tebessüm hiç gitmiyordu.
"Annesi kızına sarılacak," diye mırıldandım. "Kokusu her yeri saracak." Göğsümü şişirdim ve dişlerimi sıkıp devam ettim. "Her yer huzur kokacak. Her yer güzel kokacak. Her yer cennet kokacak." Yavaş bir melodiyle söylediğim bu ninni sayesinde sakinleşmiş hissettim. Gözlerimi araladığımda yan tarafımda, parmaklıkların olduğu tarafta bir bedenin varlığını hissettim. Bakışlarımı yavaşça oraya çevirdiğimde dudaklarım şaşkınlıkla aralandı ama gözlerimde hiçbir duygunun olmadığını biliyordum.
Söylediğim ninni onu kızdırmış gibi kaşlarını çatmıştı. Benim ona baktığımı fark edince bir adım yaklaştı ve zindanın kilidini açıp bana doğru birkaç adım daha attı.
Bedeninden yükselen koku mayışmam için var gibiydi. Kapanan göz kapaklarımla ona baktım uzun uzun. Üzerine siyah bir tişört ve deri bir ceket giymişti. Azel'in saçları zaten dağınık olurdu ama sanki şu an daha bi' dağınıktı. Siyaha çalan saçları alnına dökülmüş, ona tekrardan, serseri, demem için uğraşmış gibiydi. Yanıma geldi, ellerini kollarıma sardı ve beni dikkatli bir şekilde ayağa kaldırdı. Ayaklarımın üzerine bastığım anda yere yığılacağım sandım ama o beni sıkıca tutarak buna engel oldu.
Bir eli kolumu bırakıp alnıma dokunduğunda dudaklarının arasından bir küfür yuvarlandı. "Ateşin var." dediğinde onca zamanın ardından sesini duymanın garip hissettirdiğini fark etmiştim.
"Alıştırdınız beni sıcağa." dedim homurdanarak. Sesim oldukça halsiz çıkıyordu. "Soğuğa dirençsizim tamamen."
Bu söylediğim onda bir şeyleri körüklemiş gibi belime daha sıkı tutunduğunda gözlerimi kapatıp başımı omzuna yaslamıştım.
Arkaya döndü ve beni çıkışa doğru ilerletti. "Neden gelmedin bu kadar zaman?" diye sordum zorlukla. "Hakkım yok ama bekledim." Öyle bitiktim ki... Bir an duraksadı. Yeşilleri gözlerimi bulduğunda gülümsedim. "Aman neyse işte..."
"Azazil'in kızı," dediği an onu susturdum. Açıklaması var mıydı bilmiyordum ama henüz duymaya hazır değildim. Belki de vereceği cevaptan korkuyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAYIP RUHLAR MAHZENİ
FantasyAzel Safkanlı ölmekten korkmazdı fakat Mihri Karakurt öldürmekten çok korkardı. 💫 Mihri Karakurt, laneti yüzünden kraliçe tarafından zindana kapatılmıştır. Bir gün zindan arkadaşının kardeşinin onları kurtarmaya gelmesiyle hiç çözülmeyecek bir dü...