(+18 içeriklidir)
Bir sonraki bölüm için beğeni ve yorum sınırım 400+
Bu bölümde ilk kez kendi koyduğum kuralı ihlal ederek geçmiş tüm bölümlerin 350 yıldıza ulaşma şartımı esnetip sadece son bölümün sınırı geçmesini yeterli sayarak bekletmeden yeni bölümü yayınladım. Çünkü çok kıymetli olan bazı okuyucularımın defalarca gelip biran önce yeni bölüm gelsin diye sınırın aşılması için verdikleri inanılmaz çabaya kıyamadım... Ancak bu bir istisna oldu ve bundan sonraki bölümü geçmişte yayınlanmış bölümlerimin tamamı en az 10'ar yıldız yükselmeden ve bu bölüm 400+ beğeni sınırını aşmadan kesinlikle yayınlamayacağım.
Siz önceki tüm bölümlere seri beğeniler yaptıkça benim yeni bölümleri biran önce yazma şevkim artıyor bilginiz olsun.
Kimlerin yıldıza basmadan hikayemi beleşten okuduğunu bilme şansım olsa hepsini engellerdim. Çok fazla hayalet okuyucum var ve buna tahammül edemiyorum. Beğenmiyorsanız okumayın kardeşim! Bukadar basit.
***
Telefonumun aralıksız çalan melodisini duymazdan gelerek sürmeye devam ettim.
Açılan kapıların arasından geçerken 'Neredeyse kılı kılına' diye sevinmek için erken olduğunuysa arabanın sağ tarafından bir sürtünme sesi gelince anladım ancak olan olmuştu.
"Aah ahh! İşte bunlar hep israf Zeynep, hep israf..!" dedim kendi kendime... Sonra "Olsun, kaportacılar nereden para kazanacak?" dedim cevaben...
Kendi kendime konuşmam neyse de bir de kendi kendime cevap veriyordum. Çok fazla stres yüklüydüm.
Yine sesli bir şekilde "Sürat yok.., sürat yok..." diye hatırlatarak hızımı düşürdüm.
Navigasyona "Peninsula Restoran, Beyoğlu." diyerek adresi verdim...
"Seni geberticem aşağılık herif! Seni ben geberticem!" diye tısladım dişlerimin arasından.
Ancak sonra kendi sözlerim kulağıma nahoş gelmişcesine başımı sağa sola salladım. "Çocuğu da cezaevinde büyütürsün artık. Kalender Sancaktar'ın karısı olman seni kurtarır mı sanıyorsun?"
Hava karanlıktı ancak tek tük trafiğin olduğu yolda ilerlerken dikiz aynalarından baktığımda araya 100-150 metre mesafe bırakarak beni takip eden arabaları rahatlıkla farkedebiliyordum. Kalender de içinde olmalıydı ve muhtemelen onlardan kurtulmak için hız yapmayayım diye fazla yaklaşmıyorlardu. Neyse bu da birşeydi. Henüz trafiğin yoğun olduğu yola girmemiştim.
İzimi kaybettirmeyi başarsam dahi beni takip etmenin bir yolunu bulacağından emindim. O halde şimdilik aksiyona girmenin gereği yoktu. Bunu gitmekte olduğum adrese ulaştığımda düşünürdüm. Oraya yaklaştığımda gerekirse altımdaki aracı trafiğin orta yerinde terkeder geriye kalan birkaç dakikalık yolu binalar arasında izimi kaybettirerek devam ederdim.
'Ya restorana girerken silahı farkederlerse?' diye bir soru geldi aklıma. Ama hemen akabinde başımı sağa sola salladım. Oraya daha önce gitmiştik. Ben Zeynep Sancaktar'dım. Üst araması zaten yapmazlardı bana. Ama bu düşünce rahatlamama izin vermeden kaşlarım çatıldı. 'Ya giriş kapısında cebimdeki silahı tespit edecek bir alarm sistemi kuruluysa..?'
Ofladım. Öyle bir durumda ne yapardım? Elimden almalarına izin vermeden silahı çekip içeri girmeye çalışsam da daha adama ulaşamadan bir şekilde beni etkisiz hale getirip silahı elimden alırlardı. Gerçi Kalender bana 'Kal cezaevinde biraz, aklın başına gelsin.' demezse hemen o gün çıkardım ama işim yarım kalmış olurdu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KALENDER +18 (TAMAMLANMADI)
General Fiction🔞... Fantastik DEĞİLDİR Ağır cinsel içerik ve şiddet barındırır. *** "Bana hayır diyemezsin. Uykum var diyemezsin. Başım ağrıyor diye bahane sunamazsın. Bu gece canım böyle istedi diyerek başka bir odaya gidip uyuyamazsın... Bana kırgın olman, öfke...