Üzerimde hissettiğim Rubert'in hafif ağırlığı birden yok olmuş kendimi harabe olmuş bir kilise de bulmuştum. Zihnim yine mi zaman kavramını unutmuştu bilmiyordum. Ama şuan da bulunduğumuz kilisenin kullanılmadığında adım gibi emindim.
Nefte ki sıraların çoğu kırılmış ve yakılmıştı. Etrafta dolaşan tozların arasında Rubert'in kusursuz suratını az biraz seçebiliyordum. Gayet ciddi bir tavırla bana bakıyordu. Sonra elleri kollarımın etrafında yarı sıkar bir vaziyette dururken yüzü yüzüme eğilmiş, dudaklarımı kendine hapsetmişti. Dudağının sıcaklığı bedenimi çözüyordu.
Yatağımda yatarken gözlerim açıldığında inanılmaz bir beklenti halindeydim. Gördüklerimin rüya olduğu gerçeği direncimi yıkarken ağlama isteğiyle dolup taşmıştım. Yalnızdım. Gelmemişti. Bu sefer gerçekten gelmemişti.
Bu kadar gerçek bir şekilde hissettiğim şey boktan bir rüyaydı.
Kalbimin altında midemin üstünde ki o unuttuğum yer istek ve arzuyla bedenimin her noktasına yakıcı bir sinyal gönderirken yatağımın içinde kaybolmak isteğiyle küçüldüm de küçüldüm.
Ailemin gerçek olmadığını öğrenmiş üstüne hastanelik olmuştum ve bu kadar yıkılmış bir halde bile Rubert'in yanında olmak istiyordum. Yanıma gelmemesine rağmen.
Bu acizlik miydi?
Bu benim zavallı olduğumu mu gösteriyordu?
Birine ihtiyaç duymak için koşulsuz şartsız kendimizi eksik hissetmek mi zorundaydık?
İnsanların ruhsal olarak neden yarım doğduklarını, biriyle tamamlanmaları gerektiğini hiçbir zaman kabul etmemiştim, fakat şimdi... Burada... Gecenin bir yarısı, sokağın bile aydınlatamadığı odamın içinde yarım ve eksik hissetmeyi bırakın, kendimi hiç hissedemiyordum. Hissizlik zehir gibi kanımın içinde gezinerek canlı tüm hücrelerimi öldürüyordu. Karanlıkta kaybolmak kötü bir şey olmamalıydı. Karanlık korkutucu olmamalıydı. Belki de tüm insanlığın aradığı huzur gecenin zifiri saf karanlığındaydı... tek sorun karanlığa saklanmış iyi hisleri bulabilmekti...
Sessizliği bölen yağmur damlalarının sesi odamın içinde ritmik bir melodiyle yankılanıyordu. Üstümde ki örtüyü boğazıma çekince korunuyormuş gibi hissediyordum. İşte bu zavallılığımın resmi kanıtıydı. Örtüden çare beklemek.
Bir saat boyunca yatakta uykunun beni kollarına almasını beklerken şekilden şekle girmiştim. Ama hayır, bugün uyuyamayacaktım. Rubert ile gerçekten öpüşecek kadar yakın olduğumu hissettikten sonra bunun rüya olmasını sindiremiyordum.
Yataktan kalkıp üşengeç adımlarla odamdan çıkarken etraf hala karanlıktı ama ışıkları açmak istemiyordum. Korktuğum karanlığa sığınmak orada gerçeklerimi unutmak istiyordum.
Salona girdiğimde koltukların üstünde ki o tanıdık kutu adımlarımı durdurmamıştı ama unuttuğum tüm kötü anları tekrar zihnime doluşturmuştu. Yemek odasının ışığını açarak kendimi tam aydınlığa değil loş bir ışığa teslim etmiştim.
Bu sefer olabildiğince cesaret yüklenerek koltuğun yan tarafına oturup hazırlıklı olarak kapağı açtım.
Anılar orada beni bekliyordu. Hayatımın gerçekleri kutunun içinde onları kabul etmemi bekliyorlardı. Fotoğraflar elimdeki yerlerini aldıklarında önce hiçbir şey hissedemedim. Benden bağımsız bir alakamın olmadığı insanların resmine bakıyor muşum gibi hissediyordum.
Daha önce görmediğim gerçek anne babamın fotoğrafını gördüğümde gözyaşlarım görümü bulanıklaştıracak şekilde gözlerime baskı yapıyordu. Ağlama hissimi bastırmak için derin bir nefes aldım ve fotoğrafı sindirmeye çalıştım. Annem, babamın kolları altında oldukça güvenli ve mutlu gözüküyordu. Burada bana hamile olup olmadığı hakkında bir fikrim yoktu çünkü sadece kafalarının gözüktüğü sarılmış oldukları bir fotoğraftı. Gerçek ailem bu iki insandı. Gerçek babam kötü insanlar tarafından öldürülmüş bir cadıydı. Gerçek annem babamın ölümüne dayanamayacak kadar ona aşık bir kadın.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KUTSAL
Fantasy"Hayır." diye bağırdım inatla. "Söylediklerinizin hiçbirini kabul etmiyorum. Ben bu değilim. Ben canavar değilim. Bugüne kadar nasıl yaşadıysam bundan sonrasında da o şekilde devam edebilirim. " Böyle olmayacağını adım gibi biliyordum. Ama kabulle...