Başımızın üstüne açılan siyah şemsiyeler insanların ne yapacağını bilmez halleri yüzünden bir bir kapanmıştı. Beni koruyan şemsiyeyi Rubert tutuyordu fakat, çıldırmamın saniyesinde elleri şemsiye kulpunu tutmaktansa beni tutmakla meşgul olmuştu. Bu yüzden yağmurun, üzerimize yağarken ıslanan tenimde bıraktığı his asit damlaları gibi canımı yaktığıydı. Kalbimin acıdığı gibi soğuk ve yağmur da tenimi ısırıyordu. Üşüyordum ve tükenmiş hissediyordum. Başıboş kalan siyah şemsiye rüzgarla beraber döndükçe çamura bulaşıyor ve kirleniyordu. Hipnoz olmuş gibi ona odaklanmıştım.
Zehirli sarmaşığı, zehirli bir havayı anımsatan, zihnimin en boş alanlarında yankılanan Sarah'ın çığlığı irademi alaşağı ediyordu. Aklımı yitirecektim. Tabutun üzerine atılan her toprakla beraber nefesim daralıyor, sanki toprak altında kalan benmişim gibi hissediyordum.
Ruhum çektiğim acılarla boğuluyordu.
Bu hissettiğim korku ölüm korkusu muydu yoksa birini öldürme korkusu mu? Bilmiyordum. Arkadaşımı aslen ben öldürmemiştim evet, ama benimle ilgili şeyleri öğrendiği için öldürülmüştü. Benim ırkım yapmıştı. Suçlu hisseden zihnimi hiç duymak istemediğim bir ses böldü. Sarışın bir kızın tiz çığlığı. Daha fazlasına dayanamayacağım için bunu durdurmalıydım. Hala üzerine toprak atmaya devam eden görevliye doğru koşacakken Rubert'in bana dolanan elleriyle dengemi kaybetmiş dizlerimin üstüne doğru çamurlu toprağa düşmüştüm. Kısa montumun altından gözüken çiçekli elbisem kirlendiğinde Sarah'a ait bir şeye zarar vermiş, ona ihanet etmişim gibi hissetmekten kendimi alıkoyamadım.
"Yapmayın." Diye bağırdım boğazımda kalan son gücümle. "Ona acı çektirmeyin. Durun." Hıçkırıklarım boğazımı acıtıyordu artık.
Sarah'ın annesi söylediklerimin şokuyla birkaç adım gerilerken yaşlanmış gözlerimi ondan çekemiyordum. Kendi hissettiğim şeylerin içinde boğulurken çocuğu ölmüş bir anneye bunu söylememem gerektiğini o an anlamıştım. Daha sonra içlenerek ağlayan eşine sarılan Colin'in bana bakışlarını gördüm. Havaalanın da baktığı gibi bakıyordu. Ölümcül. İnsanların aralarında konuşmaları yüzünden cenaze törenin de gergin bir uğuldama dönüyordu. Artık delirdiğimi düşünüyorlardı.
Alandan beni uzaklaştırmış olmasına rağmen çoğu kişi tepkim yüzünden hala bana bakmaya devam ediyorlardı. İnsanların bu durumu tuhaf karşılamayacaklarını düşünüyordum. Kalabalığa karşı sırtını dönüp beni kollarının arasında sabit tutmaya çalışan Rubert aynı saniyede kulağıma eğildi. "Sakin ol." Fısıltısının beni sakinleştirmesini ya da başka bir şey hissettirmesini bekledim ama içimde ki savaş yüzünden o kadar yorulmuştum ki dış dünyaya karşı algım tamamen kapanmıştı. "Lütfen sakin ol. Burada varlığından haberdar olmadığımız bir sürü avcı var. Bir şeyler olduğunu anlayacaklar."
"Arkadaşım gömülüyor." Diye hırladım dişlerimin arasından. "İsterlerse deli olduğumu düşünsünler umurumda değil."
"Seni de öldürecekler!"
Katıksız öfkeyle yoğrulmuş bakışları gözlerimi esir almıştı. Söylemem gerekenler ve söylemek istediklerim boğazımdan yukarı tırmanıp dilime dolanmış ve dışarı çıkamamıştı.
Tekrar uyarıcı ses tonuna geçip devam etti. "Kilisenin çıkışında bir sürü avcının bizi beklemesi için onlara fırsat veriyorsun. Yapma. Dikkatlerini üstümüze çekme."
Sırılsıklam olmuş saçlarım yüzüme alnıma yapışmış, esen rüzgar ve Rubert'in bakışları yüzünden titremeye başlamıştım. Gitgide sıkışan göğsümün üzerine elimi koyup "Dayanamıyorum." Dedim. Aldığım nefesler birbirine karışıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KUTSAL
Fantasi"Hayır." diye bağırdım inatla. "Söylediklerinizin hiçbirini kabul etmiyorum. Ben bu değilim. Ben canavar değilim. Bugüne kadar nasıl yaşadıysam bundan sonrasında da o şekilde devam edebilirim. " Böyle olmayacağını adım gibi biliyordum. Ama kabulle...