Uslu, başına vur ekmeğini al bir kız olmadım hiçbirzaman.
Ailelerimizin, arkadaşlarımızın, toplumun, kanunların birbirleriyle pek de uyumlu olmayan değer yargıları ve kuralları içinden bazen deneme yanılma yöntemiyle, bazen mukayeseyle, bazen de ruh halimin değişkenliklerine uyarak kendi yaşam anayasamı oluşturuyordum.
Sınırların yakınına bile yaklaşmadığım zamanlar da olmuştu, onları sonuna kadar zorladığım zamanlarda. İnsanların arasına karışmaktan, gezmekten, eğlenmekten keyif aldığım zamanlarda olmuştu, hareketlerimi neredeyse sıfırlayarak kendi köşeme çekildiğim zamanlarda.
Arada güzergâhından sapıp güzergah üzerindeki şehirlerin etrafından dolanarak yoluna devam eden bir tren gibiydim.
Bu gece ömür yolumun raylarında büyük bir makas değişikliği oldu. Üstelik daha önce ailemin onayını almadan gizlice yaptığım onca yaramazlıktan farklı olarak bu sefer iyi aile çocuğuydum.
Omuzlarıma konulan battaniyeyle yatın küpeştesine yaslanmış dişlerimin birbirine vurduğunun pek de farkında olmadan az evvel penceresinden atladığım mekâna bakıyordum.
Hızla denize düştüğümde ardımda bıraktığım odada patlayan silahlardan çıkan herbir mermi bana isabet etmiş gibiydi. Dibe çekiliyor ancak yüzeye çıkmak için çaba gösterecek gücü bedenimin hiçbir noktasında bulamıyordum. Bir kol tarafından deniz yüzeyine çekildiğimde bir hayli su yutmuştum. Canım çekilmiş gibiydi. Şayet kurtarılmış olmasam doğumumda başlayan geriye sayımı bu gece tamamlardım.
Dalgıç kıyafeti giymiş biri tarafından çekilip zodyak tipi bir bota çıkartıldığımda içim dışıma çıkana kadar öğürmüştüm.
Bir süre sonra deniz polisi yaklaştı. Benim olay yerinden kurtarıldığımı öğrendiklerinde ifademi aldılar. Yaşadıklarımı ve Serhat'tan duyduklarımı da naklettikten sonra kimlik bilgilerim ve bana nasıl ulaşabileceklerine dair notlarını alıp güvenlik amacıyla yatın oradan uzaklaşması talimatı verip ayrıldılar.
Elime tutuşturulan sıcak kahveyi düşürmemeyi başararak dudaklarıma götürdüm. Bir yudum aldım. Islak elbisem hâlâ üzerimdeydi. Mayıs ayındaydık, yavaştan havalar ısınıyordu ama bu içine atladığım denize henüz sirayet etmemiş gibiydi. Titremelerim gittikçe artıyordu. Üzüntüden, kendimi sıkmaktan heryanım ağrıyordu..
Tekrar karşıdaki iki katlı mekana baktım. İki girişi olan, deniz tarafı hariç üç tarafı yüksek duvarlarla çevrelenmiş yapının her iki girişi de saldırganlar tarafından patlatılarak insanların kapılardan dışarıya kaçma imkanı ellerinden alınmıştı. Binanın denize bakan yüzü full camekânlı, büyük teras balkonlara sahipti.
Deniz polisiyle yattakilerin konuşmasından bazı insanların denize atlamayı başardığını öğrenmiştim. Ama bunlardan kaçı kurtarıldı, kaçı boğazın akıntısında sulara gömüldü, bu konuda henüz kesin bir bilgi mevcut değildi.
Binanın sol tarafında, camekânlı terasları sonlandıran bölümde, üst kattakinin penceresinden atladığım için ofis olduğunu bildiğim, altlı üstlü denize çıkıntılı birer oda mevcuttu.
Hem alt, hem üst kat teraslarda deniz yönünden gelebilecek müdahaleleri de püskürtmek amaçlı saldırganların konumalandığını anlamıştık.
Yine de, benim terasa bitişik olan ofisten suya atlayıp kurtarıldığımı görememişlerdi. Çünkü, Kalender Sancaktar'ın talimatıyla yat mekâna yaklaşmamıştı. Saldırganlar da denizden gelen bir tehdit olmayınca daha çok mekândaki insanlarla meşgul olmuşlardı. Mekânın içi taranmaya devam ederken, teraslara konumlananlar hem denizden gelebilecek polis desteğini gözlüyor, hem de eğlence alanından denize atlamak için kaçanlara ateş ediyorlardı. Biz ofis tarafında olduğumuzdan görüş açılarına girmemiştik. Denize atladığım kısım da aydınlatmalara ateş edilmesiyle daha loştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KALENDER +18 (TAMAMLANMADI)
General Fiction🔞... Fantastik DEĞİLDİR Ağır cinsel içerik ve şiddet barındırır. *** "Bana hayır diyemezsin. Uykum var diyemezsin. Başım ağrıyor diye bahane sunamazsın. Bu gece canım böyle istedi diyerek başka bir odaya gidip uyuyamazsın... Bana kırgın olman, öfke...