"Günaydın."
Jeongin gülen yüzüyle mutfağa girdiğinde diğer günlerin aksine bugün mutfağı saran sessizliğin kendi yüzünden olduğunu biliyordu. Minho ona bakma gereği bile duymazken Hyunjin ona kısa bir bakış atıp tekrar yemeğine dönmüştü. Kırgınlardı. Bunu anlayabiliyordu Jeongin. Gülüşü yavaş yavaş soldu.
"Günaydın Jeongin. Gel bir şeyler ye."
Changbin yüzündeki gülümsemeyle ona bakarak konuştuğunda yutkunup büyüğüne küçük bir gülümseme göndermişti Jeongin.
"Yemeyeceğim hyung. Size afiyet olsun. Dışarı çıkacağım."
Son bir umutla bakışları diğer iki hyunguna kayarken herhangi bir tepki alamamış olması onu iyice üzmüştü. Arkasını döküp mutfaktan çıkacakken duyduğu soğuk sesle durdu.
"Çok geç kalma. Bir sıkıntı olursa da ara."
Jeongin en büyük hyungunun soğuk sesiyle kanının çekildiğini hissederken titrek bir nefes aldı ve onu mırıltıyla onaylayıp evden çıktı. Daha fazla evde durmak ne onun için ne de büyükleri için iyi olmayacaktı ona göre.
Kulağına kulaklıklarını takip ellerini cebine soktu ve sakin adımlarla yürümeye başladı Jeongin. Bakışları ve adımları kaldırım taşlarını takip ederken nereye gittiğine bakmıyordu.
Aklına hyungunun dün dedikleri gelince derin bir nefes almıştı genç. Hyungları onu hayatını köle olarak, oyuncak olarak yaşamaktan kurtarmıştı ama onun tek yaptığı büyüklerini üzmekti, hayal kırıklığına uğratmaktı.
Büyükleri her zaman onun üzerine titrer, bir dediğini iki yapmazlardı küçükken. Özellikle Minho. Kılına zarar gelse ortalığı yakardı. Jeongin de ona öyle düşkündü. Her zaman farklıydı onun için. Dün gece olanlar ve hyungunun bu sabah ki tavrı.. Onu fazlasıyla etkilemişti.
Omzuna çarpan bedenle sarsılırken kulağından düşen kulaklığı yakaladı Jeongin. Bakışlarını kendisine çarpan adama çevirdiğinde özür dileyip gitmeyi planlıyordu ama adam öyle düşünmüyor olmalı ki bir eli Jeongin'in yakasını kavramıştı.
"Önüne baksana lan, piç kurusu!"
Adam bağırarak konuştuğunda Jeongin sesli bir nefes bıraktı ve bir eliyle kulaklığını cebine sokarken diğerini yakasındaki elin üzerine koydu. Bu mevzuyu uzatmayacaktı çünkü hyunglarının başını yeterince belaya sokuyordu.
"Özür dilerim. Şimdi bırakır mısınız lütfen?"
Jeongin nazik bir sesle konuştuğunda adam daha da sinirlenmişti. Buna anlam veremedi Jeongin.
"Bir de emir veriyor! Bırakıp bırakmayacağımı sana mı soracağım, bebe?!"
Adamın hala bağırarak konuşuyor olması ve kalabalık bir sokakta olmaları bakışları üzerlerine topluyordu. Jeongin etrafa kısa bir bakış atıp iç çekti. Sinirlendiğini hissediyordu.
"Uzatmaya gerek yok. Bırak da gideyim."
Jeongin sakin tutmaya çalıştığı sesiyle konuştuğunda adam tutuşunu sertleştirmişti.
"Bırakmıyorum lan. Ne yapacaksın?"
Jeongin'in zaten alt üst olan siniri iyice su koyuverirken yüzünü gergin bir gülümseme kaplamıştı. Adam kaşlarını çatarak yüzündeki gülümsemeye bakarken Jeongin ani bir şekilde adama kafa atmıştı.
İri cüsseli adamın bu hareketle elleri gevşerken geriye sendelemiş ve elini kanayan burnunu götürmüştü. Kalabalıktan çığlıklar yükselirken birazdan ortalığın iyice karışacak olması umrunda bile değildi Jeongin'in. Çoktan kendini kaybetmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Serendipity - sᴋᴢ
Fanfiction"Sence de fazla konuşmuyor musun? Bu dilin, ölümüne sebep olabilir." "Bu dilim, genelde beni ölümden kurtarıyor, biliyor musun?"