Sıradanlık, bulunduğum noktadan o kadar uzaktan bana bakıyordu ki artık neye benzediğini unutmaya başlamıştım. Bütün bunlar beni neden buluyordu bilmiyordum, ama cevabını da aramıyordum. Zaman ağır ağır ilerliyordu ya da tamamen durmuş olmalıydı. Brand'in ne dediğini anladığım o an gözümde, onun birden katliam yapıp, gırtlağımı kestikten sonra ihtiyacı olan kanı alarak karanlıkta uzaklaştığı canlandı. Sessizlik içinde gittikçe kayboluyordum. Kayboldukça korkmaya başlıyordum. Bir yandan üşümeye bir yandan soğuk soğuk terlemeye başlamıştım. Rubert'in bana sarıldığı dokunuşu bile hissedemez olmuştum. Annem ve babam kocaman gözlerle bana bakıyor, Amber sanki bunu tahmin edebilirmiş gibi davranışlar sergiliyordu.
Odada ki herkes daha fazla olabilirmiş gibi sessizdi.
Bayılacakmış gibi güçsüz hissediyordum. Peşime katil olan cadı hariç, bu özelliğimi bilen bir ordu dolusu vampirler de eklenmişti. İnsan olmayı isteyenler de peşime düşecekti, insan olmak istemeyenler de.
İki ırkın sonu olacak şey benim damarlarımda akan kan olamazdı değil mi? Bu zamana kadar önemsiz bir kız olarak yaşamıştım. Nasıl iki ırk arasında kalabilecek duruma gelebilmiştim. Dehşet içinde Brand'e baktım. O kadar taş kesilmiştim ki her hareketimde sanki eklemlerimden kırılıyormuş gibi ses çıkıyordu.
"Onun kanını istiyorsun." Diye mırıldandı Rubert nihayet. Bunu sanki kendi de inanamıyormuş gibi söylüyordu. Bilmediği bir şeyi duymak belli ki onu da dumura uğratmıştı.
Gergin ortamın havası o kadar ağırlaşmıştı ki hiç kimse birbirini hissetmediginden kesinlikle emindim. Boğazını temizleyerek "Evet." Dedi. "Ama amacım Diana'ya zarar verip bunu ondan isteği dışında almak değil." avucunu çenesinde çıkan sakallara bastırarak "Bunu birileri öğrenirse, kanını almaya çalışacak kişi onlar, ben değilim. Onun güvende olması için buradayım."
Kendimi tutamayarak boğuk bir şekilde gülümsedim. Herkes bu gülümsemenin ironik bir şekilde sinir boşalması olduğunu biliyordu. Tanrım zavallı haldeydim.
"Bu nasıl bir saçmalık. Kanını istiyorsun ama ona zarar vermemekten bahsediyorsun." Saniye içinde Rubert oturan Brand'in yakasına yapışmış, onu yerinden kaldırmıştı. "Bunu başka kim biliyor?"
Babam benden önce davranarak Rubert'in kolunu kavrayıp geri çekmeye uğraştı fakat betondan duvar gibi kıpırdamıyordu.
Rubert tekrar hırladı. "Bunu kime söyledin?"
"Sakin ol evlat. Belli ki anlatacağı şeyler var. İzin ver de dinleyelim." Babamın sesi bile Rubert'in koyulaşan gözlerinin önüne geçemiyordu. Ve zaman geçtikçe Brand'in gırtlağını daha çok şiddetle sıkıyordu.
Oturduğum yerden fırlayıp Rubert'i Brand'dan uzaklaştırmaya çalışıyordum. Rubert'in kolunu tutup onu arkaya doğru çekmeye çalışmam her seferinde başarısızlıkla sonuçlanıyordu. "Rubert." Diye inledim onu göğsünden itmeye çalışırken. "Yapma." Titreyen sesime engel olamamıştım. "Çok korkuyorum."
Rubert onu iter gibi bırakıp bana döndü. "Ne? Hayır hayır..." güçlü kolları bedenimi sarıp beni kendine bastırdı. "Sana bir şey olmasına izin vermeyeceğim, seni bulamayacaklar." Yatıştırıcı nefesi saçlarımın arasında dolanıyordu. Yüzümü onun göğsüne gömüp bir kaç saniye öylece kaldım.
"Tedirginliğinin farkındayım Rubert." Dedi Brand. "İnan bana dostum, seni haklı buluyorum." Brand uzlaşmaya çalışan ses tonuyla Rubert'a sesleniyordu.
"Sanki buna ihtiyacım varmış gibi." Diye homurdandı.
"Bu sadece büyüklerin bildiği bir sır. Görüler sayesinde öğrenmiş oldum." Öldürücü bir sessizlik olduğunda elim Rubert'ın kolunda öylece kalakalmıştım. Zihnim hatırlamaya çalıştığı şeyler yüzünden savaş veriyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KUTSAL
Fantasy"Hayır." diye bağırdım inatla. "Söylediklerinizin hiçbirini kabul etmiyorum. Ben bu değilim. Ben canavar değilim. Bugüne kadar nasıl yaşadıysam bundan sonrasında da o şekilde devam edebilirim. " Böyle olmayacağını adım gibi biliyordum. Ama kabulle...