FAZLA ARALIK OLMADAN YENİ BÖLÜM PAYLAŞTIM.
BÖLÜM HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİNİZİ VE DEĞERLENDİRMENİZİ BEKLİYORUM.
İYİ OKUMALAR...
Uyuşmuştum. Kelimenin tam anlamıyla hissettiğim şey buydu. Rubert'in tedirgin dolu bakışları bana başka bir şey hissettirmiyordu. O an ona dokunmak istedim. Bana olan şeylerin ne kadarını bildiğini, ne kadarına dahil olduğunu sormak istedim. Fakat artık yaşayacağım şeylerin felaketini hissedercesine, kalbim korkuyla atmayı unutuyordu. Boş boş bakarak benimle konuşmasını bekliyordum. Ama o karanlığın içinde oradan oraya dolanarak anlamadığım bir şekilde söyleniyor ve arada bir küfür ediyordu.
Az önce eğlendiğim bütün anlar bu yaşadığım tedirginlikle bir anda silinip yerin dibine girmişti. Bilinmezlik, şu aralar yaşadığım her şeyden tat almamı engelliyordu ve en güzel anlarımın ortasında, kurtularak tam karşıma çıkıyor, her şeyi zehir ediyordu. Korku ise, hayatınızda bütün her şeyinizi silecek tek duyguydu. Karanlık gibi her şeyin üzerini örtüyordu.
İyi kötü her şeyin...
Söylenmeleri bitmeyecek gibi olduğunda bu sefer kendini sessizliğe gömerek ellerini cebine soktu. Bu arada bende elimin üstünde ki garip ve çirkin ize bakıyordum. Bu da neydi? Ne için böyle bir şey yapmıştı bana? Bana tekerlek izini anımsatıyordu ve karanlıkta bile parlıyordu.
"Konuş benimle." Diye söylendim.
Görebildiğim tek şey siyah ceketini zorlayan biçimli ve yapılı sırtıydı. Bana dönmüyordu bile. Bana bakmıyordu ve bu kalan sabrımın son kırıntılarını da tüketiyordu.
"Rubert." Dedim tekrar tane tane. "Anlat bana. Neler oluyor."
Sabır dileyerek ellerimi yumruk yapıp konuşmasını bekledim. Sonra beklemediğim bir anda bana dönüp öylece beni süzdü ve bakışları ellerime odaklandı. Bundan neden olduğunu anlamadığım şekilde rahatsız olmuştum.
Bunu ben istememiştim. Kan hücrelerime kadar hissettiğim ani öfkenin yüzümü kıpkırmızı yaptığını biliyordum. Bu yüzden geceye şükrettim.
Elimi sinirle havaya kaldırıp ona gösterdim. "Bunun içinde sen de varsın değil mi?"
Bakışlarını kaçırıp herhangi bir ağaca bakmaya başladı. Kısık bir sesle "Hayır." Dedi. Sadece lanet bir hayır...
O an öyle garip hissettim ki sanki yaşananların hepsi rüyaymış gibi, birazdan uyandığımda hepsi bitecekmiş gibi. Ama öyle olmadı. Sert bir rüzgar gözlerimi yakarak suratıma vurduğunda bütün gerçeklik bedenimi tekrar esir almıştı. Gerçek tam karşımda sessizliğini bozmuyordu.
"Bana yalan söyleme. Ne dediğini duydum. Zamanı gelmeyen şey ne?" Sinir seviyem beni hiç olmadığı kadar zorluyordu.
Konuşmasını beklemeden tekrar atıldım. "Her şeyi biliyorsun ve kafanda uydurduğun boktan zamanı bekliyorsun. O zamana kadar Tanrı bilir yaşıyor olacak mıyım? Bunu hiç düşünüyor musun?" sinirden gözlerim doluyordu. "Cesedimi korumanın canlı bedenimi korumaktan daha eğlenceli olduğunu mu düşüyorsun?" Sonra tam gözlerinin içine baktım. "Tabi eğer şuan yaptığın şey korumaksa."
Yanından ayrılacağım sırada sertçe kolumu tutup beni sakince geri itti.
"Sen ne dediğinin farkında mısın?" ses tonundan nerdeyse onunda en az benim kadar sinirli olduğunu ama kendini sıktığını fark ettim. Hey bir dakika, onun sinirlenmeye hakkı mı vardı?
Yüzüne yaklaşarak baş kaldırır bir tonda "Farkındayım." Dedim. "Yaptığın hiçbir halt beni korumuyor. Aksine daha çok felaket getiriyor."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KUTSAL
Fantasy"Hayır." diye bağırdım inatla. "Söylediklerinizin hiçbirini kabul etmiyorum. Ben bu değilim. Ben canavar değilim. Bugüne kadar nasıl yaşadıysam bundan sonrasında da o şekilde devam edebilirim. " Böyle olmayacağını adım gibi biliyordum. Ama kabulle...