Brand'in ani gidişinin ardından, gecenin dondurucu soğuğunda ve zifiri karanlığında öylece kalakalmıştım. Zihnimde oluşan boşluk mantıklı düşünmemi engelliyordu. İri cüssesinin karanlıkla buluşmasını sonradan da kaybolmasını izlerken düşünmeyi bir kenara bıraktığımı ancak fark edebilmiştim. Bir an Aleron'un benim yüzünden Brand'i öldürdüğü aklımın n ücra köşesinden geçerken soğuk beni biraz daha titretti. Böyle bir şeyin altından kalkamazdım.
Büyü bozuluyor demişti. Ne büyüsü olduğunu bile konuşamamıştım. Sormaya fırsatım olmamıştı. Aleron olacak o iz sürücüden nefret ediyordum nefret...
Her şeyi öğrendikten sonra bile bu kadar bilinmezlik zihnimi gerçekten yoruyordu.
Alaycı ve zıt bir şekilde tedirgin içsesim 'Her şey mi? Emin misin?' diyerek korkuma korku katmıştı. Ya öğreneceğim daha başka şeyler varsa? Ya bana ve sevdiklerime zarar verecek şeylerden hala habersizsem? Bu kadar soru işareti fazla değil miydi?
Siyahlı adamın adının Aleron olduğunu öğrenmiştim. Onunla ilgili ufacık detay bile soğuktan daha çok titretiyordu beni.
Kısa süreli görüşmemizde gözüme çarpmayan detayları düşünmeye başladığım sırada aklıma gelen şeyle resmen anlık bir dumura uğradım. İz sürücü olduğunu öğrendiğim sırada Aleron'dan korktuğum kadar neredeyse ondan da korkmuştum ve korkumun ona bir şekilde acı verici etkisi olmuştu. Brand öyle söylemişti.
Bu isteyerek yaptığım bir şey değildi. Tanrım daha ne yaptığımı bile bilmiyordum ki. Keskin rüzgar etrafımı sarmalarken iyiden iyiye üşüdüğümü fark etmiştim. Artık eve gitmeliydim. Hem de hemen. Dışarıda beni izleyen bir iz sürücüm ve birde ölmemi isteyen matematik hocam varken dışarda yalnız başıma olmak çokta akıllı işi değildi.
Tanrım Rubert neredesin?
Ve yürümeye yeltenerek attığım adım saniyesinde yarım kaldı.
Kendini unutturan zaman algım yerinden oynuyordu. Yalnız başımayken. Yine...
Uçsuz bucaksız yeşil alanda bir topluluğun arasındaydım. Tanıdığım yüz sadece Aleron'a aitti. Beni bir şey yapmaya ya da bir yere götürmeye çalışıyorlardı. Kendimi uzaktan izleyebiliyordum ve kesinlikle acınası haldeydim. İki tarafımda iri yapılı adamlar bulunuyordu. Bunu kaçmama engel olmalarına yormuştum. Ağlıyordum. Kollarımı iki taraftan kurtarıp kalabalığın arasında ki en yaşlı adama doğru bir hamle yaparken gördüm kendimi. Avuçlarımı ona doğrulttuğum sırada adam boğazlarını tutarak yere düştü. Boğuluyormuş gibiydi. Onu uzaktan boğuyormuş gibiydim. Herkes tetikte adamı yarattığım acıdan kurtarmak için bekliyorlardı. Ya da bana zarar vermek için bilemiyorum. O sırada Aleron gayet sükûnet dolu bir sesle yanıma yaklaşmaya çalıştı.
"Di." Diye mırıldandı. O anda bile bana arkadaşlarım Di diye hitap eder diye söylenmiştim. "Lütfen mantıklı düşün. Senin ırkına senin ait olduğun koloniye gelecek zarardan bahsediyoruz. Bizi koruyacak tek güçlü cadı sensin. Bu büyüyü kaldıracak tek cadı sensin."
Etraf tamamen boğucu sessizliğe ulaşırken kulağıma ilişen tek ses yaşlı adamın iniltileriydi. Aleron aynı tonda fakat biraz daha hızlı konuştu.
"Çünkü sen Diana Waterhouse. Soyumuzun kutsal kanına sahipsin."
Uzaktan kendimi izlerken nefesimi tutmuştum. Önce Aleron'u anlamaya çalışır gibi bakıyordum. Daha sonra ellerimi indirdim. Bu tamamen yorgun güçsüz birinin yapacağı tarzda bir teslim olmak gibiydi. Bunu yapma Di diye mırıldandım. Yapma teslim olma.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KUTSAL
Fantasy"Hayır." diye bağırdım inatla. "Söylediklerinizin hiçbirini kabul etmiyorum. Ben bu değilim. Ben canavar değilim. Bugüne kadar nasıl yaşadıysam bundan sonrasında da o şekilde devam edebilirim. " Böyle olmayacağını adım gibi biliyordum. Ama kabulle...