Bölüm 26 - KATİL

54 4 0
                                    

Gözkapaklarım, görmek istemediğim gerçeklere doğru açılırken ağzımın içinde, dilimin üstüne yapışmış yabancı tat midemi alt üst etmişti. Bilincim kendine gelmek için insanüstü bir güç sarf ediyordu. Olanları hatırlıyordum. Rubert'in bardağını kafama diktiğimi, ağzıma dolan yudumu bilinçsizlikle yuttuğumu kalanları tükürdüğümü hatırlıyordum. Gözlerimi tiksintiyle birbirine bastırdım. Bunları unutmanın bir yolu yok muydu?

Devasa camın önüne dikilmiş Illinois manzarasına doğru aceleyle telefonla konuşan Rubert görme alanıma girdiğinde ne hissedeceğime karar verememiştim. Kan emici olduğu için ondan korkmalı mıydım? Bu zamana kadar söylediği için ona sinirlenmeli miydim?

"Evet, kan içti." Dedi soluk soluğa. "Beni dinlemiyor musun baba. Kan içti ve bayıldı. Hala baygın. Yavaş adımlarla bana dönmesini ayık olduğumda hızlandırmıştı. "Ben seni ararım sonra." Rubert telefonu kapatmadan önce diğer tarafta ki adamın Rubert'a seslendiğini duymuştum.

Yattığım koltukta doğrulduğumda tedirginlikle oda yanıma oturdu. Konuşmak istiyor ama doğru kelimeyi seçemiyormuş gibiydi.

"Kendini nasıl hissediyorsun?"

Yüzümü buruşturarak "İğrenç." Dedim. "Ağzımda metalik bir tat var." Daha sonra ilk yudumu yuttuğumu hatırlayınca bulantımı bastırmak zorunda kalmıştım.

Masadan aldığı bir bardak suyu bana uzattığında yüzüne bakmadan elinden aldım. Tat, tamamen gitmese de rahatsız etmeyecek kadar hafiflemişti.

"Çok mu şaşırttım." Diye mırıldandı. Esprisinin altında ki ciddi kısmı yakaladığımda yavaşça ona baktım. Gülümsemiyordu, somurtmuyordu. Bedeninden yayılan buram buram pişmanlık, kan tadıyla beraber genzimi yakıyordu.

"Sanırım." Derin bir iç çektim. "Sanırım hayatımızda mantıklı bir şey olmayacak."

Gülümsemeye çalıştım ama bunun yapmacık olacağını anladığım zaman bundan vazgeçtim. İfadesiz bir şekilde ona bakıyordum. Bir şeyler söylemeliydim. Bana yaptığı o kadar iyiliğe karşı kendini kötü hissetmemesini sağlamalıydım. Ama düşüncelerim zihnimde ki mantık kırıntılarını tek tek öldürüyordu.

"Bunu bugün anlatmanın altında ayırt edici bir özellik var mı?" diye fısıldadım doğrulduğum koltukta bacaklarımı sarkıtırken. Elbisenin kesimi yüzünden rahat hareket edemiyordum. Saçlarım, makyajım darmadağındı. İçim mi? Orası en beter kısımdı.

"Çünkü zamanı geldi. Hatta belki biraz..." öldürücü bir suskunlukla düşünüp ardından bana baktı. "Biraz geç kalmış bile olabilirim."

Kalkmış kaşlarım ve yeni şeyleri öğrenecek olmamın korkusuyla onu dinliyordum. "Bu ne demek?"

"Gitmen için zaman yaklaşıyor." Diye fısıldadı tamamen yılmış bir ifadeyle.

Dünyam yavaş yavaş daralırken düşünme açımda kayboluyordu. Zorla yutkundum. "Nereye gideceğim?"

"Seni..." yüzünü avuçlarının içine alıp bir süre bekledi. Hatta o kadar uzun süre bekledi ki konunun kapanacağını düşünmüştüm. Bu beni korkudan titretiyordu. "Seni belli bir zamana kadar korumam gerekiyordu. Bana verilen görev yalnızca bu. Sadece korumak. Koruyucuların uyması gereken katı kurallar var. Koruduğun cadının zarar görmemesi gibi." Sessizce onu dinledim. "Ona karşı bir şey hissetmemek gibi."

Son cümlesiyle içimde ki rahatsız dürtü zirveye doğru son hızda tırmanıyordu. "Hayır." Diye mırıldandım. Elbisenin tenimi saramadığı yerler ürpertiyle kaskatı kesiliyordu. Şimdi her şeyin bitmesi gerektiğini söylemeyecekti değil mi? Hem de daha yeni başlamışken.

KUTSALHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin