Kantinde oturmuş bir yandan yemeğimi yerken diğer yandan defalarca kez lanet ettiğim biyoloji dersi için önümde ki açık kitaptan mantar türlerini inceliyordum. Neden bu dersin durmadan uygulamalı anlatıldığı hakkında en ufak bir bilgim yoktu? Tanrı aşkına hayatım boyunca kuşların ve mantarların çeşitlililiğini nerede kullanacaktım ben?
Şu havada uçan Albatross değil mi?
Bugün yemekte Boletus elegans mı yoksa boletus edolis mi yesek?
Hadi ama...
Gözümü kitabımdan ayırmadan salatayı ağzıma tıkıştırıyordum. Kantin her zaman ki gibi uğultulu ve boğucuydu. Bir dolu öğrenci arasında tek başıma yemek yiyordum.
İkinci kez Rubert kantine girmiş. Gözlerini bir süre bana dikmiş. Daha sonra da orada olduğuma katlanamıyormuş gibi kantinden çıkmıştı. Artık bu tavrına dayanamayarak çatalımı sertçe masaya bıraktım. Aniden kitabımın kapağının bir el tarafından kapandığını gördüm. Bay Duen karşımdaki sandalyeye tam anlamıyla yayılmış sırıtarak bana bakıyordu. Ashton Duen sarışın, ince yüzlü, sivri burunlu ve o gözlerle ruhumu bile görebileceğine inandığım derin bir çift buz mavisi gözleri vardı. Bir elini masanın üstüne koyarken tehditkar bir görüntü sergiliyordu.
"Merhaba Diana Chris." Gözleri yarısı salata dolu olan tabağıma çevirerek "Bölmüyorumdur umarım. Devam edebilirsin." Diye mırıldandı.
Evet, buradan kalkmayacağını anladığım için sandalyeme yaslanarak "Hayır." Dedim. "Konuşacağımız bir şey mi vardı?"
Şaşırmış gibi bana bakarak "Neden öfkeleniyorsun?" diye sordu.
Neden mi öfkeleniyorum? Gerçekten neden öfkelendiğimi mi soruyordu?
"Öfkelenmedim. Sadece soruyorum."
"Pekala sevgili öğrencim Diana, seninle şu boş zamanımda biraz muhabbet ederiz diye düşünmüştüm."
Dünyada bir tek o kalsa muhabbet etmeyeceğim tek insan olmasına rağmen konuşmasında ki özgüvene de bir yandan hayran kaldım.
"Sizi dinliyorum."
"Siz?" Yüzündeki ifade gerilmeye başlamıştı. İki elini masada birleştirerek masaya eğildi ve bana daha çok yaklaştı.
"Bay Duen..." dedim sabrımın derecesini ölçerken, dişlerimin arasından tekrarladım. "Sizi dinliyorum."
"Masallara inanır mısın?" Hiç beklemediğim bir şey sorarak beni afallatmayı sonrasında istemsizce gülümsememi sağlamıştı. Halinden memnun olarak bana bakmaya devam etti.
"Anlamadım." Hala sırıtıyordum. Yanağımın içini dişlerken sesli gülmemek için kendimi zor tuttum.
"Küçükken annenin sana masal anlattığını düşünüyorum. O masallara inanır mısın?"
Tanrım ciddi ciddi bunu soruyor ve cevap vermemi bekliyordu.
"Hayır." Dedim gayet tekdüze, kendinden emin bir sesle.
"Öyleyse sorumu değiştiriyorum." Yüzü ciddileşirken "Doğaüstü şeylere inanır mısın?" diye sordu.
Aniden gülme isteğimi bastıramayarak kahkaha atmaya başladım. Kantinde ki öğrencilerin çoğunun bakışı benim üzerime toplanmıştı fakat bu saçma muhabbeti duyan herkesin kahkaha atacağından emindim. Avucumu dudaklarımın üstüne kapatarak "Bay Duen siz ciddi misiniz Tanrı aşkına?"
Bu adam, fazlaca sayılarla, logaritmayla, istatikle uğraşmaktan aklını yitirmiş olmalıydı. Yoksa şuan ki muhabbetin mantıklı bir açıklaması olamazdı.
Cevap ver bakışlarıyla karşılaştığımda "Hayır. Tabi ki inanmıyorum. Bu tamamen saçmalık. Açıkçası gerçeğe uzak şeyler ilgi alanıma hiç girmiyor." Diye açıklama yaptım.
"Benimde inandığım bir şey var. İzin verirsen bunu seninle paylaşmak istiyorum."
Elimle, devam etmesini anlatacak şekilde bir hareket yaparak "Tabi ki." Dedim.
"Öncelikle ben doğaüstü her şeye inanırım. Ve sana söylemem gerekirse doğaüstü varlıklar her şeyi yapabileceklerine inandıkları için kendinden güçsüz bir kişi üstünde yoğunlaşarak ona..." dedi ve işaret parmağı şakağıma dokunarak yavaşça iki kez vurdu. "Kalkan olurlar."
Suratımın ani değişmesini hissettiğimde gözlerim büyümüştü.
Kalkan...
Kalkan...
Kalkan...
Aklımın en ücra köşesinde bu kelime defalarca tekrarlanırken, kendi içimde Rubert'a kalkan diye hitap ettiğim aklıma gelince midemde bir baskı hissederek yerimde huzursuzca kıpırdandım. Gerilmiştim ve Bay Duen bunu fark ettiği için memnuniyetle gülümsemişti.
"Doğaüstü varlıklar, doğaüstü güçlere sahip olarak yaratılanlar elbette ki var Diana. Kendilerine güçsüz seçtikleri insanı kötü şeylerden korumaya çalışırlar. Ama bilmezler asıl kötülük kendileridir.."
Onunla konuşmam, ona cevap vermem için bir süre bekledi. Konuşmadan kendisini izlediğimi fark edince tekrar konuşmaya başlamıştı.
"Sana bir sır vermemi ister misin?" Masada, bana milimlik biraz daha yaklaşırken başımı iki yana salladım. Hiçbir şey duymak istemiyordum. "Erkek arkadaşınla sokakta kavga ettiğin gece Rubert sokağın başında sizi izliyordu. Bilmiyorsun ama oda oradaydı."
Zihnimde açılan boşluk, birden bütün düşüncelerimi kara delik gibi içine çekerek beni bir anlığına bomboş ve hissiz bıraktı.
'Babama haber veren Rubert'ti.' Birden midemi biri avuçlarının arasına almış ve sıkıştırıyormuş gibi hissettim.
Bay Duen sandalyesini arkaya ittirirken kendinden emin duruşuyla öylece bana baktı daha sonra bana eğilerek derin bir nefes aldı. "Çok güzel kokuyorsun." Dedi. "Özellikle saçların."
Ben kaskatı kesilmiş hareket edemezken saçımın bir tutamını parmaklarının arasında döndürdü. Ve benden uzaklaştı.
Rubert beni izliyordu, Beni koruyordu...
Ama neden.
Artık onunla konuşmalıydım.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
KUTSAL
Vampire"Hayır." diye bağırdım inatla. "Söylediklerinizin hiçbirini kabul etmiyorum. Ben bu değilim. Ben canavar değilim. Bugüne kadar nasıl yaşadıysam bundan sonrasında da o şekilde devam edebilirim. " Böyle olmayacağını adım gibi biliyordum. Ama kabulle...