Hiçbir iş yapmazken yada bir işle uğraşırken bile Rubert’in görüntüsünün gözlerimin önünden ayrılmaması durmadan onu düşünmeme sebep oluyordu. Yatağıma yatmış, gözlerimi tava dikmiş gecenin bir saati hala Rubert’i düşünüyordum.
Kantinde oturup yemeğimi didiklerken kantine girdiğini fark etmiştim ve beni görmüş olacak ki bir anlık duraksamayla dışarı fırlamıştı.
Anlamadığım bir nedenden beni görmemezlikten geliyordu.
Böyle olmayacaktı. Annemin uyumasını ve babamın evde olmamasını fırsat bilerek kendimi dışarı attım. Aklımı dağıtmak için koşmam gerekiyordu. Durmadan…
Gecenin ayazı yüzümü acıtmaya ve görmediğim halde kızartmaya başlamıştı. Ama artık Rubert’i düşünmek istemiyordum. Hayalinin gözlerimden silinmesini istiyordum. Bu yüzden eve gitmek yerine müzik kulağımda koşuyordum. Durmadan. Dinlenmeden. İçimde ki sesleri susturmak için müziğin sesini iyice açtım.
Saatime bakma ihtiyacı hissederek telefonumu cebimden çıkardım.
00.48
00.48 mi?
Bu kadar geç nasıl olabilmişti? Tanrım evden çıkarken bile saate bakmadığımı fark ettim. Köşede ki kiremit rengi evin duvarına yaslanarak soluğumun düzelmesini bekledim. Ama hissettiğim bu garip duygu, yavaş yavaş tüylerimi ürpertmeye başlamıştı. Takip ediliyormuşum veya izleniyormuş gibiydim. Arkamdan birinin geldiğini duyuyor gibiydim. Ya da zihnim ve bilinçaltım bana gecenin bu vaktinde oyun oynuyordu. Kulağımda ki kulaklığı çıkarınca karanlığın boğucu sessizliğine gömüldüm.
Histerik atak krizimden kaynaklandığını düşündüğüm bu saçma korkudan kurtularak doğrulup su içtim.
Üşümeye başlıyordum ve artık eve gitmeliydim.
Hızlı adımlarla koşarken aklım kesinlikle istediğim şekilde rahatlamamıştı. Rubert hala zihnimin içinde en kuytu yerleri meşgul ediyordu. Okulda Bay Duen’in saçıma dokunup -anlamadığım bir şekilde- samimi konuşmasından sonra verdiği tepki, arabada bana içimi işleyerek bakması gözümün önünden film şeridi gibi geçiyordu. Başa sarıyor bir daha tekrarlanıyordu.
Sonra ıssız sokakta arkamdan gelen ayak seslerini duydum. Refleksle arkamı döndüm. Harika… Bana yaklaşan üç tane serseriyle birlikte kalbim kaburgamı delercesine çarpmaya başlamıştı. Gerçekten harika… Bir an önce eve varmalıydım. Koşarsam daha fazla dikkat çekeceğimi düşünerek adımları hızlandırdım.
Arkamdan laf attıklarını fark ettiğimde müziğin sesini iyice açarak kendimi şuan ki durumumdan iyice sıyırmaya çalıştım. Çalan müziğin boşluğunda “Hey...” yada “Gecenin bu saatinde…” yada “Gel güzelim…” dediklerini duyuyordum. Ve istemsiz elim ayağım birbirine karışıyordu. Kulaklığımı çıkardığım an serserilerden birinin üzerime doğru koştuğunu gördüğümde daha çığlık atmadan karanlık sokaktan bir silüet belirdi. Sonra olan oldu. Silüet netleşirken tam önümde kalkan gibi durarak çocuğu yere serdi. Önümde ki kalkanı gören diğer çocuklar geri dönerek kaçtılar. Bende kaçmak istiyordum. Koşarak uzaklaşmak ve arkama bakmamak ama kıpırdayamadan öylece kalakaldım. Çığlık da atmadım.
Derin bir nefesle bana dönen yüze öylece baktım. Kaslarıma inen rahatlamanın kesinlikle bir tarifi olamazdı. Onu burada kesinlikle göreceğimi düşünmüyordum. Bir an ironiyle sarsıldım. Yüzünü sesini unutmak için bu kadar saat koşarken yüzü yüzümün tam önümdeydi.
Caddede ki diğer çocuklar durduğumuz köşede bizi fark etmeden yollarına devam ettiler.
O kadar saat aklımı kurcalayan bu yüz şuan nefesini hissedebileceğim kadar yakınımdaydı. Kahrolası koşu hiçbir şey işe yarayamayacaktı, Değil bir saat bütün gün koşsam da bu yüz aklımdan silinmeyecekti. Çaresizlikle bunu biliyordum ve kabul ediyordum. Umutsuzca kabullendiğim gerçek buydu işte. Gözleri gözlerimle dans ederken arka fonda Fleet Foxes çaldığını hayal ettim. Bu düşünce bile sırıtmama neden olacakken içinde olduğum durumu hatırladım.
Ellerini göğsünde birleştirerek sırtını dikleştirdi ve “Söylediklerimi dinlemiyor musun hiç?” dedi. “Kendine, gecenin bir yarısı sokağa çıkarak mı dikkat ediyorsun Diana.”
Büyülenmiş gibi “Biraz temiz havaya ihtiyacım vardı.” Diye fısıldadım.
“Bu saatte evinde olmalısın.” Neredeyse her kelimesini heceleyerek ve vurgulayarak söylemişti.
Hipnoz olmuş gibi hissederek cevapladım. “Dediğim gibi çıkmam gerekti.”
İşaret parmağını çeneme yaslayarak ona doğrudan bakmamı sağladı ve aynı anda nefes almayı unutarak yüzüne odaklandım. Deli gibi üşüdüğümü ona sarılarak ısınmak istediğimi gerçekten yok saymaya çalıştım. Böyle hissetmek istemiyordum. Daha önce kimseye –Jason’a bile- böyle hissetmemiştim ve cevapsız sorularım yüzünden çıldırmak üzereydim.
“Diana beni dinle.” Diye soluklandı. “Bir daha çıkma.” Bu son cümlesini öyle baskın bir karakterle söylemeyi başarmıştı ki “Tamam.” Demekten başka çarem kalmamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KUTSAL
Fantasía"Hayır." diye bağırdım inatla. "Söylediklerinizin hiçbirini kabul etmiyorum. Ben bu değilim. Ben canavar değilim. Bugüne kadar nasıl yaşadıysam bundan sonrasında da o şekilde devam edebilirim. " Böyle olmayacağını adım gibi biliyordum. Ama kabulle...