Duyduğu yüksek bağırış sesiyle gözlerini aralarken başına giren keskin ağrı yüzünü buruşturmasına neden olmuştu küçük olanın. Gözlerinin ışığa alışacağını düşünüp beklerken biraz daha kendine gelince gözlerinin bağlı olduğunu anlamıştı. Aynı şekilde ağzı ve elleri de bağlıydı.
Yavaş yavaş olanlar aklına dolarken yerinde kıpırdaıp nerede olduğunu anlamaya çalıştı. Açılıp kapanan kapı sesiyle ve yanında hissettiği hareketlilikle hala arabada olduğunu anlamıştı. Muhtemelen yanındaki de Mingi'ydi.
"Orospu çocukları! Ne hakla Jisung'umu benden alırsınız?! Göstereceğim size."
Seungmin Jisung'un kurtulduğunu duyunca içini bir huzur kaplamıştı. Işe yaradığını bilmek onu mutlu etmişti. Ayrıca arkadaşının güvende olduğunu bilmek de öyle.
Muhtemelen büyükleri çoktan onu aramaya koyulmuştu ama kendi bile nerede olduğunu veya nereye gittiklerini bilmezken onlar nasıl bulacaktı, en ufak bir fikri yoktu.
Ağzına bağlı olan bez fazla sıkı olduğu için dudak kenarlarını acıtırken boğuk bir inilti çıkarmıştı istemsizce. Mingi böylece çocuğun uyandığını anlarken ona dönüp sertçe çenesini kavramıştı. Sanki Jisung'u kaybetmenin acısını ondan çıkaracakmış gibiydi.
"O serefsizler Jisung'umu benden aldılar. Ama seni vereceğim kişiden alamayacaklar. Bunun için elimden geleni yapacağım güzel çocuk."
Seungmin ağlamaklı bir mırıltı çıkarırken Mingi bundan zevk alır gibi sırıtmış, çocuğun çenesini sert bir şekilde bırakmıştı. Parmak izleri hassas tende kendini gösterirken tekrar arabayı çalıştırdı Mingi.
Seungmin'i aynı yere götüremezdi. Orayı öğrenmişlerdi. Telefonunu çıkarıp çocuğu teslim edeceği kişiyi aradı.
...
2 gün sonra
"Hyunjin yeter! Belli ki bilmiyor."
Minho elini Hyunjin'in omzuna koyarken Hyunjin sonunda vaz geçmiş, dayak yemekten yüzü kan içinde kalmış adamın üzerinden kalkmıştı.
Iki gündür şehrin altını üstüne getirmiş, yine de Seungmin'i bulamamışlardı. Eli kolu uzun oldukları için aynı şekilde onlar gibi arayanlar da vardı ama belli ki Mingi'nin arkasındaki kişi her kimse, oldukça güçlü olmalıydı. Onları böylesine iyi saklıyorlardı.
Hyunjin iki günde çökmüş gibiydi. Saçı başı dağılmış, göz altları kararmıştı uykusuzluktan. Ne yemek yiyor ne de uyuyordu. Kendini sadece Seungmin'i bulmaya adamıştı ama hiçbir yere varamıyor olmak iyice çökmesine neden oluyordu.
Hyunjin titreyen ellerinin üzerindeki yaraları görmezden gelip bulunduğu mekandan çıkarken Minho ve Changbin de onu takip etmişti.
Jeongin, Felix ve Jisung evdeydi ve tek kalmamaları için Yeonjun'dan yanlarında kalmalarını istemişlerdi. Changbin buna ne kadar karşı gelse de Minho ona fazlasıyla güveniyordu.
Arabanın yanına geldiklerinde Hyunjin ellerini kaputa yaslayıp gözlerini kapattı ve birkaç saniye sessizce bekledi. Changbin küçüğünün bu hâline üzülürken yanına ilerledi ve elini sırtına koydu.
"Hyunjin, iyi misin?"
"Değilim hyung.. Hiç iyi değilim."
Hyunjin yorgun bir sesle mırıldandığında iç çekti büyük olan. Ne mantıkla sormuştu ki zaten bu soruyu?
"İki gün oldu. Koskoca iki gündür ondan haber yok hyung. İyi mi, canını yakıyorlar mı, dokunuyorlar mı..? Bu sorular kafamı kemiriyor iki gündür. Aklım çıkıyor ona bir şey oldu mu düşüncesiyle."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Serendipity - sᴋᴢ
Fanfiction"Sence de fazla konuşmuyor musun? Bu dilin, ölümüne sebep olabilir." "Bu dilim, genelde beni ölümden kurtarıyor, biliyor musun?"